Kuantum’dan İnşallah’a

101

Daha önceki birçok yazımda, din ile bilim arasında İslam açısından
bakıldığında bir çatışma şöyle dursun bir uyum ve destek olduğunu
farklı örneklerle vurgulamıştım. Bu uyumun farkında olmanın ise, dini
bilgilerle bilimsel bilgilerin arasını açarak dünyaya bakmak yerine
ikisiyle beraber bütüncül bir yaklaşımla bakmayı bize sağlayacağını
belirtmiştim. Bugün yine aynı konuya, dünyaya bakış açımızı
ilgilendiren önemli bir örnek üzerinden temas etmek istiyorum.
Bahsedeceğim bu örnek, tarafımdan ele alınmış orijinal bir yaklaşımdır.

Dinimizde
önemli bir kavram daha doğrusu prensip vardır: İnşallah. Hatta kimi
zaman bazıları “işimiz inşallaha, maşallaha mı kaldı” diye bu
yaklaşımla dalga da geçerler. Zaman zaman dalga geçilen ve “akılcı
olmayan bir tutum” olarak nitelendirilen bu kavram, bugün bilimin
geldiği noktanın ifadesi açısından aslında dinimizde kilit kavram
konumundadır.

Nasıl mı?

Fizik
bilimiyle ilgili olanlar bilirler. Günümüz fizik yaklaşımı, Newtoncu
bir anlayıştan uzaklaşmaya, determinizmin en kuvvetli olduğu alanlardan
biri olan fizik alanında da yıkılmasının ardından Kuantum fiziğine
yaklaşmaya başlamıştır.

Fizik bilimi, diğer
bilimler gibi tarihi süreç içerisinde insanoğlunun dünyaya bakış
açısını da etkileyen bir bilimdir. Hatta kimi zaman bu bilimin
bulguları üzerinden sosyal olayları tahlil teorileri de geliştirilmiş,
sosyal hadiseler de bu bilimin teorileri model alınarak anlaşılmaya
çalışılmıştır. Newtoncu fizik anlayışının çift kutuplu, yani siyah
beyazcı bakış açısını doğurması, sosyal olayların bu bakış açısından
yorumlanmaya çalışılması bu güne kadar hakim olan yaklaşım olarak
konuya önemli bir örnektir.

Ne var ki Kuantum
fiziği ile birlikte, “kelebek etkisi” adı verilen en ufak ihtimallerin
dahi bir olayın seyrini değiştirebildiği, dolayısıyla determinizmin
katı bir şekilde geçerli olamayacağı tespiti ortaya çıkmıştır. Bu
durumda “grileri” de görmek zorunluluk haline gelmektedir.

İşte
tam da bu noktada “inşallah (Allah dilerse)” kavramının önemi ortaya
çıkmaktadır. Zira bu kavram bir yönüyle, beklenmeyen ihtimallerin
devreye girebilmesinin ve olayın seyrinin değişebilmesinin dinimizde
kısaca ifade edilmesidir (Kehf, 24).

Öyle ki,
“her şey bitti” denilen bir noktada, bir müslümanın azimle çalışmayı
bırakmaması gerektiğinin, tek kişinin bile bir sistemi, bir gidişatı
kökünden etkileyip değiştirebileceğinin (ki kuantum fiziğindeki
ondalıklarla ifade edilen ihtimaller gibi) ve bu sebeple inancımızı
yitirmeden gayret göstermenin, ümitsizliğe düşmemenin temel nedenini bu
kelime ifade eder.

Nitekim Çanakkale Zaferi’nde
Mehmet Çavuş’un “bitti” denilen bir anda İngiliz gemisini tek başına
koyduğu top mermisiyle batırması bu ifadenin gerçekleşmesi değil midir?

Dolayısıyla
inşallah kelimesi ve yaklaşımı ile bugün fizik ilminin geldiği ve
hayata bakış açımızı, olayları değerlendiriş tarzımızı önemli şekilde
değiştirecek Kuantum yaklaşımının paralelliği, din ile bilim arasında
bahsettiğimiz uyumun doğru anlaşılmasının bize sağlıklı bir bakış açısı
kazandıracağını görmenin önemine işaret eden örneklerden sadece bir
tanesidir.

Bu uyum ve destek nedeniyledir ki,
dini bilgi bilimsel bilgi ile daha derin anlaşılacağı gibi, bilimsel
bilgi de dini bilgi ile daha derin bir boyut kazanacak; insan hem iç
hem de dış dünyasıyla bir bölünmüşlüğü değil, bütünlüğü ve tutarlılığı
yaşama şansını yakalayacaktır. Yeter ki her iki alanda da doğru ve
sağlıklı bilgi edinilsin.

Son olarak eğitim
sürecindeki gençlerimize seslenmek istiyorum: Öğrendiğiniz her
bilginin, gördüğünüz her dersin sınav geçmekten ziyade bir anlamı
olduğunu, her alanın birbiriyle ilişkisi bulunduğunu ve bunları doğru
öğrenirseniz hayata doğru bakıp yönünüzü doğru tayin edeceğinizi
unutmayın. Hiçbirini küçümsemeyin ve kabiliyetiniz oranında hakkını
vermeye çalışın. Önünüze açılacak ufuklara siz bile inanamayacaksınız…