Kültür Tarihçisi DURSUN GÜRLEK ile Bal Tadında Sohbet

77

Oğuz Çetinoğlu: Kitap, kültürümüzde özel bir yeri ve değeri olan
varlık. Giriş mâhiyetinde kitapla ilgili genel bir değerlendirmenizle
sohbetimize başlayabilir miyiz?

Dursun Gürlek:
Bütün sohbetler elbette ki güzeldir. Hele hele dostlarla yapılıyorsa daha da
güzeldir. Buna bir üçüncü madde ekleyelim, bu sohbet kitap üzerineyse güzelin
de güzelidir. Çünkü kitap bizim dünyamızın ayrılmaz bir parçasıdır. Eskilerin
deyimiyle, ‘Kitap ile insan birbirinin
lazım-ı gayrı mufarıkıdır
.’ Yani kitap ile insan ayrılması mümkün olmayan
iki unsurdur. Kitap ile insan arasındaki ilişki son derece önemlidir. Mesela
eskiler derler ki, ‘Tarih ile edebiyat
birbirlerinin lazım-ı gayrı mufarıkıdır
.’ Yani ayrılması mümkün olmayan iki
parçasıdır. Aynen bunun gibi insan da kitap da ayrılması mümkün olmayan bir
bütündür. Kitabın tarihi de, insanın dünyaya geliş tarihi kadar eskidir.

Kimdi ilk insan? Hz. Adem. Ona kitap verildi mi? Verildi. O
kitaba ‘Suhuf’ diyoruz. ‘Sahifeler’ demek. İşte ilk insanla ilk
kitap başlıyor. Sayfalar günümüze kadar gelmiş.

Mesela ‘sahhaf
diyoruz değil mi efendim. Sayfayla alakalıdır sahaf kelimesi. Doğrusu ‘Sahhaf’tır. Sahaf, ‘galat-ı meşhur’dur, Yerleşmiş yanlıştır. Biz de kullanıyoruz ama
dediğim gibi, galat-ı meşhurdur. O bakımdan insanlık tarihi kadar kitabın
tarihinin de eski olduğunu görüyoruz.

Bazı şeyler vardır ki, eskidikçe kıymetten düşer ama bazı
eşya için bu doğru değil. Kitap da bunlardan biridir. Kitap eskidikçe kıymet
kazanıyor. Mesela iki bin sene öncesine ait yazarların kitaplarını okuyoruz
icabında. Aristo’nun, Eflatun’un Sokrat’ın İbn-i Sina’nın, Farabi’nin, İmam-ı
Gazali’nin bin sene önce yedi yüz elli sene önce, kaleme aldıkları bu kıymetli
kitapları hâlâ okuyoruz.

Bunlardan bir örnek vermek gerekirse ben Hz. Mevlana’nın,
Mesnevi’si üzerine biraz durmak isterim. Mevlana Hazretleri buyuruyor ki:
Dünyevî kralların, hükümdarların, padişahların saltanatları tabuta girince sona
erer. Oysa bizim saltanatımız kıyamete kadar devam edecektir.

Nedir bu saltanat, tabii ki Mesnevi’sine, Dîvan-ı Kebir’ine,
diğer eserlerine dayanan bir saltanattır. Bunların başında Mesnevi geliyor.
Şunu söylemek istiyorum: Yedi yüz sene – 
yedi yüz elli sene geçmiş, büyük bir zevkle, şevkle memnuniyetle
okunuyor ve lezzet alınıyor.

Eskilerin bir sözü vardır: ‘Et tekraru ahsen velev kane yüz seksen.’ Bir mevzu, bir konu, bir
husus eğer faydalıysa, yararlıysa yüz seksen defa bile tekrar etsek yine
faydalıdır, yine yararlıdır.

Bence Mesnevi gibi Sadi’nin Bostan’ı,  Gülistan’ı gibi kitaplar, Mehmet Âkif’in
Safahat’ı gibi eserler bir kere, iki kere, beş kere okunacak kitaplar değildir.
Bunlar ekmek mesâbesindedir. Bir insan dünyanın en güzel gıdasını her gün yese
ondan usanır. Mesela 3 gün üst üste bal yiyemez bir insan. Ama her gün ekmek
yiyoruz ve usanmıyoruz. Çünkü ekmek tabii gıdadır. Birinci derecede lüzumlu bir
gıdadır. Öbürleri ikinci, üçüncü derecededir. İşte bu bahsini ettiğimiz
kitaplardan ve benzeri olan eserlerden Mesnevi gibi, Gülistan gibi, İhya gibi
birinci derecede önemli olan ekmek mesâbesindeki kitaplardır. Tekrar tekrar
okunmasında fayda var.

Katıldığım sohbet toplantılarında gençlere tavsiyede
bulunuyorum. Diyorum ki mesela: Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Beş Şehir’ isimli bir
kitabı var. Sevgili gençler bu kitabın bir şartı vardır. Beş defa okunmak
ister. Hatta daha fazla da okuyabilirsiniz ama asgarisi 5 defadır. ‘Niye hocam?’ diyorlar. ‘Çünkü zevkine beşinci defada varırsınız.’
diyorum. O kadar güzel anlatıyor ki. Tabii, herkes şehir medeniyetini yansıtıcı
sözler söyleyebilir, bu konuda kitaplar yazabilir. Fakat Ahmet Hamdi
Tanpınar’ın üslubu başka. Hani bir söz vardır: ‘Her kadın sakızı güzel çiğner ama Türkmen kızı tadını çıkarır.’
diyor. Yani Tanpınar anlatırsa güzel anlatır, Yahya Kemal anlatırsa güzel
anlatır. Şimdi herkes “Aziz İstanbul”un eşsiz manzaralarından bize bilebildiği
kadarıyla, dilinin döndüğü nispette bir şeyler söyleyebilir ama Yahya Kemal
söylerse “Aziz İstanbul” daha da azizleşecektir. O bakımdan hani bir söz vardır:
Üslubu beyan aynıyla insan.’ Yâni
bir insanın üslubundan kültürel seviyesini ortaya çıkarabilirsiniz. Hatta bunu
şöyle değiştirelim: Okuduğu kitaplardan da bir kimsenin kültürel seviyesini
anlayabilirsiniz. İlmî kitaplar, dinî kitaplar, tasavvufî kitaplar, felsefî
kitaplar. Yüzlerce binlerce konu var ve bu yüzlerce binlerce konuyla ilgili
binlerce, on binlerce, milyonlarca kitap yayınlanmış ama şurası bir gerçektir
ki mesleğimiz ne olursa olsun doktor olalım, avukat olalım, bilgisayar
mühendisi olalım, şu olalım, bu olalım hepimizin ortaklaşa okuyacağı kitaplar
var. Bunlar Safahat’tır, Mesnevi’dir, Gülistan’dır, Türk edebiyatının
şaheserleridir, Fuzuli Divanı’dır, Bâki Divanı’dır, Nedim Divanı’dır, Necip
Fâzıl’ın şiirleridir, Yahya Kemal’in şiirleri ve nesirleridir, Cahit Sıtkı
Tarancı’nın şiirleridir… Yani mesleğimiz ne olursa olsun bu ortak kültürden
hissemizi almamız gerekiyor. Bunlar hepimizin başucu kitaplarıdır. Ben kitap
deyince zaten kendisini tekrar tekrar okutturabilme kabiliyetine sâhip olan ciltli
veya ciltsiz, iki kapak arasındaki sayfaları kastediyorum.

Çetinoğlu: ‘Kitap kurdu’ kavramı size hangi düşünceleri tedâi
ettiriyor?

Gürlek: Evet…
Kitap kurdu sözünü duyunca ben tabii ki kitap tutkunlarını, kitap âşıklarını,
kitap müptelalarını anlıyorum. Bunun karşılığı eski dilde ‘mecanin-i kütüb’tür. Yâni kitap delileri demektir. Mecanin, mecnun
kelimesinin çoğulu; kütüb de kitap kelimesinin çoğulu…

Efendim… Kitap delileri, yani kelimeleri değiştirebiliriz. ‘Kurt’ diyebiliriz, ‘deli’ diyebiliriz, ‘bibliyoman
diyebiliriz. Neticede ‘kitap âşığı kimseler’ demektir ki, efendim, bunlar
da bana göre ikiye ayrılıyor. Bir, kitabı hakikaten okumak, istifâde etmek,
feyiz almak için alan, peşinde koşan, kitap aşığı olduğunu ispat edercesine bu
konuda olanca gayreti gösteren kimseler var. Bir de ‘koleksiyoner’ dediğimiz eski eser meraklısı kimseler var ki, evet
onların da kitap toplaması hoş bir şey. Hiç değilse o kitapları yok olmaktan
muhafaza ediyorlar. Ama unutmayalım ki; kitap, okunmak içindir. Yâni işin özeti
okumak için, hem de defalarca okumak, yararlanmak için, aşk ile şevk ile her
türlü engeli atlayarak kitap peşinde koşuyorsa bir insan, bence asıl kitap
kurdu odur. Bu kurt faydalıdır. Buna bir örnek vermemi isterseniz hiç şüphesiz
Ali Emiri Efendi’den kısaca bahsetmek isterim. Osmanlı’nın son döneminde
Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşayan ve Türk milletine Millet Kütüphanesi gibi
bir kültür hazinesi kazandıran Ali Emiri Efendi kelimenin tam mânâsıyla bir
kitap kurduydu. Bir kitâbiyat bilginiydi. Biz Divan-ı Lügati’t-Türk’ü O’na
borçluyuz. Divan-i Lügati’t-Türk, kültür dünyamızın pırlantasıdır. Bu
pırlantayı O’na borçluyuz. O’nun sâyesinde sahaflar çarşısında bulundu,
keşfedildi ve kültürümüze kazandırıldı. Yâni başka hiçbir meziyeti olmasa Ali
Emiri Efendi’nin, o hizmeti yeter. Kaldı ki kendisi son derece zengin bir
kütüphaneye sahip. Bütün ömrünü kitapların arasında geçirmiş bir insan. Nitekim
büyük şairimiz Yahya Kemal Bey de “Muhtâc
isen füyûzuna eslâf pendinin / Diz çök önünde şimdi Emîrî Efendi’nin”
diyor. Yani
geçmiş devirde yaşamış büyük insanların ilmine, feyzine, kültürüne, ahlakına,
özelliklerine ve güzelliklerine muhtaç isen
-ki muhtacız- hiç durma. Ali
Emiri Efendi’nin önünde diz çök. Yani ‘O’nun
kütüphanesinden, eserlerinden istifade et
’ demek istiyor Yahya Kemal. Çok
da güzel söylüyor şiirin diliyle. ‘Eski
Şiirin Rüzgârıyla
’ isimli kitabında bu şiirin tamamı vardır. ‘Ali Emiri Efendi’ye Gazel’ başlığıyla
çok güzel bir şekilde tasvir etmektedir.

Çetinoğlu: Vaktiyle ‘ayaklı kütüphâne’ olarak vasıflandırılan
insanlarımız vardı. Onlardan söz eder misiniz?

Gürlek: Bu konuda
âcizane ve naçizane bir eser de yazdım. ‘Ayaklı
Kütüphaneler
’ ismiyle. On altı şahsiyetin kitaba olan tutkusunu anlatmaya
çalıştım.

Yazdıklarımdan bir kısmına tabii ki yetişemedim ama bir
kısmına da yetiştim. Mesela yetiştiğim zatlardan biri Sahhaflar Şeyhi Hacı
Muzaffer Ozak’tır. Bu zat, eskilerin ‘hezarfen
dedikleri çok yönlü bir kimseydi. Hem Cerrahilerin şeyhi hem de kitapçıların
şeyhiydi. Yani sahhafların şeyhiydi. Bilhassa yazma eserlerden çok iyi anlardı.
Zaten sahhaf deyince akla, yazma kitaptan iyi anlayan kimse gelir. Ben
yakınında bulundum, sohbetlerini dinledim, yakası açılmadık fıkralar da
dinledim, kitâbiyat bilgisine yakından şâhit oldum.

Keza yine ayaklı kütüphane ismiyle müsemma zatlardan biri de
Ali İhsan Yurt Hoca’mızdır. O da kitabımda var. O’na da yetiştim. O’nun da
yanında gezmekten büyük bir zevk alırdım ve yorulmak nedir bilmezdim. Nereye
kadar yürürse ben de oraya kadar yürürdüm. Çünkü meşşaiyyundandı. Yani
yürüyerek ders verenlerdendi. Eskiden böyle bir felsefî akım varmış. Bazı
hocalar talebelerine yolda ders verirmiş. Onun sağında solunda hem yürürler,
hem de böylece zamanı değerlendirirlermiş. 
Ben de böyle çok şey öğrenmişimdir.

Tabii ki başka yetiştiğim ayaklı kütüphaneler de vardır.
Mesela Ordinaryüs Prof. Ahmet Süheyl Ünver. Süheyl Ünver Hocamız onlardan biriydi. 

Küllük dediğimiz Marmara Kıraathanesi’nin son dönemine
yetiştim. Oraya gelenler de öyle yabana atılacak insanlar değildi. Rahmetli
Profesör Erol Güngör hocamız, yine oraya gelenlerden Ziya Nur Aksun .… Daha çok
bunlar ayaklı kütüphane idi. Onlardan önce Mükrimin Halil Yinanc Hoca vardı ama
biz O’na yetişemedik. Ama ben onu kitabıma aldım.

Böyle ayaklı kütüphaneler çok tabii. Öyle on altı, on yedi,
yirmi altı, otuz altı değil. Tarihimiz bu bakımdan zengin. İlgimi çekmiştir,
Osmanlı Devleti’nin kuruluşuyla yıkılışı esnasında ayaklı kütüphane
diyebileceğimiz böyle büyük âlimler yetişiyor. Bilhassa son dönemde, yâni
Cumhuriyetin ilk yılları, Osmanlı’nın son yılları, son dönemleri işte… Mehmet
Âkif’ler, Ahmet Naim’ler,  Süleyman
Nazif’ler Ali Emiri’leri Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’lar birer ayaklı
kütüphaneydi. Böyle daha birçok isim var.

Çok ilginçtir, böyle geçiş dönemlerinde, eskilerin ulema
dediği büyük âlimlerin geldiğini görüyoruz ki, ayaklı kütüphane sözü bunları
tam karşılıyor. Hatta yavan bile kalabilir. Yâni bunlar ‘seyyar kütüphane’dir. Eskiden hâfızlara ‘seyyar Kur’an’ derlermiş. Hareketli, yürüyen Kur’an demektir.
Bunlar da seyyar kütüphane. Yanılmıyorsam, büyük Türk Lügati’nin yazarı bir zat
var. Büyük Türk Lügati’nin yazarı… Hatırlayınız. Hüseyin Kâzım Kadri. O, veya
babası…. Trabzon’a vâli olarak gönderiliyor devlet tarafından. Süleyman Nazif
demiş ki; dostlar, arkadaşlar bundan sonra Trabzon’a yolunuz düşerse yanınızda
kitap, ansiklopedi, lügat vs götürmenize gerek yok. Hüseyin Kâzım Bey oraya
vâli oldu. Seyyar kütüphanedir kendisi.

Böyle insanlar vardı. Şimdi bana sorabilirsiniz bu ayaklı
kütüphaneler günümüzde de var mı? Gök kubbenin altı boş değildir. İlla ki
vardır. Tabiat, boşluk kabul etmez. İlim de boşluk kabul etmez. İlim hoşluk
kabul eder.

 

KİM KİMDİR?

MUZAFFER OZAK: Vâiz, Sahhaf,
Halvetî-Cerrâhî şeyhi, toplumun mânevî dinamiklerinden Muzaffer Ozak, 18
Şubat 1985 tarihinde İstanbul’da
69 yaşında vefat etti. Doğumu: İstanbul’da Karagümrük semti, 1916.

 

Küçük yaştan itibâren dinî bilgiler tahsil
etti. Hat ve tezyinat derslerine devam etti. Muhtelif camilerde müezzinlik
yaptı. Kitapçılık sanatını öğrendi. Daha sonra Beyazıt Camii’ne müezzin
olarak tâyin edildi. Bu sırada Sahaflar Çarşısı’nda bir dükkân açıp
müezzinliğin yanında sahhaflık yapmaya başladı. Müezzinlik yaparken dinî
mûsiki meşketti. Kapalıçarşı civarındaki Camili Han diye bilinen mescidin
onarımına vesile olup burada vefatına kadar vaaz verdi, hutbe okudu, cuma
namazı kıldırdı. Yirmi yılı aşkın bir süre Süleymaniye Camii’nde ramazan
aylarında fahrî imamlık yaptı.

 

1965 yılında Nûreddin Cerrrâhî Tekkesi’nde
irşad görevine başladı. Muzaffer Ozak vaiz olarak görev yaptığı, aralarında
Sultan Ahmed, Beyazıt. Fâtih, Eyüp, Süleymaniye gibi selâtin camilerinin de
bulunduğu toplam kırk iki camide, kahvehanelerde, Karagümrük’teki Nûreddin
Cerrahî Tekkesi’nde ve özellikle kendine has bir ilim ve irfan merkezi, bir sohbet
meclisi niteliği taşıyan sahaf dükkânında her seviyeden insana İslâmiyet’i
öğretmeye, sevdirmeye ve dini yaşamalarını sağlamaya çalıştı.

 

Hoşsohbet ve fevkalâde nüktedan,
anlaşılması zor dinî meseleleri kolayca özetleyip izah etme, konuları ibret
alınacak hikâyelerle veciz bir şekilde anlatma ve öğretme yeteneğine sahip
bir halk vaizi idi. Sohbet ve âyinler için dâvetler aldığı Kudüs, Bağdat, Şam
ve Kahire gibi şehirlere, Amerika, Almanya, İngiltere, Hollanda, Belçika ve
Fransa gibi ülkelere gitti.

 

Yayınlanmış
eserleri:

1. İrşad (2 Cilt. İstanbul 1964, 1967), 2- Envârü’l-kulûb (2 Cilt. İstanbul 1975, 1977, 1979), 3- Zînetü’l-kulûb (İstanbul 1973), 4- Aşk Yolu Vuslat Tariki (İstanbul,
1975), 5- Gülzâr-ı Ârifân / Aşk Bahçesi
(İstanbul 1969, 1977), 6- Submission,
Sayings of the Prophet Muhammed
(New York 1977), 7- Ninety-ni-ne Names of Allah (New York 1978), Ozak ayrıca
Kudûrî’nin el-Muhtasar’ını Türkçe’ye çevirmiştir.  M. Râif Oğan’ın yayımladığı İslâm Dünyası
adlı mecmuada yazıları çıkmıştır.

 

 

DURSUN GÜRLEK:

1952 yılında
Tokat’ta doğdu. İlk ve orta tahsilini memleketinde tamamladı. İstanbul
Atatürk Eğitim Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Yeni
İstanbul, Tercüman, Hürriyet, Günaydın gazetelerinde çeşitli görevlerde
bulundu. Bir süre muhtelif okullarda Türkçe ve Edebiyat öğretmenliği yaptı.
Biyografi araştırmaları ve çeşitli makaleleri Meşale, İnanç, Millî Kültür,
Türk Edebiyatı, Kültür Dünyası gibi dergilerde yayınladı. Tarih ve Düşünce
Dergisi’nin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. Bu dergide neşrettiği ‘Kırkambar’
ve ‘Ayaklı Kütüphâneler’ başlığı altındaki yazılarıyla dikkat çekti.

 

Yazar; Osmanlı
tarihi, şark klasikleri ve biyografi sahasında çalışıyor. Başta Kubbealtı
Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı olmak üzere, çeşitli kültür kuruluşlarında
Osmanlıca dersleri, ihtisas alanındaki konularda konferanslar veriyor ve
İstanbul gezilerinde rehberlik yapıyor. 

 

Yayınlanmış eserleri

*Osmanlı Zaferleri, *Osmanlı Kumandanları,*Köprülüler, *Banu Cihan, *Tutiname,
*Sünusiler, *İlim ve İrade, *İbrahim
Aleyhisselam
, *Amak-ı Hayal,*Karınca Huzura Varınca (2005), *Mâziye Bir Bakıver (2005), *Çınaraltı
Kitap Sohbetleri
(2005), *Kültür
Dünyâmızdan Manzaralar
(2010), *Tefekkür
ve Tebessüm
(2011), *Sohbet Tadında
(2012), *Ayaklı Kütüphâneler (2012).

 

Önceki İçerikBenliğin Varlık Hikmeti
Sonraki İçerikMars’ta Yeni Kâşif ve Türkiye’nin Uzay Macerası
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.