İslâm Felsefesi Ana İlim Dalı Öğretim
Üyesi Prof. Dr. İsmail Yakıt, eserinin adında kullandığı ‘semantik’ kelimesini şöyle açıklıyor:
Dil felsefesi açısından, ‘Semantik’ kelimesi, ‘anlam veren, anlamlayan, anlamını belirten’
demektir. Buradan hareketle bir disiplin olarak ‘semiologie=anlam bilimi’ doğmuştur ki buna Arapçada ‘ilmu’l-ma’nâ=anlam bilimi’ terimi
karşılıktır.
Semantik, bir bilim dalı olarak,
kelimelerin anlamlarını analiz eder, etimolojik kökten itibâren târih boyunca
kazandığı müştakların (aynı kökten çıkmış / türetilmiş kelimelerin) ve
anlamlarının bir analizini verir. Hangi anlamın sonradan girdiği, hangi anlamın
çarpık ve kökten uzak olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Bir kelimenin veya bir
kavramın semantik analizini yapabilmek için ilkin o kelimenin veya kavramın
etimolojisi (kelimelerin kökenlerini inceleyen ilim) bilinmelidir. Daha sonra
semantik kurallar gereği târih boyunca diğer anlamları ve o kelimeden türetilen
diğer kelimelerin anlamlarını tespit etmek gerekir. Bu işlemlerden sonra
etimolojideki anlam esas tutulmak kaydıyla hepsinde gizli olan bu kök anlamı
aranmalıdır. Buna uygun olmayanlar sonradan kazandırılmış anlamlardır. Uygun
olanlar zâten semantik tanıma hazırdır. Semantik tanımlar esas itibâriyle dilin
mantık örgüsüne uygundur. Etimolojik sözlüğü tam olarak hazırlanmamış bir dilin
kelimelerinin semantik analizini yapmak mümkün olmaz. Semantik analizi
yapılamayan bir dil üzerine ilmi terminoloji (terim ilmi) oturtulamaz. Bugün
semantiği yapılabilen ilme temel olmuş diller bilindiği kadarıyla; Sanskritçe,
Grekçe, Arapça ve Latincedir. Bugün Avrupa dillerinin bile kendi etimolojileri
Grekçe ve Latince üzerinden yapılmakta, semantik analizleri de bu dillerden
gelen kelimelere göre yürütülmektedir. Meselâ İngilizcenin kendi başına bir
semantiği yoktur. Zira İngilizcede bir fonetik birlik yoktur. Çünkü pek çok
kelimesi müstemlekelerden toplanmış olduğundan etimolojileri de farklıdır.
Türkçemiz, semantik analize uygun bir görünüm arzetmekte ama târihî ihmaller
sebebiyle etimolojisi tam hazırlanmamıştır.
Prof. Yakıt’ın verdiği detay
bilgilerden ve örneklerden anlaşıldığına göre, semantik ilminden
faydalanmaksızın Kur’ân-ı Kerîm’i tam olarak anlayabilmek mümkün değildir.
‘Kur’ân ve Semantik Metot’
ilişkisini de şöyle açıklıyor:
Konuyu Kur’ân açısından ele alırsak
meselenin ne kadar önemli olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Kar’ânî kavramların
semantik analizleri, Kur’ân’ı çok daha iyi ve doğru anlamamıza yarayacaktır. Kar’ân’daki
temel bazı kavramların öz Arapçada kökünü aramak gerekir. Tâbiri câizse kelimelerin
deveden örneklerini bulmaktır. Eğer deveden örneği yoksa doğadan ve diğer
canlılardan örneğe geçilmelidir. Mesela: ‘şûrâ’,
‘istişâre’ kelimesini ele alalım.
‘Şûrâ’
kelimesi Ş-V-R kökünden gelir. Bu, kök ‘açığa
çıkarmak ve toplamak’ anlamındadır. Yalnız Klâsik Arapçada arının çiçeklerden
bal toplamasına verilen addır. Kovandan bal peteklerini (meşar) almak için de
kullanılır. Nitekim istişâre yapmak için yapılan danışmaya ‘Şûrâ’ denmesi adeta çiçeğe benzetilen
akıllardan, fikirlerin ve düşüncelerin açığa çıkarılarak toplanmasıdır. Tıpkı
arının çiçeklerden bal toplamasında olduğu gibi, hatta kovanlardan toplanmış
balları almak gibi akıl çiçeklerinden fikirler çıkarmaya ve toplamaya veya
danışılan kişilerdeki fikir ballarını toplayıp almaya da ‘Şûrâ’ veya ‘meşveret’
(danışma, akıl alma işlemi) denmiştir. Ayrıca, arılardaki iş birliği ile bal
yapmaya da işâret vardır. Etimolojiden çıkarılan semantik anlamlar kısaca
böyledir.
Öyleyse semantik metot Kur’ân’ın metodudur.
Zaten Kur’ân diğer yandan kendi sistematiği içinde âyetleri birbiriyle tefsir
etmekte, bir âyete verilen anlamın diğer âyetlerle tevfıki vurgulanmakta ve
insanoğlu âyetler üzerinde tefekküre dâvet edilmektedir. Semantik analizler sâdece
kavramlarda değil, kontekslerde (metin içerisinde cümlenin diğer öğelerine göre
sözün gelişi) ve stilistik anlatımlarda (üslûp – anlatım bilimi) da görülür. Konteks
semiyolojisi (belirtilerden yola çıkılarak anlamaya çalışmak) diyebileceğimiz
bu özellik Kur’ânî icazda (sözü anlaşılır ve kısa söyleme sanatı) daha sık rastlanmaktadır.
Kur’ân’da semantik olarak analizi yapılacak
kelime sayısı zannedildiği kadar çok değildir. Temel ve kilit kelimelerin
analizleri yapılmalıdır.
Meal Hakkında ise şu bilgiler veriliyor:
Kur’ân aslında Arapça olarak Hz. Peygamber’in
şahsında istisnâsız bütün insanlığa müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilen
bir kitaptır. Şu hâlde bütün insanlığa tebliğ edilmesi, bütün insanların Kur’ân’ın
içeriğinden haberdar olması gerekmektedir. Bunun için iki ihtimalden birisi
olacaktır: Ya dünyada herkes oturup Arapça öğrenecek yahut da Kur’ân dünya
dillerine çevrilecek. Herkesin Arapça öğrenmesi hem mümkün değil hem de
gereksizdir. Öyleyse tek ihtimal kalıyor; Kur’ân diğer dillere çevrilmelidir.
Zaten Kur’ân ırkların ve dillerin farklı farklı olmasını Cenab-ı Hakk’ın
varlığının delillerinden sayar.
Bir metnin bütün özellikleriyle birlikte
bir dilden başka bir dile tam anlamıyla çevrilmesi mümkün değildir. Mütercim
metne sâdık kalırsa, tercüme hiç güzel olmaz. Tercüme güzel olsun derse metne
tam sâdık kalamaz. Nitekim ünlü bir İtalyan sözü vardır: ‘Her tercüman hâindir.’ Yâni tercümanlar, metne sâdık kalmazlar,
ihanet ederler demektir. Kısaca her dilin kendine göre özellikleri var. Hiçbir
tercüme aslının yerini tutmaz.
Hele ilâhî vahiy olan Kar’ân’ı çevirmek ise
tam anlamıyla mümkün değildir. Bunun için âyetleri kelime kelime tercüme etmek
ise hiç mümkün değildir. Bâzen kelimelerin anlamları kullanıldığı yere göre
değişiyor. Bir kelime bâzen birden çok anlam ifâde ediyor. Bunun hangisi oraya
daha uygun kestirilemiyor. İşte bunun için ‘çeviri’,
‘tercüme’ demekten ziyâde ‘meâl’ kelimesi kullanılır. Meâl,
sözlükte ‘bir sözün lafzen ve harfiyen
değil, mânâ ve mefhum cihetiyle aktarılmasıdır.’ Bu sebeple ‘meâl’ kelimesi bütün Kur’ân çevirileri
için yaygın olarak kullanıla gelmiştir. Kur’ân, ‘anlaşılmaz bir kitap’ olmadığı
gibi, asla tercüme edilemez bir kitap da değildir, Hiçbir tercüme veya meâl
aslının yerini tutmaz. Bâzı ifâdeleri kapalı gibi gözükse de Kur’ân açık bir
kitaptır ve anlaşılmak için nazil olmuştur. O, amacını bâzen öyle zengin ve
derin kelimelerle ifâde eder ki bunun karşılığını bir başka dilde bulamazsınız.
Kur’ân bâzı yerlerde kısa ve özlü anlatım tarzını benimser, bir deyimle sorunu
çözer. Aslında ne kastettiği açıktır. Arapçaya yeterince vâkıf olunmazsa sözün
ne anlama geldiği tam olarak kavranılamaz. Her dil farklı bir dünya görüşü, farklı
bir kültür ve coğrafyalara mensup toplumların günlük hayatındaki kavram ve
tasavvurların ürünü olduğu için, bir dildeki deyim, bir başka dilde olup
olmadığını veya ne anlam ifâde ettiğini meâlcinin araştırması gerekir.
Unutmamak gerekir ki her meâl aslında bir yorumdur. Her yorum da kendi içinde
bir tefsirdir.
Prof. Dr. İsmail Yakıt’ın
titizlikle hazırladığı emek ürünü eser, 15 X 24,2 santim ölçülerinde lüks ıvory
kâğıda basılı olarak göz ve gönül alıcı güzellikte bir cilt içerisinde
okuyucuya sunulmuştur.
Muhtevâsı kadar, bir bölümü
iktibas edilebilen umûmî bilgiler de son derece mühimdir. Her sûre hakkında önce birkaç satırla efrâdını
câmi, ağyarını mâni bilgiler veriliyor, sonra da mısra-ı berceste (seçme
ifâdeler) kabilinden müfit ve muhtasar (faydalı ve kısa) mealler veriliyor.
Dipnotlarda ise gölgede kalan hususlara açıklık getiriliyor.
Şüphesiz Müslüman Türk’e âit her
evde, mutlaka birkaç adet meâl ve tefsir kitabı bulunur. ‘Kur’ân-ı Hakîm’ isimli eserin ise ayrı ve seçkin bir yeri vardır.
Gerek bu çok değerli eseri
hazırlayan Prof. Dr. İsmail Yakıt Beyefendi gerekse eseri en mükemmel görünümle
okuyucuya sunan Ötüken Neşriyat’a, gönül dolusu teşekkürler, duâlar…
(Parantez içerisindeki açıklamalar, sayfayı
hazırlayana aittir.)
Prof. Dr. İSMAİL YAKIT: 1950’de Denizli’nin Tavas İlçesi Fransızca ve Arapça bilen Prof. Dr. 1-İhvan-ı 20-İbn İletişim |
TÂRİHTEN HİKÂYELER:
Mehmet Yıldızgil,
13,5 X 21 santim ölçülerindeki 200 sayfalık eserinde, ders alınabilecek
yaşanmış olaylardan bir demet hazırlamış. Bunlardan birinde; Hitlerin
baskılarından kaçıp Türkiye’ye sığınan Yahudi asıllı Alman ekonomi profesörü Fritz
Neumark (1900-1991) tarafından söylenen ibretlik bir ifâde var. Türk
öğrencilerder biri sormuş: ‘Hocam,
Avrupalılar bizi niçin sevmiyorlar? Müslümansak, İslâmiyet’i Arap ve Farslardan
aldık. Bize duydukları kadar onlara kin duymuyorlar.’ Ünlü Neumark
gülümseyerek şöyle cevap vermiş: ‘Siz
olmasaydınız, İslâmiyet Avrupalıların gitmek zahmetine katlanmadıkları Hicaz
çöllerinin bazı bölümlerinde kalırdı.
Siz olmasaydınız Anadolu ve Kuzey Afrika kesinlikle Avrupalıların olurdu.
Tekrar ayağa kalktığınız gün Batı’nın târihi yeniden yazılır. Ruhunuza
kavuştuğunuz zaman Avrupa’nın durumu çok şüpheli hâle gelir.’
Prof. Neumark’ın, Türkçemiz hakkında
da dikkate alınması gereken, derin derin düşündüren tespitleri var. 2020
yılında yayınlanan kitaptan okunabilir.
PARANA
YAYINLARI: Ömerli Mahallesi Terme Sokağı, Kiptaş
Sitesi C-6 Apartmanı Nu: 4 F/17 Arnavutköy, İstanbul. Telefon: 0.212-699 20 10
Belgegeçer: 0.212-20 20
e-posta: bilgi@paranayayincilik.com // www.paranayayincilik.com
ATABEYLİKLER
Atabeylik, genelde padişah hocası
olarak karşımıza çıkmakta ise de çoğu kere de şehzade eğiticisi olan bu kişiler
zaman zaman da ölen Sultan’ın dul eşi ile evlenerek şehzadenin hem hocası ve
hem de babalığı görevini üstlenmiştir. Bundan dolayı da devlet yöneticiliği
yönü ağır basmıştır. Tabi bu dönemle ilgili fazla bir bilgi ve belge
bulunmadığından mevcut bilgiler sathî kalmaktadır.
Oğuz geleneklerine bağlı, büyük
kabilelere dayanan ve devletin aslını oluşturan bu Selçuk sülalesinin daha
İslâmiyet’i kabulünden önceki dönemlerde atabeylik müssesinin var olduğu
söylenebilir. Yani; Göktürkler, Uygurlar, Kırgızlar, Karluklar ve diğerleri
kabileler, yeni devletler de aslını adı geçen kabile olmak üzere diğer
kabilelerden meydana gelen konfederasyonlar tarafından kurulduğunu ifâde
edenler vardır. Atabeylik müessesesi Selçuklular devrinde meydana gelmiş
değildir. Türklere ait ve eski bir ictimaî ve siyâsî müessese olarak olarak
ortaya çıktığı görülmektedir.
Atabeylik veya yeni devlet olarak
ortaya çıkan yaklaşık otuza yakın devlet veya devletçik ortaya çıkmıştır.
Bilhassa Haçlılara karşı mücâdele etmişlerdir.
Dr. İsmâil Hakkı Mercan, 2020 yılında
yayınlanan 14 X 21 santim ölçülerindeki 235 sayfalık eserinde konuyu bütün
teferuatı ve örnekleriyle anlatıyor.
BERİKAN YAYINEVİ:
Kültür
Mahallesi, Kızılırmak Caddesi Nu: 61 Gonca Apartmanı Dâire: 6 Kızılay, Çankaya,
Ankara.
Telefon:
0.312-232 62 18 Belgegeçer: 0.312-232 14 99 e-posta: berikan@berikanyayinevi.com www.berikanyayinevi.com
İNSANLIĞA YÖN VEREN SÖZLER
Ateş İsmail Çalışır,
eserinde insanı cihanşümul bir bütünlük içinde kavramaya, hayatın güzelliğinin,
harikuladeliğinin farkına varmaya ve okuyucuyu hayatın özüyle karşı karşıya
getirmeye çalışıyor.
Hayata dâir bütün ifâdelerde
rüyâlarımıza ve duygularımıza tercüman olmasını istediğimiz derin sözlerde ‘vicdan’ ölçüsü vardır ve olmalıdır da.
Zira derin mânâlı kelimeler, Lerna Bataklığı’nın kötülük kalesi olmuş bir
dünyada kurtuluş imkânının bileği taşıdır.
Birinin itaati diğerinin üstünlüğünü;
birinin mazoşizmi diğerinin sadizmini beslerken merhametsiz dünyada, ‘vicdan’
ölçüsünden faydalanabilmek için hassasiyet gösteren sözlerin yer aldığı bir
kitaptır. Biz insanları güven verici, tanıdık titreşimlerle hüzün bulaşığı
garip bir insanlık devrimine çağırıyor. Eser, psikolojik, târihî, iktisâdî ve
başka sosyokültürel faktörlerden doğan bilgilerden oluşuyor.
16 X 24 santim ölçülerinde 571
sayfalık kitap, Ağustos 2020’de yayımlandı.
GECE KİTAPLIĞI:
Kızılay Mahallesi, Fevzi Çakmak 1. Sokak, No: 22/A Çankaya / Ankara. Telefon:
0.312-384 80 40
e-posta:
gecekitapligi@gmail.com // www.gecekitapligi.com
KISA KISA… KISA
KISA…
1-KIRIM TÜRKLERİ: Metin
Erendor / Kame