İnternette okuduğum bir yazıda Japon balıkçıların avladıkları balıkları taze tutmak için buldukları ilginç bir metottan bahsediliyordu.
“Japonlar taze balığı hep çok sevmişlerdir. Balıkçılar, Japon nüfusu doyurabilmek için büyük tekneler yaptırıp uzaklara açılmak zorunda kaldılar. Uzaklardan dönüş bir-iki günden daha uzarsa, tutulan balıkların da tazeliği kaybolmaktadır. Japonlar tazeliği kaybolmuş balığın lezzetini sevmemişlerdir.
Bu problemi çözebilmek için balıkçılar teknelerine soğuk hava depoları kurdurup balıkları dondurmaya başladılar. Ancak Japon halkı taze ile donmuş balık lezzet farkını hissedebiliyordu. Ve donmuş olanlara fazla para ödemek istemiyorlardı.
Balıkçılar bu defa teknelerine balık havuzları yaptırdılar. Bu defa balıklar canlı kalıyordu. Fakat sıkışık ortamda, hareketsiz, uyuşmuş vaziyette günlerce yol gelen balığın, canlı, diri hareketli taze balığa göre lezzeti kötüydü.
Japonlar, balıkları ülkelerine taze ve lezzetli bir şekilde getirmek için, alışılmadık bir çözüm yolu buldular. Balıkları yine teknelerindeki havuzlarda tuttular, ancak içine küçük bir de köpekbalığı attılar. Bir miktar balık, köpekbalığı tarafından yutulmuştu, ama geride kalanlar son derece hareketli ve taze kalabilmişlerdi.“
*****
Bu hikâyeden çıkarılabilecek derslerden biri de şudur: Çok fazla hasar/ zarar vermeyen düşman veya rakip, verdiği zarardan çok dinamizm ve canlılık gibi, faydalar sağlayabilir. Bu vakıa devletler için de, şirketler, kurumlar ve fertler için de geçerlidir.
Necip Fazıl Kısakürek’e şu mısraları söyleten bu gerçekti:
“Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın; / Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın!..”
Eğer rakibiniz veya düşmanınızı belli bir ölçekte yani size verdiği zararı tolere edilebilir boyutta tutabilirseniz, bu musibetten hayırlı netice çıkarmak mümkün olabilir.
ABD’nin her on senede bir dünyanın bir köşesinde savaş çıkarması ve bu savaşların sonucunda dünyada en güçlü emperyal devlet olarak kalmanın yollarını bulması tesadüf değildir.
ABD, Japon balıkçıların metodunu çok iyi uyguluyor. Kendisine büyük zarar verdirebilecek yakın güçte olan devletlerle savaşmadan ama savaşa girebilecekmiş gibi gerilimler yaratıyor. Bu arada küçük boyutlu devletlerle savaşmaktan çekinmiyor. Böylece toplumunu diri, ekonomisini canlı tutuyor. Hem de silah sanayisinin sürekli gelişmesini sağlıyor, enerji, madenler vd ekonomik kaynakları sömürebiliyor. Yarattığı gerilimler sebebiyle, en büyük silahlı gücün ve en büyük ekonominin sahibi olarak, dünyanın ağası olduğunu herkese kabul ettirebiliyor.
*****
Türkiye AKP döneminde, çerçevesini Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun çizdiği iki ayrı politika izledi: İlk dönem “komşularla sıfır sorun” diye özetlenen dönemdi. Bu dönemde Başbakan Erdoğan ve Davutoğlu zihinlerindeki ecdattan miras kalan lezzeti bulamadılar.
İkinci dönemde Türkiye dış politikada, ABD’nin de uyguladığı, Japon Balıkçıların felsefesine uygun bir tarzı benimsemiş gibi görünmekte.
İsrail‘le “one minute” ve “Mavi Marmara” sonrası yaşanan gerilim, Suriye ile yaşadığımız bahar havasının birden sertleşerek düşman haline gelmemize yol açan tavır havuza köpekbalığı yavrusu bırakmak olarak nitelendirilebilir miydi?
“Mademki ABD dünyada böyle yapıyor. Biz de bölgede sözü geçen, bölgedeki gelişmelere müdahil olan bir devlet olmak iddiasında isek, bu türlü gerilimlerin içinde olmaktan kaçınmamalıyız” anlayışı ne kadar doğru olabilirdi? Esed’in “kendi halkına yaptığı katliama” en güçlü itirazı bizim yapmamız bir dinamizm belirtisi mi idi?
Burada önemli olan kontrolün sizde olmasıdır. Öncelikle köpekbalığı yavrusunu siz kendi iradenizle kendinize uygun zamanda havuza koymuş olmalısınız. Başkası da koysa köpekbalığınız küçükse ve vereceği hasarı tolere edebilecekseniz gerilimden kaçınmak gerekmeyebilir. Ancak köpekbalıkları büyükse ve sayısı çoksa durum tehlikeli demektir.
Dünya boyutunda ABD’nin yaptığını diğer ülkeler başaramıyor. “Bu zor ve karmaşık oyunda” bölge bazında bizim başarılı olmamız ise kontrolün bizde olmasına bağlı.
ABD destekli İsrail ve Rusya ile Çin destekli Suriye söz konusu olunca köpekbalığının boyutunun büyük, sayısının çok, zararının tahammül edebileceğimizden fazla olabileceğini gösteriyor.
Not.1 Obama’nın ısrarıyla büyük köpekbalığı İsrail’le barıştık. Şimdi İsrail’in ortak düşman Esed’i bombalamasını alkışlıyoruz.
Not.2 Reyhanlı saldırısında hayatını kaybeden vatandaşlarımıza rahmet, yaralılara şifa, milletimize sabır ve başsağlığı diliyorum.
*****
PKK terörü de bir nevi Türkiye havuzu içindeki köpekbalığı yavrusu idi. Fakat havuzun içine köpekbalığı yavrusunu koyan ise havuzun sahibi değil, rakipleriydi. Çok can kaybına ve ekonomik zararlara sebep oldu.
Buna rağmen terörün, zinde ve her an savaşa hazır, operasyonel gücü yüksek bir ordumuz olmasına katkısı oldu. Milli duygularımız, Cumhuriyete bağlılığımız ve demokrasi kültürümüz gelişti.
Devletin terör karşısında bazen sertleşen mücadelesini, KCK tutuklamaları gibi teknikleri de köpekbalığı yavrusunun sağladığı dinamizm gibi değerlendirmeye başlamıştık.
Fakat ne olduysa balık havuzunun sahibi devlet, köpekbalığının çok büyüdüğünü, bütün havuzdaki balıklar için tehdit olduğunu düşünmeye başladı. “En iyisi havuzu ikiye böleyim. Köpekbalığının olduğu tarafı kaderine terk edeyim. Hiç olmazsa diğer tarafı kurtarayım” diye bir davranış içine girdi.
Esasen havuza köpekbalığı yavrusunu atanların niyeti de balıkların dinamizm kazanması değil, bu bölünmeyi sağlamaktı. Havuz sahibinin elinde köpekbalığını tesirsiz hale getirecek çok imkân vardı ama köpekbalığını havuza salanlar bunun imkânsız olduğunu telkin etmektelerdi.
Şimdi süreç havuzu ikiye bölüp, bir tarafını köpekbalığına terk etmek yönünde ilerliyor. Anayasa ve kanun değişiklikleri ile havuzu ikiye bölen duvar inşa ediliyor.