Mustafa Pehlivanoğlu, Cevdet Karakaş, İsmet Şahin, Fikri Arıkan, Cengiz Baktemur, Ali Bülent Orkan, Halil Esendağ ve Selçuk Duracık…
Bu isimler 12 Eylül 1980 askeri müdahalesinden sonra idam edilen bazı gençlerdir. Bunlar, Türkiye’deki rejimi değiştirmek için ortaya çıkmış, demokrasi karşıtı, Türkiye’yi Türkiye yapan değerlerle kavgalı, milli ve manevi değerlerle çatışan ve darbe aracı olarak kullanılan isimler değildir. Bunlar, belki de faşizmle ilgili yeterli bilgiye sahip bile olmadan peşinen faşist olarak suçlanan insanlardır. Türk milliyetçiliği fikrine inanmışlardır. Asıl suçları, Sovyet emperyalizmine olduğu kadar; Amerikan emperyalizmine de karşı olmak idi. Bunlar, emperyalizmler arasında tercih yapmadılar.
12 Eylül 1980 öncesi Türkiye’nin içine düşürüldüğü kanlı terör ortamında ve kargaşada her gün onlarca insanımızın öldürüldüğü ve darbeye yönlendirildiği bir dönemde yaşayan bu gençler; şuurlu vatandaş olmanın bilinciyle milli tepkisini ortaya koyan, devlet otoritesinin kayboluşuna isyan eden isimlerden sadece birkaçıdır. Bunlar, kullanılmadıkları, basından değişik kuruluşlara kadar imtiyazlı ve hayat boyu torpilli çevrelerin yakınlarında bulunmadıkları için isimlerinden pek bahsedilmez. Zaten aile yapıları incelendiğinde, bunların Türk orta sınıfının bel kemiğini teşkil eden aile ve çevrelerden geldikleri görülür. Bunlar, bazı şehir bölgelerinin şımarık ve yabancılaşmış soyguncu çocukları değildir. Maalesef kullanılmış bazı isimlerden bugün çokça bahsediyorsak ve onlara iade-i itibar peşinde bazıları koşuyorsa; bu, bazı çevrelerin günah çıkarmasıdır. Çünkü; devrim yapacağını zanneden ve yanlış adreste kurtuluş aramaya sevk edilen bu gençlerin asıl katilleri; onları olmayacak yollara sürükleyip kır veya şehir gerillasına soyunduranlardır. Devlet güçleri ile çatıştıranlardır. Bu çevrelerin ve onların bugün devamı olanların bir mahcubiyeti vardır. Günah çıkarma isteği, idam edilen bazı gençleri kahramanlaştırma çabası bundandır.
Türkiye’de sosyalist bir rejim kurarak düzeni düzelteceğini zanneden, istismarın ortadan kalkacağını bekleyen, örtülü bir takım hedeflere varmak için teşvik edilen ve idam edilen gençler çok çirkin bir şekilde kullanılmışlardır. Kullanılanlar ile Türk Milletinin ulvi değerlerine yönelmiş saldırılara, milli bütünlüğü ve Cumhuriyeti hedef almış aşırı soldan beslenen ihanet ve tuzaklara karşı direnenleri bir göremeyiz. Aynı kefeye koyamayız. Ölen ve idam edilen herkes için üzülürüz. Ama, kullanılma kelimesini vatanını sevmekten başka bir sermayesi olmayanlara uygun göremeyiz. Kullanılma kelimesinin vatanın birlik ve bütünlüğü için kalbi çarpan, Türk Milleti ile yabancılaşmamış insanlar için kullanılması çok çirkin kaçmaktadır. Bazıları bunu anlayıp kavramayabilir. Herkesten aynı hassasiyeti de bekleyemeyiz. Kimisi hassastır, tepki gösterir; kimisi ise, her ortama ve şarta kendini uydurabilir ve tepki göstermez.
Bir dönem Sovyet tehdidi ve Leninleştirilmiş Marksizmin Sovyetlerin yayılma aracı olarak kullanılmasının milli devletleri nasıl etkilediği bilinmektedir. Bugün ise; ABD çıkarlarına hizmet anlamına gelen siyasi, iktisadi ve kültürel şekillendirme olan küreselleştirilme, Yeni Dünya Düzenine uydurulma gayretleri ile karşı karşıyayız.
Küresel gücün etkisinin arttığı bir ülkede demokrasi şeklen yaşar hale gelmekte ve kan kaybetmektedir. Bu etkinin artışı demokrasinin gerilemesi anlamını taşıdığı gibi; küresel güce hizmet eden, onunla siyasi gelecekleri için işbirliği yapanları da otoriter ve totaliter bir çizgiye sokar. Tek egemen güç olma yolunda ilerletir. Kuvvetler ayrılığı prensibi gözardı edilir. Hukuk devleti parti devletine bürünür. Güney Amerika demokrasi örnekleri gündeme gelir. Küresel güç için önemli olan; bir ülkede demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla yaşaması, yaşatılması değildir. Önemli olan; işleyen düzenin demokrasi adı altında kendi çıkarlarına hizmet edebilmesi, küresel sermayenin payını arttırabilmesi, iktisadi kaynakların talan edilebilmesi, coğrafyaların vatansızlaştırılarak etki altına alınabilmesidir. Buna emperyal demokrasi de denebilir. Bu sapma yola girmemek, girilmişse bir an evvel bu çıkmaz yoldan uzaklaşmak, milli iradenin tahakkuku ve demokrasinin sürdürülebilmesi için şarttır. Yeterli bir demokrasi tecrübesine sahip ülkeler bu tehlikeyi fark ederek ortak tavır almak durumundadırlar.