Oğuz Çetinoğlu: ‘İmtihan’la
alakalı kısa bir değerlendirmenizle sohbetimize başlayabilir miyiz Hocam?
Ali Rıza Temel:
Yüce Mevlâ insanları imtihan etmek üzere yarattı. İmtihanın neticesine göre
ceza veya mükâfat vermek üzere de ölümü halk etti.
Hayat baştan sona imtihandır. Buna kulluk imtihanı diyoruz.
Herkes her şeyle imtihan oluyor, fakirlik-zenginlik, hastalık-sağlık, mevki,
makam, çoluk-çocuk, emir, yasak vs.
İmtihanların en büyüğüne tâbi tutulanlar peygamberlerdir.
Çetinoğlu: Neden?
Temel: Çünkü en
büyük ve en yüce görevi onlar üstlenmişlerdir. En güzel örnekler de onlardır.
Her peygamberin kendine göre ağır imtihanları olmuştur.
Peygamberlerin babası Hz. İbrahimin imtihanı ise Kur’ân ifadesiyle apaçık, tam
bir imtihandı. Hz. İbrahim, babası Azerle, kral Nemrut’la, Babilliler ve
onların putlarıyla imtihan edildi, putperestliğe karşı verdiği mücadelenin
neticesinde ateşe atıldı. Mevlâ onu ateşten kurtardı. Fakat Hz. İbrahim’in oğlu
İsmail’i kurban etmekle imtihanı çok zordu. Zira kendisi yaşlanmıştı, çocuğa
düşkündü, neslinin devamını istiyordu. Bu tabii bir istektir. İbrahim, Rabbine
şöyle dua etti: “Ey Rabbim! Bana sâlihlerden bir oğul ihsan et.” Yaşlı olan
hanımı Sâre, İbrahim’in bu arzusunu karşılayamayacağını düşündüğü için O’na,
cariyesi Hacerle evlenmesini teklif etti. Bunun üzerine İbrahim Hacer’le
evlendi ve Hacer, bir çocuk dünyaya getirdi. Adını “İsmail” koydular.
Hacerden çocuk olunca Sâre, içine düşen kıskançlık ve üzüntü
sebebiyle rahatsız olup kompleks içine girdi ve İbrahim’le Hacer’i kendisinden
uzaklaştırmasını istedi. Hz. İbrahim Allah’ın emrine binaen Sâre’nin arzusunu
kabul etti. Allah Teâlâ İbrahim’e: Hacer ve İsmail’i alıp Mekkeye götürmesini
bildirdi. İsmail o zaman henüz süt çocuğu idi. İbrahim, çocuk ve annesine
refakat etti. Kendisine Allah’ın iradesi rehberlik ediyordu. Allah, ileride
Kâbe’nin bina edileceği, ıssız, bitkisiz ve boş bir yerde durmasını emredinceye
kadar yolculuk devam etti. Neticede Hanımı Hacer ve İsmail’i i Mekke’ye yerleştirdi
ve onları Allah’a emanet ederek döndü. Fakat onları hiç aklından çıkarmadı.
Zaman zaman ziyaret etti. Bu ziyaretlerin birinde İbrahim’i rüyasında kendisine
oğlu İsmail’in kurban edilmesinin emredildiğini gördü. Peygamberlerin rüyası haktır.
Çünkü ilâhî vahiy mesabesindedir. İsmail o vakit koşma, çalışma çağına
gelmişti. “Ne vakit ki, yanında koşma çağına geldi, İsmail’e şöyle dedi:
Yavrucuğum! Ben rüyamda görüyorum ki, seni kurban ediyorum. Artık bak ne
düşünüyorsun? İsmail ona: Babacığım sana ne emrediliyorsa yap. İnşallah beni
sabredenlerden bulacaksın.”
“Yavrucuğum” ifadesi İbrahim’in, İsmail’e karşı ne derin bir
şefkat beslediğini göstermekte, bununla beraber Allah’ın emrini de ön planda
tutmaktadır. Bunun ne dehşetli bir imtihan olduğunu unutmamak gerekir.
Çetinoğlu: İsmail Aleyhisselam’ın durumu da dikkate şâyan…
Temel: İsmail
aleyhisselam’ın teslimiyeti ise çocuklar ve gençler için destansı bir örnektir.
Allah’ın emri karşısında boynunu bıçağa uzatabilmek her yiğidin harcı değildir.
Özellikle seküler ahlâk ve eğitimin hâkim olduğu günümüzde bırakın böyle bir
itaat ve teslimiyeti, pek çok çocuk ve gençte en basit bir talebe bile müspet
cevap görülmemektedir.
Elbette kimseden İbrahim gibi bir baba, İsmail gibi çocuk
rolü bekleyecek değiliz. Bu, ideal bir tablodur. Fakat aile ve toplum düzeninin
devamını sağlayan asgari itaat ve disiplin olmadan da ne vatandaşlık ne de
kulluk imtihan verilmiş olur.
Çetinoğlu: Bilinen neticeyi de yorumlar mısınız?
Temel: “Ne zaman
ki ikisi de bu şekilde Allah’a teslim oldular, İbrahim, oğlunu şakağı üzerine
yatırdı. Biz de ona: Ey İbrahim! diye seslendik. Rüyana gerçekten sadakat
gösterdin. Şüphesiz ki biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız. Şüphesiz
ki bu apaçık bir imtihandı, dedik. Ve ona büyük bir kurbanlık fidye verdik.
Kendine sonradan gelenler içinde iyi bir nâm (ün) bıraktık. İbrahim’e bizden
selâm olsun. Güzel amel işleyenleri biz böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o bizim
mümin kullarımızdandı. O’na bir de salihlerden, bir peygamber olmak üzere
İshak’ı müjdeledik.”
Hz. İbrahim ve İsmail’in bu fedakârlığı fedakârlıklar tarihinin
en büyük ve en üstün olaylarındandır. Hz. İbrahim ihtiyarlık çağındaydı. Bu
çocuk onun canı, ciğer paresi, hayatının ümidi, adının mirasçısıydı. Allah onun
imanını, emrine itaat derecesini ölçmek için oğlunu kurban etmesini emretmişti.
Baba ve oğul her türlü beşeri istek ve zaaflara direnerek bu imtihanı
kazandılar. Allah’ın emri karşısında “baş üstüne” dediler. Kelimeler ve
kalemler bu fedakârlığı tasvirden aciz kalır. İnsanın en değerli varlığı canı
ve ciğer paresi olan çocuklarıdır. Bunları canan için verebilmek sevgi ve
itaatın zirvesidir. Bunları feda edebilen her şeyini Allah için feda edebilecek
demektir. Bu tablo da iki yönden fedakârlık vardır. Babanın çocuğunu, çocuğun
da kendisini feda etmesi. Yüce Mevlâ elbette insanların kurban edilmesini
istemez. Maksat; fedakârlığın derecesini ölçmektir. İmtihana tabi tutulmaktır.
Çetinoğlu: Diğer fedkârlıklardan da bahseder misiniz?
Temel: Cihad
candan, zekât maldan, hicret vatandan geçebilme imtihanıdır. Allahın emri
karşısında bırakın candan geçmeyi en ufak bir zahmeti bile göze alamayanlar
hangi imtihanı kazanmış olacaklar? Oğlunu kurban etmeyi göze alabilen bir
İbrahim yanında Allah’ın lutfettiği bir koyunu bile kurban edemeyen kimse nasıl
kulluk iddiasında bulunabilir?
Aslında bütün ibadetlerden maksat sınamadır. Kullar
şükrediyor mu etmiyor mu? İtaat ediyor mu etmiyor mu? Haramlardan ve
yasaklardan maksat da budur. Emirleri yerine getirme, yasaklara karşı
direnebilme iradesi kulluğun göstergesidir.
İman; dillerin gevelediği kuru bir iddia değildir. İman;
herhangi bir zamanda üzüntülere karşı bir avunma aracı değildir. İman; kelam
veya felsefenin konusu olan kuru bir nazeriye de değildir. İman; Mevla’nın
iradesine tam manasıyla teslim olmak, icabında onun yolunda en değerli şeyleri
dahi feda edebilmektir.
ALİ RIZA TEMEL: 1946 yılında Manisa’nın Demirci ilçesi’nde Yayınlanmış 1- İslam Davası ve Münafıklar, 2- İslam’da |