Kur’an Kuyusu

56

     Kur’an; içinde her
çeşit gül ve renk renk çiçeklerin bulunduğu bir bağistan, bir bahçe gibidir.

     İşte böyle bir
bahçenin fotoğrafını çekmiş olalım.

     Ya da o bahçenin
bir ressam tarafından yağlı boya bir tablosunu yaptırmış bulunalım.

     İşte Kur’an’ın en
güzel tercümesi bile olsa; Kur’an bahçesinin ancak fotoğrafı ve resmi gibidir.

     Fotoğraf ve
tabloda; fotoğraf veya tablonun / resmin aslındaki canlılık ve güzelliği
görebilir,

     Çeşit çeşit
kokularını koklayabilir miyiz?

     İşte bu yüzden
meal; Kur’an’ın yerini alamaz, onun hükmünü taşıyamaz.

     Onun yerine
konamaz. Onun yerini alamaz.

     Onun için aslını
okur, mealinden bir nebze de olsa, onu anlamaya çalışırız.

     Çünkü Kur’an; öyle
bir mânâ ve anlam okyanusudur ki,

     Anladıkça
anlamamız gereken daha çok mânâlar olduğunun farkına varırız.

     Zaten meal de,
Kuran kelime ve cümlelerinin, ancak anlayabildiğimiz ve

     Kavrayabildiğimiz
kadarıdır demeyip, devamlı surette,

     Başka başka
anlamlarının farkına varmaya gayret etmekten asla vazgeçmemeliyiz.

x

     “İnsan için, hakkı
sevmek, hakka hizmet etmek; sonunda

     Hakk’ın
güzelliğine / cemaline ermekten daha büyük bir mutluluk ve zevk yok”sa;

     Kur’an’ı bilsin,
Kur’an’ı tanısın, Kur’an’ı aslından okusun.

     Ayrıca mânâ ve
anlamına eğilsin. Âyetlerini kavrasın. Onları, hayatında birer rehber edinsin.

     Böylece hem rûhu,
hem dünyası aydınlansın.

     Ebedî hayatın alt
yapısını, Kur’an sayesinde hazırlama imkânı bulsun.

x

     Kur’an’ın; uçsuz
bucaksız bir okyanus, bir umman olduğu,

     Herkeste bu denize
dalacak kapasite bulunmadığı için,

     Yüce Allah, bu
sahanın / bu alanın uzmanlarını, bu ulvî / yüce vazifeye / göreve çağırıyor ve

     “Onu mutlaka
insanlara açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz!” (3 – Âl-i İmran, 187)

     Âyetiyle, ehil
olanların harekete geçmesini istiyor.

x

     Kur’an’ı hiçbir
dile -Arapça dahil- gerçek anlamda tercüme etmek mümkün ve olası değil.

     Fakat bir şey,
bütün bütün, tamamiyle elde edilemiyorsa;

     Ondan elimize
hiçbir şey geçmeyecek demek değildir.

     Çünkü Kur’an;
dibinden devamlı kaynayan, dibinden su fışkıran bir kuyu gibidir.

     Kuyudan su çekildikçe
suyu artacağı gibi, Kur’an da öyle bir mânâ kuyusudur ki,

     Anladıkça,
anlamamız gereken daha çok mânâların Kur’an kuyusunda zuhur ettiğini

     Hayretle görür ve
ona merbutiyetimiz / bağlılığımız arttıkça artmaya devam eder.

     Hatta tamamını
çekemememiz, bitmez tükenmez bir mânâ / anlam hazinesine

     Sahip oluşumuzun
da resmidir.

     İnsanın “Hel min
mezîd?” / “Daha yok mu?” diyen doyumsuzluğuna,

     Bitimsiz bir
kaynakla cevap verilmiş olması;

     Ebede namzet ve
aday olan insan için, sınırsız bir imkân;

     Sonunda
kazandıracak ona ebedî bir mekân.      

  x

     “Terceme /
Tercüme: Bir sözün mânâsını diğer bir dilde,

     Dengi bir ifade
ile, aynen olduğu gibi dile getirmektir.”

     Bir bakıma
Tercüme: “Efradını câmi, ağyârını mâni’.” denilen

     Ta’rîf’in
ta’rîfine uygun bir mahiyet arzetmeli.

     Lüzumlu her şeye
içinde yer verilmeli. Lüzumsuz tek bir kelime ifade ve tanımda yer almamalı.

     “Yoksa tam bir
terceme / tercüme değil, eksik bir anlatım olmuş olur.”

Önceki İçerikSeçmeli Dersler ve Lisan Meselesi
Sonraki İçerikKonudan Konuya (4)
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.