Televizyonların en yüksek reyting alan dizisi “Kurtlar Vadisi”
neden bu başarıyı sağladı? Bu soruya verilebilecek birçok cevaptan
birisi şu olabilir: Türkiye’nin pek bilinmeyen ama varlığı kuvvetli bir
şekilde hissedilen çeteler, mafya, yerli ve yabancı istihbarat
örgütleri, derin devlet, kirli ve kanlı paralar ile bu para
mekanizmasının buluşturduğu kirli ilişkiler hakkında ipuçları vermesidir.
Sadece “Kurtlar Vadisi” veya “Sağır Oda”
gibi dizi filmlerin verdiği kültürle bakanların bile dikkatini çeken,
bu filmlerde geçen olayların benzerlerinin yaşandığına dair gelişmeler
olmaktadır. TV ve gazetelerin bu olayları veriş tarzı ile adaletin tecellisi arasındaki farklılık, aynı zamanda sürecin sisli puslu karakteri, karmaşıklığı kafaları bulandırmaktadır..
Seyircinin şuuraltına kuvvetli bir uyaranla adeta kazınan bu olaylar, anlatılanların “tamamen hayal mahsulü” olmadığına dair bir inancı yerleştirmekte, ancak olayların tahlil edilip berraklaşmasına yetmemektedir.
“Susurluk Olayı”
olarak tanımlanan ilişkiler ağında medyada estirilen rüzgâra uygun
hukuki bir sonuç çıkmadığı gibi, kamu vicdanında değerlendirilmesi
sonucunda da ortak bir kanaat oluşamadı.
Bilindiği gibi, DYP Şanlıurfa milletvekili Bucak Aşireti lideri Sedat Edip Bucak, Polis Okulu Müdürü Hüseyin Kocadağ ile Mehmet Özbay sahte kimlikli Abdullah Çatlı’nın bulunduğu aracın yaptığı kazada sadece Sedat Edip Bucak
sağ kurtulabilmişti. Kazadan sadece dakikalar sonra ölenlerden Mehmet
Özbey kimlikli kişinin, “Derin Devletin yargısız infazlarını” yapmakla
suçlanan Abdullah Çatlı olduğunun medyada yer alması bile olayın çok
boyutluluğunu gösteriyordu.
Çatlı’yı
gerçek kimliğiyle tanıyan kim veya hangi grup bu bilgiyi bu kadar kısa
zamanda nasıl ve neden servis edebilmişti? Güneydoğu’da terör örgütü
ile mücadele konusunda devlete çok önemli destek veren Bucak Aşiretinin
liderinin etkisiz hale getirilmesi kime hangi yararı sağlayacaktı?
Sade vatandaşlar olarak bizler bu ve benzeri onlarca soruyu soracak fırsatı bulamadan, kendimizi “aydınlık için bir dakika karanlık” sloganının peşine takılmış, ışıklarımızı kapatıp açmakla meşgul bulmuştuk.
Olayın üzerinde medyadan
aldığı bilgilere istinaden düşünen insanlarımızdan bir kısmı, olaya
karışanları yasadışı bir çete örgütlenmesi kapsamında oluşturulan kirli
ilişkiler ağı olarak nitelendirdi. Diğer kısmı ise, devletimizin terör
örgütü ve onun destekçisi olan yeraltı dünyasındaki finansör ve
destekçilerine karşı oluşturduğu bir gizli örgütlenme olarak
algılayarak, bu ilişkiler ağını anlayışla karşılamış ve hatta bu
mücadeleyi yapan insanları fedakâr kahramanlar olarak takdir etmiş ve sevmişti.
“Terör örgütüne finans
ve silah desteği sağladığı iddia edilen kumarhaneler kralını öldüren
silahta A. Çatlı’nın parmak izinin bulunduğu” iddiası doğruysa bu
durumu siz nasıl değerlendirirdiniz?
Ne dersiniz, “Kurtlar
Vadisi” dizisinin kahramanı “Polat Alemdar” bir kahraman mıydı, yoksa
yasadışı bir çetenin eli kanlı lideri miydi?
****************************************************
Son “Ergenekon Operasyonunda” tutuklanan Emekli Tuğgeneral Veli Küçük için adı her geçtiğinde medyada şu bilgiler verilmekte:
“3 Kasım 1996’da Susurluk’taki kazada ölen Abdullah Çatlı’nın, ölmeden
önce telefonla son görüştüğü kişiler arasında Kocaeli İl Jandarma Alay
Komutanlığı’nda görevli Albay Veli Küçük de vardı. Küçük, 1990’da JİTEM’in başındaki albaydı. Küçük’ün Kocaeli İl Jandarma Alay Komutanlığı yaptığı dönemde, bölgede birçok faili meçhul cinayet işlendi. Sapanca-Hendek-Düzce üçgeninde Behçet Cantürk, Enis Karaduman, Hacı Karay ve Savaş Buldan faili meçhul cinayetlere kurban gitti. (Bu
kişilerin de terör örgütüne finans ve silah desteği sağladığı iddia
ediliyordu.) Jandarma Genel Komutanlığı, Küçük ile ilgili iddiaları
araştırmak üzere üç generalden oluşan bir komisyon kurdu. Generaller
heyeti, araştırma sonucu Küçük ile ilgili suç unsuruna rastlamadı.”
Olay adalete intikal
etmiş olduğundan bizim vatandaş olarak doğruları öğrenebileceğimizi
ümit etmekten başka yapabileceğimiz bir şey yok. Ancak muhtemeldir ki,
bundan önceki benzeri birçok operasyonda olduğu gibi, yine sade
vatandaşlar olarak gerçeği tam olarak bilemeyeceğiz. Çünkü bu türlü
operasyonlarda devlet içindeki farklı grupların çatışmasından, yabancı
istihbaratların yönlendirmelerine kadar çok çeşitli etkenlerin
yönlendirici olabildiği bilinmektedir.
Ama bu olaylarda beni asıl ilgilendiren kamu vicdanında yargılanmasının sonucudur.
Dünyada çeşitli
ülkelerde 50’li yıllarda faaliyete başlayıp etkili olan ancak 80’li
yıllarda tasfiye edilmiş “Gladyo” benzeri gizli örgütlenmeler içinde
miyiz?
Yoksa devletin etkili olmadığı alanlarda “mahallenin namusunu korumayı kendilerine vazife edinmiş eski tür kabadayı” anlayışına sahip insanların inisiyatif kullanması mı söz konusu?
Belki de bazılarının iddia etiği gibi böyle bir örgütlenme yok, Türk Milletinin içinde bulunduğu hassas durumda yükselen “antiemperyalist, anti amerikancı” milliyetçi/ulusçu duyguların frenlenmesi; bu duyguları zinde tutmak isteyenleri etkisiz hale getirme operasyonu ile karşı karşıyayız?
Yine kafalarımız karıştı. Dileyelim ki ülkemiz karışmasın.