Kültür Adamı ve Mütefekkir Prof. Dr. E. Tbp. Kd. Albay İbrahim Öztek ile Türk Sporu Tarihi Eski Türklerde Güreş-Kuraş üzerine sohbet

143

 

KURAŞ (KURAŞ * KÜREŞ * GÜREŞ) ve târihi gelişimini anlatır mısınız?

İbrahim Öztek: Kuraş/Küreş/Güreş; Güç, kuvvet, dayanıklılık, sürat ve çeviklik yeteneklerini kazanmış iki kişinin, belli ahlâkî ve teknik kurallar çerçevesinde tutarak ve sarılarak, akıl yolu ile yaptıkları oyunlar, birleşik oyunlar ve karşı oyunlar dizisi ile birbirini alt etme sanatıdır. Kuraş/küreş/güreş, Türklerin ata sporudur. Eski Orta Asya Türk kültürünün ve beden eğitimi kültürünün bir parçasıdır. Ural-Altay dili konuşan toplumların tamamı tarafından târih boyunca yapılagelmiştir. Kuraş/Küreş/Güreş, geçmişte insan gücünü savaşa hazırlamakla beraber, barış zamanlarında; düğün, dernek, tavam, harman, yeni yıl, doğum ve ölüm günlerinin sosyal bir etkinliği olmuştur.

Arkeolojik araştırmalar, kitâbeler, kaya resimleri, duvar süslemeleri, halılar ve süs eşyaları, destanlar, şiirler ve mitoloji, kuraşı/küreşi/güreşi anlatır. Deri pantolonlar, kisbet, örgülü pantolon, ceket ve diğer bazı özel elbiseler de bu kültürün bir parçası olarak günümüze kadar ulaşmaktadır. Sümerlere (M.Ö. 2.600) ve Etrüsklere (M.Ö. 1.000) ait duvar süslemelerinde güreşçiler yer almaktadır. İskitler (M.S. 500-800) kemik eşyalar üzerine kısbet giymiş güreşçilerin resimlerini çizmişler, Karluklar (766-1215) tahtadan yapılmış süs eşyaları üzerine güreşçi figürleri yapmışlardır. Orhun Kitabelerinde Küreş anlatılır. Bugün batı Türklerinin Güreş ve Güleş olarak kullandıkları sözcük, Orta Asya’da kurulmuş Karahanlı Türk Devleti (840-1042) âlimlerinden Kaşgarlı Mahmud’un Divan-ü Lügat-it Türk’ünde (1072) Küreş olarak veya Yıkım * Yıkışma olarak kullanılır. Ayrıca Çalış ve Çelme gibi kelimeler de Güreş için kullanılmıştır.

Yine bir diğer Türk âlimi Yusuf Has Hacip’in Kutatgu Bilig‘inde (Kutlu Bilgiler Kitabı) Küreşmek; boğuşmak olarak tanımlanmıştır. Yusuf Has Hacip, kahraman isimli şiirinde; kahramanın, tutuşta (güreşte/kuraşta) saksağandan daha tetik olması gerektiğini vurgulamaktadır

KÜR: güçlü kuvvetli yiğit anlamındadır. KÜR-EŞ; yiğitlik için eş, yiğit arkadaş

KÜR-EŞ-MEK; Yiğitlik için eşleşmek, KÜR-ER; yiğit yürekli kişidir.

KÜR -ŞAD; yiğit, kahraman prenstir. GÜR kelimesi de KÜR ile aynı anlamda olup, ayrıca bolluk, çokluk, gürlemek, gürleşmek anlamındadır.

Güreş yapan kimseye; Güreşçi, Kuraşçı, Güleşçi, Küreşçi, Alp, Pehlivan denir. Aslı Pahlavan olan Pehlivan kelimesinin ilk defa İskit ve Med dillerini kullanan Part İlhanlılığı’nda (M.Ö. 250- M.S 226) kullanıldığı görülmektedir.  Bu kelime daha sonra Fars diline yerleşmiştir, PEHLEV; il, şehir, VAN; bekçi, korucudur. PEHLEVAN; iri yarı, güçlü kuvvetli kişi, şehri koruyan kişi (şehir korucusu) demektir. Bu kelime de Slavlarda BALVAN, Orta Asya’da PALUVAN, Araplarda BAHLUVAN olarak kullanılır.

Konunun Türklerle ilgili bölümü olarak neler söylenebilir?

Öztek: ESKİ TÜRKLERDE GÜREŞ: Ural-Altay dil grubundan bir dille konuşan ve Türk olan Sümerler M.Ö. 5.000 yıllarında Sirderya ve Amuderya (Seyhun ve Ceyhun) nehirleri arasından Anadolu’ya gelmişler, Anadolu’da M.Ö.1.500 yıllarına kadar süren çok uzun ömürlü büyük bir medeniyet kurmuşlardır. 2.500 yıllarına ait bir Sümer tapınağı duvarında birbirinin kuşaklarından tutarak güreşen sporcuların resimleri yer almaktadır. Târihin derinliklerinden günümüze uzanan bir süreç içinde bu güreş; bugün kuraş, kuresh/gulash, kuşak güreşi, Tatar güreşi, Tartar, Alış, (Orta Asya Türk devletleri), aba güreşi (Türkiye), Chidaoba (Gürcistan), Khoh (Ermenistan), Barilda (Moğolistan), Khapsagai/yakuti (Yakutistan), Chukchi (Sibirya), Trinte [Moldova), Glima (İzlanda) pantolon güreşi (İsviçre), Sirum (Kore), sambo (Rusya), sumo ve judo (Japonya) isimleri ile bizlere ulaşmıştır. Bu güreşlerin tamamında, ceketli veya ceketsiz, bele bağlanan bir kuşak vardır. Bu kuşaktan aralıklı veya sürekli tutulur. Birçoğunda oyunlar bu kuşaktan tutarak ve kuşaktan güç alarak uygulanır. Bu sporların tümünü kuşak güreşi kategorisine sokmak yanlış olmaz. Yine bu sporların tümü eski veya yeni Türk toplumlarında yapılagelmektedir. Yani bunlar Türk sporlarıdır

M.Ö. 28 yılında Oğuz Kağan ölürken, çocuklarına; “Ey oğullar! ben çok yaşadım, çok savaşlar gördüm, çok ok attım ve çok güreştim” demiştir. M.S. 450 de Roma kapılarına dayanan Atilla ve Hun orduları Germenleri istila etmişler, Got’lar ve Germenlerle yakın ilişki içinde, onlara Orta Asya kültürünü ve güreşi öğretmişlerdir. İsviçre’nin pantolon güreşi de o kültürün bir parçasıdır. M.S. 522 de Bumin Kağan zamanında Göktürklerde erkek ve kadın güreşçiler ayrı ayrı güreş tuttukları gibi birbirleri ile de güreşirlerdi. Hatta evlenme çağına gelen kızlar, erkeklerle güreş tutar, kendini yıkan erkeğe varırlardı. Bilge Kağan’ın Orhun Kitabelerinde de Küreş ve Yıkışma sık olarak yer almıştır. Dede Korkut; Bey kızı BANI ÇİÇEK’in, kendisine evlenme teklif eden bey oğlu BAMSI BEYREK’ile yarışması ve güreşmesini; “Ey bey oğlu benimle evleneceksen, at koşturalım. Benim atımı geçersen, Ok atalım, benim okumu yararsan; Seninle güreşelim, beni basarsan sana varırım” diye anlatır.

“At teptiler Beyrek kızın atını geçti. Ok attılar, Beyrek kızın okunu yardı. Sonra attan indiler kavraştılar. İki pehlivan olup, birbirine sarmaştılar, Beyrek götürür kızı yere vurmak ister. Banı Çiçek, Beyrek’i götürür yere vurmak ister. Beyrek bunalır. Kıza basılacak (yenilecek) olursam soylu Oğuz içinde başıma kakınç, yüzüme tokunç ederler. Dedi ve gayrete geldi. Kavradı kızın bağdamasını aldı. Emciğinden tuttu, kız koçundu, kızın ince beline dolandı, Arkası üzerine yere vurdu. Bu hikâye, kızın güreşte erkeği ne kadar zorladığını ve erkeğin kızı yenmek için hileye başvurduğunu anlatmaktadır.

İslamiyet’ten sonra da, Hazreti Muhammed’in atıcılık, binicilik, koşu ve güreş sporları ile meşgul olması ve tavsiyesi ile Türklerde güreş önemini korumuştur. Yeni Çin kaynaklan da Türk güreşlerinin değişik süslemelerde yer aldığını ve bu güreşlerin elbiseli olarak yapıldığını izah etmektedir. Bu elbise ABA’dır. Aba, sağlam kumaş, keçe veya deriden yapılmış kaban boyunda, beli özel bir kuşakla bağlanan cekettir. Günlük elbise olarak kullanılır. Bu elbise ile ceketin muhtelif yerlerinden veya kuşaktan tutularak yapılan güreş ise Aba güreşi ismini alır. Eski Türklerin yaptığı elbiseli güreş veya kuraş, gerçekte bu Aba güreşidir

Kırgızların Manas (840-1207), Kıpçak’ların Hanname’sinde Pehlivanın gücünü tanrıdan aldığı belirtilmektedir. MANAS Destanında; “Pehlivanlar Pehlivanı Koşay Han Manas’ın deri kısbetini giyerek, ihtiyar haliyle Nogay’ın Yoloy Hanı ile güreşir. Tanrı artık Koşay hana kuvvet vermiştir. Onun damarlarında Tanrının kuvveti dolaşmaya başlamıştır. Tuttuğu gibi Yoloy Han’ı yere vurur ve yener

Tuslu Firdevsi (935-1020) yazdığı “Şehnâme”sinde savaş meydanlarında Türk, İran ve Afgan yiğitlerinin savaş öncesi saatlerce güreştiklerini anlatır. Onun kahramanları; İranlıların Afrasyap (Efransiyab), olarak isimlendirdikleri Saka Türk hakanı Alp Er Tunga veya onun güreşçileri olan Barman ve Püvalend ile İran hükümdarının kardeşi Kubat ve Afgan Kralı Zal oğlu Rüstem’dir Olaylar M.Ö. 7. Yüzyıla kadar uzanmaktadır. Ünlü târihçi El Havarizmi, Küreşin Oğuz, Kıpçak ve Karahanlılar’da son derece yaygın olarak yapıldığını anlatır. Batı Dünyasının AVICENNE ismiyle bildiği büyük Türk hekimi ve filozofu Buharalı İbni Sina (980-1037) sağlık için “KÜREŞ” yapılmasını tavsiye etmektedir.

Ünlü târihçi Harold Lamb, Cengiz Han aldı eserinde Türkler için; “Bu ülkede ata binmeyen, güreş yapmayan adama kız bile vermezler” diyor. İbni Fadlan (10. yüzyılda yaşamış Arap seyyahı) “Seyahatnâmesinde”; “Türk kadınları erkekleri ile birlikte savaşırlardı. Kuvvetleri kollarında toplansın, vücutları çevik olsun diye atlara sıçrayarak binerler, daha çok erkekleriyle YIKMACA (güreş) ve Yumruk güreşi yaparlardı”. Taşkentli bilim adamı Abdülkerim bir eserinde Türk gencinin iyi yetişip savaşa hazır olması için Yıkmaca (güreş) bilmesi şarttı diyor.

Çağatay edebiyatının en ünlü şahsiyeti olan Ali Şir Nevai (1441-1501), mektup ve hatırat türü edebi eserlerinde uzun uzun Muhammet isimli bir pehlivanı ele almış ve “Pehlivan Muhammet’in halleri” ismiyle bunları yayınlamıştır. Kuraş/Küreş/Güreş, pek çok şiirde de yer almıştır. Bunlara aşağıdaki örnekler verilebilir: Karahanlı Kaşgarlı Mahmud’un Dîvân-ü Lügat-it Türk’ünde (1068-1074) Kış ve Yaz mevsimi için şu ayrı iki dörtlük yer almaktadır, Şiirde Kış ve yaz iki öfkeli pehlivan gibi ortaya çıkıp kapışıyorlar:

ESKİ DİL                                                     YENİ DİL

Kış yay bile tokustı Kış yaz ile tokuştu

Kingır Közün bakıştı Kızgın yan yan bakıştı

TUTUŞGALI yakıştı TUTUŞMAYA yaklaştı

UTGALIMAT ogroşur Birbirini ÜTMEYE uğraşıyorlar

Yay kış bile karıştı                                          Yaz kış ile karşılaştı

Erdem Ya’sın kurustı Erdem yayını karşılıklı kurdular

Çeriğ tutup KÜREŞTİ Saf bağlayıp GÜREŞTİ

Ok atgalı örtüşür                                           Ok atınca az kalsın birbirini öldürüyorlardı

 

Yunus EMRE’den:

Âşık oldum bugün meydan benimdir.

Benimdir Pehlivan meydan benimdir.

Topu kimse alamaz meydanımdan

Bugün meydan, top, çevgan benimdir.

BAKİ’nin Kanuni mersiyesinden;

Şemşir gibi Rüy-u zemine taraf taraf

Saldın demir kuşaklı Pehlivanları

Osmanlı Devleti döneminde de güreş ata sporu olarak ön plânda idi…

Öztek: Göktürk’lerde olduğu gibi Selçuklu ve Osmanlı’larda çocuklar güreşe 4-5 yaşlarında başlatılırdı. Padişahlar da güreş yaparlar, Pehlivan, hatta Başpehlivan unvanını alabilmek için büyük gayret gösterirler ve çok güçlü idmanlara katılırlardı. Bu idmanlarda çok ağır taşları kaldırma, taş dolu küfeleri kaldırıp indirme, sırtlama, çökme veya yürüme, gürz gibi ağırlıklar sallama, ipe tırmanma, ağaç gövdesi ile boğuşma, bir buzağıyı 6 aylık oluncaya dek bir tepeye çıkarıp indirme ve birbirlerine oyun deneme şeklinde çalışmalar yapılırdı.

Millî benliği, kültürü, gelenekleri ile dini yaymak ve korumakla görevli Alperenler ve Babalar, Hoca Ahmet Yesevi’nin halifeleri olarak Kafkaslar, Anadolu ve Rumeli’ye yayıldılar. Bunlar aynı zamanda son derece iyi yetişmiş pehlivanlar yani kuraşçılar veya güreşçilerdi.

Selçuklu Türklerinde spor olarak neler vardı?

Öztek: Selçuklu sultanları da güreşe önem verir, güçlenmek için ağırlık kaldırırlardı. Sultan I. Alâeddîn Keykubat’ın salladığı gürz 166,5 kg, Karaman Bey’in oğlu Nurettin’in çalıştığı ağırlık 205 kg, Alâeddîn Beyin çalıştığı ağırlık ise 231 kg. idi. Neşrî’nin târih kitabı Kitâb-ı Cihannüma‘da bu konuda bahisler vardır.

Osmanlı Devletinde de spora önem veriliyor muydu?

Öztek: Osmanlı Devleti’nin kurucusu Ertuğrul Gâzi (1198-1282)’den; cesur, sözlerinin eri, Pehlivan, haddinden fazla güçlü ve kuvvetli diye söz eder. Osmanlı Padişahlarından Murat Hüdâvendigâr, Fatih Sultan Mehmed, 2. Bâyezid, Yavuz Sultan Selim, 4. Murad ve Sultan Aziz de mükemmel güreşçilerdi. 4. Murad emsalsiz bir güce sahipti. Her gün salladığı mermer ağırlık 102 kg. idi. Bir gün has odada veziri Musa Paşayı sağ eli ile kemerinden tuttuğu gibi başının üzerine kaldırmış ve odada öylece dolaştırmıştır. Bağdat seferinde attığı oklarla savaşçısı ile birlikte 12 demir zırh delmiş, savaştan sonra bu zırhlar Bağdat kapısına asılmıştır. Topkapı sarayında mızrak atarak delmediği demir kapı bırakmamıştır.

Sultan Abdülhamid zamanında da Koca Yusuf, Kurtdereli Mehmet, Kara Ahmet, Filiz Nurullah ve Kara Osman gibi güreşçiler, Türk güreşini Avrupa ve Amerika’ya tanıtarak, TÜRK GİBİ KUVVETLİ sözünü Dünya’ya kabul ettirmişlerdir. İki metrenin üzerinde, 160 kg. ağırlığındaki Filiz Nurullah’a organizatörler, çoğu zaman Avrupa’da rakip bulmakta güçlük çekmişlerdir.

Güreşte ustalaşmanın en önemli basamağı Kısbet giyme törenleri idi. Bu törenler son derece ciddî yapılır ve törene Hazreti HAMZA’nın ruhuna dualar okunarak başlanır, sporcu kısbeti öper, başına koyar, sonra sağ ayağını sokarak giyerdi. Bu törenlerde ayrıca kurbanlar kesilir davullar zurnalar eşliğinde güreş tutuşulurdu.

Osmanlı Devletinde spor okulları var mıydı?

Öztek: Osmanlı devrinde her mahallede çeşitli spor okulları ve özellikle güreş okulları bulunurdu. Bunlara GÜREŞ TEKKESİ veya ZORHANE denirdi. Güreş hocaları da DERVİŞ olarak adlandırılırdı. Güreşçiler halk tarafından desteklenir. Masrafları karşılanır. Her güreş müsabakasından sonra ödüllendirilirlerdi. Padişahlar da güreşçileri kollar, onlara sarayında yer verirdi. Padişah huzurunda yapılan güreşler ise daima bir bayram havası içinde geçerdi. Çok eski çağlarda elbise ile yapılan güreş, zamanla oyunların uygulanmasının zorlaştırılması maksadı ile ceketsiz yapılmaya başlanmış, daha sonra da zorluğu artırmak için vücuda yağ sürülerek Yağlı Güreşe geçilmiştir. Karakucak güreşi veya Serbest Güreş 19. ve 20. Yüzyılda Türkler tarafından bütün Dünya’ya öğretilmiştir.

Türk sporu olarak bilinen güreş oyunlarının derinliği nerelere kadar uzanıyor?

Öztek: Çin ve Hindistan gibi eski medeniyetler, güreş ve mücadele sporlarını kendi târihleri içinde BODDHÎDHARMA (DARUMA TAİSHÎ) ile başlatırlar. Boddhidharma, güreş ve dövüş sanatını bilen Hintli bir rahiptir. M.S. 540 yılında Çin’e gider ve bu sanatını KUNG-FU ADI İLE Çinlilere öğretir. Bodhidharma ve birçok Budist rahibin güreş ve dövüş sanatlarını öğrendikleri yer ise misyonerlik yaptıkları Tibet ve Orta Asya’dır. Budist rahipler, güney Türk illerinde ‘yaşayan Türklerin büyük bir kısmını Budist yapmakta başarılı da olmuşlardır. Silahsız gezen, savunma araçlarına sahip olmayan rahipler, bu ilişkiler içinde mücadele sanatlarının inceliklerini Türklerden öğrenmişler ve geliştirdikleri oyunları da sır gibi saklayarak, antrenmanlarını mabetlerde yapmışlardır. Bu sebeple Çin’de ve Japonya’da mücadele sanatları yüzyıllarca mabed sporu olarak kalmış, halka inmemiştir. Bu mabetlerin en önemlilerinden biri de Çin’deki Şaolin manastırıdır. 17. yüzyılda Çin’den Japonya’ya geçen mücadele sporcuları veya savaşçılar, mücadele sanatını Japonya’da öğretmeye başlarlar. Önce JUJUTSU, sonra da başta judo olmak üzere karate, aikido, kendo ve iaido gibi mücadele sporları Japonya’da alabildiğince yaygınlaşır. Çinlilerle Türkler arasındaki târihin derinliklerine uzanan sosyal, kültürel. Askerî ve siyasî ilişkiler, savaşlar ve Türklerin Çin’de kurduğu devletler göz önüne alındığında, Çinlilerin, mücadele sanatlarını doğrudan Türklerden öğrendikleri de bir gerçektir. Eski bir Türk atasözü, “Bir Türk On Düşmana Bedeldir” şeklindedir. Meşhur Çin seddinin yapımının sebebi ise doğrudan Türk tehdididir.

Ruslar da spora önem veriyorlar…

Öztek: Rusların millî spor haline getirdikleri SAMBO’nun da özünde Türklerin güreşleri vardır. Sovyetler Birliğindeki etnik halkların, yani Kazak, Özbek, Kafkas, İran, Sibirya ve diğer Orta Asya Türklerinin değişik güreş şekilleri ve özel­likle de kuşak güreşleri (Kuraş) incelenmiş, bu sporlardaki oyunların en etkili olanları bir araya getirilmiş, daha sonra da modern judonun bazı teknikleri ile birleştirilerek, bugünkü SAMBO şekillenmiştir.

Avrupada durum nasıl?

Öztek: Avrupa’nın yakın spor târihine baktığımızda, orada da elbiseli güreşin izlerini görmek mümkündür. Hatta 1400-1500 yıllarında Almanya’da yapılmakta olan mücadele sporlarına ait teknikler, çağına göre son derece modern bir şekilde çizilmiş, anlatılmış ve bunlar taş baskı kitaplarda da basılarak yayınlanmıştır.

Atatürk ” Benim en çok sevdiğim spor güreştir. Çünkü güreşin içinde yer alan yüzlerce oyun, bedeni geliştirdiği gibi aklı da geliştirir. Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim” derken, güreşçilerimizden esinlenerek, bütün sporcularımızı böyle görmeyi arzu ettiğini dile getirmiştir, Bu sebeplerle mücadele sporlarının, ruhunda olan sevgi, saygı ve disiplin ahlaklı gençlerin yetişmesinde son derece önem taşır.