Algılanması ve Değeri Bakımından Zaman

166

Zaman, alışılmış veya alışılmamış, acı tatlı, karlı zararlı her türlü hareket ve olayın, değişimin ve başkalaşımın vaki olduğu şeydir. Devletler, milletler, nimetler, felaketler onda ortaya çıkar, onda büyür, onda son bulur, onda kalır.


Zaman, varlıkla yokluk arasında iyi ve kötü, nimet ve bela, genişlik ve darlık, sıkıntı ve hastalık, zenginlik ve fakirlik, kar ve zarar gibi zıtları, türlü şaşılacak şeyleri içerside toplayan akıp giden bir nehir hatta bir gemi gibidir.


“Zamanı bir gemi gibi görüyorum, bizimle ölüme doğru
Akıp gidiyor, fakat hareketlerini göremiyoruz”


Zaman ki, insanın ömrünün en kıymetli sermeyesi oluşu ifade eder. İnsan ne kazanacaksa onunla kazanacaktır. Ömür zamandan bir cüzdür. Ömür zamanla akmaktadır. Hatta insan için zaman, ömründen hatta ömrünün içinde bulunduğu andan ibaret değildir. Karsız geçen her an, o güzel sermayeden heder edilen bir ziyan, bir hüsrandır.


Mutasavvıflar,  sofi, ibnü’l-vakt (vaktin oğlu) olmalıdır, yani ömrünün ve özellikle fiilen içinde bulunduğu vaktin kıymetini bilmeli ve onunla yarın ahiret için ne kar, ne hayır elde edebilmek mümkün ise onu kazanmaya çalışmalıdır, demişlerdir.


Ahireti inanmayanlara, “bu günün yarını yoktur”, diye dünya zevkini sürerek gönüllerince kam almak için, “Gün bu gündür, saat bu saattir, ne yapacaksak şimdi yapmalıyız” diyerek, ne olursa olsun vaktini, çıkarını gözetme manasında, ibnü’z-zaman denir.


Vakit bir fırsat ve ömür bütün anlarıyla bir taraftan tükenmek, bir taraftan artmak üzere bulunan nimetlerin asıllarından bir nimet olmak hesabiyle vakit ve zamanın kadrini takdir ile ömrün kıymet ve mahiyetine dikkat nazarını çekmek için asra Allah yeminle söze başlıyor.


İnsan, ömrünün semeresi demektir. Zaman geçtikçe insanın ömrü eksilir ve bundan dolayı kendisinden bir cüz gitmiş bulunur. Nitekim şöyle denilmiştir;


“Her gün geçtikçe benim birazım gider;
Benim için ise ömrümden daha güzel bir şey yoktur.”


O halde o gidenin karşılığında bir çalışma olmaz ise o noksan tam zarardan ibaret olur. İnsan geçen cüzünün yerine ne kazandığını hesap etmez de gün geçtikçe büyüdüğünü sanır. Hatta vakit geçirmekle eğleniyorum, rahat ediyorum diye sevinir. Onun için denilmiştir ki;


“Biz günleri geçiriyoruz diye seviniyoruz;
Hâlbuki her geçen gün ecelden, ömürden bir eksikliktir.”


O şaşılacak olan asr (zaman)a, dehre dikkat ediniz. Çünkü o geçtikçe insan büyüyorum, çoğalıyorum, yaşıyorum zannıyla sevinir, hâlbuki o asır devamlı onun ömrünü yemekte, o geçen gece ve gündüz vücudunu kemirmekte ve bu şekilde o, her an zarar içinde kalmaktadır. “Ancak iman edip de güzel ameller yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir). (Asr, 111/3).


“Hayat bizi aldatıyor, hâlbuki ölümümüz
Onun memesinden sütlerini emiyor.
Böylece kişi, hayatın soluk alıp verişi ile nefesleri arasında
Kendini yaşıyor sanıyor, hâlbuki kefenler dokuyor.”


Yani ölümümüzü emzirip büyüten, kucağında besleyen ana, ölümüm anası hayat iken o bizi aldatıyor. O nefes alış veriş, kefenleri dokuyan mekiklerin hareketinden ibaret iken insan yaşıyorum sanıyor da aldanıyor. Düşünmüyor ki, insanın nefesleri arasında dokunan bedeninin ve derisinin dokuları, kendisini ölüm için saran birer kefen gibidir.


İnsanlar gördükleri fenalıkları, çektikleri sıkıntıları, uğradıkları hüsranları hep dehre, zamana yükleyerek zamandan şikâyet edip, zamanların uğursuzluğundan bahsederler.


“Zaman bozuldu, fesadı var diyorlar.
Zaman bozulmadı, kendileri fesat.”


Fesat, fenalık zamandan değil, insanların kendilerindendir. Asra (zaman)  yemin edilmekle zamanın önemi hatırlatılmakta ve o zaman bozuldu iddiasını reddetme manası vardır. Zamanın ayıbı kabahati yoktur, o değerli bir nimettir. İnsanlar zamanın kadrini kıymetini bilip de hepsi iyiliğe çalışmadıkları için iyiliğe çalışmayanlar zarardadır, Allah cezalarını verir.


Bu anlamda, “Bizi zamandan başkası helak etmiyor”(Casiye, 45/24) diyen dehriler yanlış yapmış olmaktadırlar. Zira “İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur”(Necm, 53/39) ve “Herkes kendi kazancına bağlıdır.” Tur, 52/51).


“Elindeyse zamana, dur geçme diye dayat
Bir sigara içmekten daha kısa bu hayat
Necip Fazıl


Göz yum cihana aç gözünü dem gelir geçer
Sen göz yumup açınca bu âlem gelir geçer
Abdülhak Molla


“Farz edelim, bankada bir hesabımız var. Her sabah buraya 86.400 dolar yatırıldığını görüyorsunuz. Ne var ki bu parayı akşama kadar harcamak zorundasınız. Ertesi güne transferi mümkün değil ve geri dönüşü yok. Kullansanız da kullanmasanız da hesabınız ertesi sabah sıfırlanıyor ve yeniden 86.400 dolar yatırılıyor. Nakit cinsinden bir yatırım ve birikme söz konusu değil. Her günkü meblağın harcanması gerekiyor.


Bu parayı ne yaparsınız? Her gün bu kadar yüklü bir miktar ile neleri başarmak geçer içinizden ?!..


Gayrimenkul mü? Ne kadar!
Borsa mı? Ne hacet!
Kumar mı? Kaç zaman!
Hayır hasenat mı? Ne kadar!
Evet!…Hangisi ve neden?!..
Düşünün lütfen!..


Yarın bir bankaya gireceksiniz. Kapısında şöyle bir ikaz bulunan bir banka:


Dikkat!..


Sayın müşterimiz,


Zaman adlı bankaya hoş geldiniz. Her mudi gibi sizin de hesabınızda saniyelerle change edilebilecek 86.400 dolar var. Sabah dolup akşam boşalan hesabınızla bu gün iyi bir yatırım yapın. Kullanmadığınız her doların boşa gideceğini günde beş kez size hatırlatacağız. Güle güle harcayınız!..”(Pala, İskender, Gözgü, L&M, İstanbul 2002, s.60-61).


Özetle farz edelim bankada 86 400 YTL veya dolarınız var ve her gün bunu harcamanız gerekiyor. Bunu nasıl harcarsınız?


Evet, zaman bankaya benzer. Siz onunla iyi veya kötü yatırımlar yaparsınız. Çok dikkatli kullanmalıyız zamanımızı, o bizim lehimize ve aleyhimize tarafımızdan işletilmektedir. Unutmayalım…


“Zaman yönetimi üzerine çalışanların sık sık vurguladıkları bir önerme vardır. Derler ki, bir yılın değerini anlamak için onu, üniversite sınavını kazanamayan bir dershane öğrencisinden sormak gerekir..


Bir ayın kıymetini en iyi anlatacak kişi, sekiz aylık prematüre bebek doğurmuş bir anne olabilir.


Bir saatlik zamanın değerini en iyi, bir saat kulesinin altında, elinde çiçek, aylardır hasret kaldığı nişanlısını bekleyen delikanlı bilebilir.


Bir dakikanın önemini, treni kaçırmış bir yolcudan sormak lazımdır.


Bir saniyenin değerini anlamak için, arabasından yaralı çocuğunu çıkarmaya çalışan kazazede sürücünün içinden geçenleri okumak lazımdır.


Bir salisenin ne kadar kıymetli olduğunu da en iyi olimpiyatlarda gümüş madalya kazanan atlet bilebilir.


İmdi,


Hepimiz iyi birer koşucu olamayız elbette; ancak dikkatli birer sürücü olmamız hususunda bizi engelleyen mi var?!..”( Pala, İskender, age., s.61-62)