Son dönemde gündemimize yeni bir kavram girdi: Mahalle baskısı.
Özellikle dinin uygulama alanına dair hususlarda toplumun bir baskı unsuru olarak ortaya çıkmasına binaen tartışılmaya başlanan bu kavramın ele alınış biçimi zaman zaman yanlış bir din algısına yol açabilecek mecralara kayabilmekte, dinin bu süreci tetiklediği gibi yargılara varılabilmektedir.
Bu sebeple kavramın çağrıştırdığı ve bireysel manada doğru karar alabilmeye önemli bir engel teşkil eden bir diğer kavramın ele alınmasını, meselenin özünde dikkat edilmesi gereken nokta olarak önemsiyorum.
Neyi mi kastediyorum? Grup psikolojisini.
Sosyal psikoloji alanında yapılan çalışmaların ortaya çıkardığı önemli bulgulardan biri, insanların kendi görüş ve doğrularını, eğer toplumun görüş ve doğrularıyla uyuşmuyorsa inkara yönelebildikleri gerçeğidir. Buna göre, mesela herhangi bir nesnenin rengi ayan beyan “beyaz” dahi olsa eğer içinde bulundukları toplum buna “siyah” diyorsa, bireyler bile bile gerçeği inkar edebilmektedirler.
İman gibi kabule dayalı bir kavramı bünyesinde temel taş olarak barındıran din konusunda bahsettiğimiz kavram daha farklı bir önem kazanmaktadır. Zira bu alanda yapılan tartışmaların bir kısmının altında din olgusunun toplumsal baskı ile insanlar üzerinde yaptırım kurmaya “iman” gibi kavramlar üzerinden daha yatkın olması ve bireysel iradenin tehdit altında olduğu iddiası yatmaktadır.
Söz konusu noktadan hareketle ilk etapta belirtmek gerekir ki İslam açısından iman etme sürecinin ilk basamağını bilgi oluşturmaktadır. Yani iman, inanan ile inanılan arasında bilgiden yola çıkılarak kurulan ve bu bilginin tasdik edilip hayata geçirilmesi ile neticelenen bir ilişkidir. Nitekim Hz. Peygamber’e (S.A.V.) gelen ilk emrin “oku” (Alak, 1) olması bu anlamda manidardır.
Dolayısıyla İslam açısından dini hayatın başlangıcının ilk adımı olan iman durumu sadece bir taklitten ve baskıdan ibaret olmayıp, bilgiye, Kur’an’da pek çok yerde ifade edildiği üzere aklı, nefsi ve gönlü birbiriyle uyumlu bir halde kullanmaya dayalı olarak ortaya çıkması beklenen bir süreçtir. En azından hedeflenen iman şekli budur.
Zira Kur’an’a göre getirdiği hakikatleri en iyi anlayacak ve uygulayacak olanlar bilgili insanlardır (mesela bakınız Al-i İmran, 7). Bu sebeple Kur’an, bilinmeyen ve anlaşılamayanın kutsallaştırılmasından doğan bir korkuya dayalı imanı değil, öğrenerek, bilerek ve anlayıp içselleştirerek yerleşecek, saygı – sevgi temeline dayalı bir imanı ister, hedef olarak ortaya koyar.
Söz konusu iman sürecinin bir getirisi olarak bireylerden beklenen tutum ve davranışlar da, yapılan bir hareketin doğru bilgiye dayanarak gerçekleştirilmesi, böyle bir bilgiye uygun olan topluma uygun olmasa dahi yerine getirmekten çekinilmemesidir.
Nitekim bahsi geçen bu husus inkar psikolojisi bağlamında Kur’an-ı Kerim’de yer almaktadır. Öyle ki insanların bazı hakikatleri görememesi veya gördüğü hakikati itiraf edememesi, bile bile inkar etmesi grup psikolojisinin (veya bunun bir diğer yönü olan taklitçiliğin) üzerimizdeki olumsuz bir yansıması olarak kınanmaktadır: “Onlara ‘Allah’ın indirdiğine uyun’ denildiği zaman onlar ‘Hayır! Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız’ dediler. Ya ataları akıllarını kullanmamış (bir şey anlamamış) ve doğruyu bulamamış idiyseler?” (Bakara, 170)
Dolayısıyla İslam açısından bakıldığında, inkar etmenin temel sebeplerinden biri olarak ortaya konulan grup psikolojisinin ve körü körüne taklidin dinin uygulama alanına dair teşvik edilen bir yönü bulunmamaktadır. Bireyler bilgiyi ve aklını doğru kullanmak suretiyle bunlara uygun düşeni yerine getirmeli, bu kıstaslara uygun olmayan hususlardan topluma rağmen uzak durabilmelidirler.
Bahsettiğimiz bu noktadan hareketle, “mahalle baskısı” kavramı ile vurgulanmak istenen hususun, dinden ziyade kültürel ve sosyal yönünün bulunduğunu dikkate almak ve bu sürece götüren grup psikolojisini göz ardı etmemek, kavram kargaşası açısından hayli önemlidir kanaatindeyim. Zira zorlamanın olmadığını vurgulayan, başkasının haklarını ihlal etmediği sürece her bireyin hür olduğunu belirten bir dine dayanarak böyle bir sürecin meydana gelmesi, din açısından mümkün değildir.
Ancak din eğitiminin doğru bir biçimde yapılamaması neticesinde dinde yeri bulunmayan kültürel unsurlar dini hayatın yönlendirilmesinde daha ağır basarsa, baskının pek çok çeşidini görmek mümkün olacaktır.
Bu ayırımın farkına varamadığımız müddetçe kavram kargaşası ve kör dövüşünden sıyrılıp problemlere kalıcı çözümler getirmek ideali ise sadece hayal olarak kalacaktır…