Kur’an’ın Kendini Koruması

72

 

     Kur’an, kendi
kendini himaye edip, koruyor. 
Hâkimiyetini, egemenliğini devam ettiriyor.

     Bir şahsı gördüm
ki, ümitsizliğe düşmüş! Karamsarlıklar içinde idi. Dedi:  “Âlim ve bilginler; hem kemiyet / nicelik / sayı,
hem de keyfiyet / nitelik bakımından sayıları azaldı. Korkarız ki bir zaman
gelecek dinimiz sönecek!”

     Dedim: Nasıl
kâinat / evren söndürülemezse. İslam’ın iman ve inancı da sönemez. Üstelik
zemin yüzüne çakılmış çiviler hükmünde olan İslâm unsurları, mevcudiyetlerini
her an koruyorken.

      İslam’ı temsil
eden semboller, minareler, cami ve mescitler, din kitapları mevcut oldukça,
İslâmiyet; sürekli olarak parlamaya devam edecektir.

     Her bir mabet /
ibadet edilecek her yer, bir muallim / öğretmen olmuş. İçerdiği İslâmî
özellikleriyle, mizaç ve kabiliyetlere ders veriyor. Din ve imana ait her türlü
bilgiler de birer üstat olmuşlar; hâl dilleriyle dini telkin ediyor / din
gerçeklerini anlatıyorlar. Hatasız, hem de unutmadan unutturmadan.

     Her bir şeair /
İslâmî semboller; bir bilgin, mâhir birer hoca ve öğretmen hükmündedir.
Asırların geçmesi, zamanın sürekli oluşu sebebiyle, İslâm ruhunu durmadan
nazarlara ders veriyor.

      İslâmiyet
nurları, şeair / İslâmî semboller sanki cisimlenmiş. Sanki maddî bir hal
almış.  Güya İslamiyet’in saf, temiz suyu
ibadethaneler içinde, birer iman sütunu / direği olarak donmuş bir durum arz
ediyor.

     Din ve imana ait
meseleleri, bilgileri içeren İslâm hükümleri, sanki şekillenmiş bir halde.   İslamiyet’in erkânı / rükünleri / temel
meseleleri; dünyada birer elmas sütun / elmas direkler hükmündedir. Kaldı ki
zemin ile gökyüzü de onlarla bağlıdır.

     Özellikle beyanı
muciz bir hatip olan Kur’an, ezelî bir hutbe olarak İlâhî gerçekleri
tekrarlayıp duruyor. O kadar ki, İslâm dünyasının dört bir köşesinde hiç bir
köy, hiçbir mekân bu kutsal çağrıdan mahrum ve yoksun olmamıştır.

     Nutkunu /
hitabını, konuşmasını dinlemeyen, talim ettiğini, öğretmek istediğini işitmeyen
kimse kalmamıştır. Nitekim:

     “İnna lehu
lehafizune.” / “Onu koruyucu olan da biziz.” (Hicr : 9) âyetinin sırrı ile,
Kur’anı korumanın bir yolu olan hafızlık pek büyük bir rütbedir. Tilâvet /
Kur’an’ı okumak ise, ibadet hükmündedir.

     Bütün bunlardan
ötürü, içindeki talim / öğretim, eğitim, ve müsellematı / doğruluğu ve
kesinliği herkesçe kabul edilen esasları hatırlatmak kâfidir. Kaldı ki, zamanla
tekrarlanan nazariyat / teori ve görüşleri müsellemat şeklini alır. Sonra
bedihiyata / delil ve ispata gerek kalmadan herkesçe kabul edilen gerçeklere
döner. Böylece daha fazla açıklamaya lüzum kalmaz.

     Din zaruriyatı /
temel kuralları, nazariyattan / teori ve görüş olmaktan çıkıp zaruriyat
olmuştur. Tezkir / hatırlatma ise kâfidir. İhtar / şiddetle hatırlatma ise vâfi
/ yeterlidir. Hem de Kur’an şâfidir / her dem şifa vericidir.

     Kuran yaptığı
ihtar ve hatırlatmalarla İslâmî ikazın, hem toplumsal uyanışın her birine;
umuma / genele ait olan delil ve ölçüler veriyor.

     Madem içtimaî /
sosyal, toplumsal hayat İslâm âleminde başlamıştır; her bir Müslümanın imanı
kendine mahsus delil ve kanıta bağlı değil, bir de vicdana dayanır.

     Belki cemaatin
kalbinde sınırsız sebeplere de dayanır. Hatta üzerinde durmaya değer bir husus
daha vardır: Bağlıları az, düşünce ekolü bir mezhebin; zaman geçtikçe, iptali /
ortadan kaldırılması zor olur.

     Nerede kaldı ki
İslâm vahiy ile fıtrat / yaratılış gibi 
iki  sağlam esasa  dayanmıştır, nice asır hükmünü her yerde
geçerli kılmıştır.

     Sağlam
esaslarıyla, apaçık eserleriyle dünyanın yarısıyla kaynaşmış, bir fıtrî /
yaratılışa uygun bir ruh; nasıl kararmaya, sönmeye yüz tutar? Asla sönmesi
mümkün ve olası değildir.

     Fakat, üzülerek
ifade edelim ki, bazı zevzek / geveze kefere, saçma sapan sözler sarf eden
adamlar; şu yüce sarayın sağlam esaslarına imkân buldukça ilişir olmuşlar!

     Belki onları
deprettirir / sarsar. Fakat esaslara ilişemez, onlarla oynayamaz.

     Sussun şimdi
dinsizlik; zaten iflâs etti o teres / o şerefsiz. Yeter inkar tecrübesi ve
yalan yanlış ettikleri iddia ve savlar.

     İslâmiyet ruhuyla
aydınlanmış kalpler; çok dayanıklı olmalı, çok uyanık bulunmalı; imanın yeri
kalptir. Dimağ / beyin ve akıl ise oluyor iman nurunun yansıdığı yer.

      Dimağda vesvese
ve kuruntular, hem pek çok ihtimal / olasılık ve olabilirlikler kalp içine /
insanın maneviyatına girmezse; sarsılmaz iman ve hakkı kabul duygusu olan
vicdan.

     Yoksa bazıların
zannettiği gibi, iman dimağda / beyin ve akılda olsa, imanın ruhu, hakikati
olan hakka’l-yakîne / hakikatine ererek, yaşayarak görmesine; çok ihtimaller /
olasılıklar olur birer insafsız, amansız düşman.

     Kalb ile vicdan,
imanın mahallidir. Hads / sezgi ile ilham / Allah’ın kalplere gizli
hatırlatması, imanın delili. Bir altıncı his olup, imanın yoludur. Fikir ile
dimağ / beyin ve akıl, imanın bekçisi ve koruyucusudur.

Önceki İçerikHukuk Reformu Ya-pa-maz-lar
Sonraki İçerikDiyanet İşleri Başkanlığına Açık Mektup
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.