Korona’dan Sonraki Yaşam

125

   Güneşin ilk ışıkları çevreyi henüz
aydınlatmamıştı ki, aniden uyandı!

   Sabah
ezanı yeni okunuyordu…

   Bu gün
onun, onun gibi milyonlarcası için çok özel bir gün olacaktı. Çünkü dün gecenin
son haberleri artık Korona denen ölümcül virüsün etkisinin yok olduğunu, dünyanın
derin bir nefes aldığı müjdesini vermişti…

  Evet,
yaşıyor yaşıyorlardı.

  En nihayetinde
sokağa çıkabilecekti…

  Çevresini
saran bu salgına karşı gereken tüm tedbirleri almış, önlemler için söylenen her
şeye uygun davranmış, en nihayetinde mutlu sona ulaşmıştı.

  Aylar
sonra ardından kapanan sokak kapısının sesini duyduğunda bir an irkildi! Sokak
kapısının sesini duymayalı ne çok zaman geçmişti…  

   Çevresine
bakındı…

   Onu karşılayan sessiz sakin bir sokak atacağı
ilk adımı hasretle bekliyor gibiydi. İşte nihayet evdeki esaret bitmiş, ayların
verdiği sıkıntı atacağı o adımla sona erecekti…

   İlk adımını yavaşça attı! Sonraki adımları adeta
coşkun bir nehrin akışı gibiydi…

   Koşarcasına
yürüyor; attığı her coşkulu adım öncesinde özlemle soluduğu tertemiz hava, ona
inanılmaz bir enerji veriyordu…

    O da 65
yaş üstüne uygulanan sokağa çıkma yasağına takılanlardan biriydi ama kendini
hala çok genç ve güçlü hissediyordu…

   Önce
yıllardır yaptığı gibi mahallenin bakkalına uğradı, günün ilk haberlerini veren
her zamanki gazetesinden aldı.

   ‘’Ooo Ahmet
baba hoş geldin. Nasılsın?’’ diye seslenen bakkal İdris’e:

   ‘’Çok
iyiyim, hayırlı işler evlat’’ diyerek, bakkaldan çıktı.

    Yürüyüşüne
devam etti…

    Aylar
sonra yaptığı bu sabah yürüyüşünün bu kadar keyif vereceğini nereden
bilebilirdi ki?

    Hasret
dolu bakışlarla çevresini bir kez daha süzdü!   

    Sabahın
erkenliği güneşe teslim olmuş, kuş seslerinin cıvıltısı, erik dallarını
dolduran çiçeksi meyvelerin varlığı; baharın bitip, yaz mevsimin geldiğini
anlatıyordu…

   Bir an
hayıflandı!

   Bahar
ayının o güzel görüntülerini kaçırmıştı. Ama atlatılan böylesine büyük bir badireden
sağ, salim çıkabilmek her şeye bedeldi…

   Bir
zamanlar bahçeleri çeşit, çeşit ağaçlarla dolu evlerin süslediği ama şimdilerde
kentsel dönüşüme teslim olan yüksek binalarla dolu sokaklardan geçip, caddeye
çıktığında; okula giden çocukların şen, şakrak seslerini işitti; evinden işe
gidenlerin hızla atıkları adımları saydı, hiç işi yokmuş gibi!

   Sonra her
yürüyüş öncesinde yaptığı gibi yanında getirdiği kuru mamaları, onu ilk
karşılayan kedilere verdi. Akşamdan kalan diğer yemek artıkları ile ekmek
parçalarını onu her gördüğünde yanına koşuşturan çomarla, martılara ayırmıştı…

   
Adımlarını sıklaştırdı…

    Attığı
her adım ona ardında bıraktığı uzun, upuzun yıllarını ama en çok da son aylarda
yaşanan sıkıntıları hatırlatıyordu…

    Ne
büyük bir badireydi diye düşündü!

  ‘’Ama Türkiye’m
daha büyük’’, diye mırıldandı.

     Bugün bu yürüyüşü yapabiliyorsa, bu tertemiz
havayı özgürce soluyabiliyorsa, böylesine güzel bir güne kavuştuysa eğer; bu
güzellikler aylar boyunca verilen o büyük mücadelenin başarısını, Türkiye’nin
gücünü anlatıyordu.

    Bu mücadelede görev alan her kim varsa onlara
ama en çok da hayatları pahasına bu salgınla mücadele eden sağlık ordusuna bir
kez daha teşekkür etti, Yüce Yaratana da şükretti.

    Peş, peşe aceleyle attığı adımlar en
nihayetinde onu sahil kenarına getirmişti…

  Her zaman
oturduğu banka ilişti. Uzun, uzun ufuk hattına baktı. Aylardan beri hasret
kaldığı bu manzarayı ne kadar çok özlemişti…

  Derin bir
iç çekti, sonra iç cebine sıkıştırdığı gazetesini çıkardı ve okumaya başladı…

  Okuduğu
her haber, onu hep aynı düşünceye kilitliyordu!

   Evet,
ülke yönetimi salgının başladığı günden beri aldığı etkin tedbirlerle, hastalığın
yayılmasını önlemiş, insanların verdiği destekle Korona cenderesi
parçalanmıştı. Ülkesi de, yaşlı dünya da insanoğlunun verdiği bu büyük mücadele
sonrasında, yeniden kazanılan sağlıklı bir yaşamın keyfini çıkarıyordu…

  Ancak her
şey bitmiş değildi!

  Bu defa da
insanlık âlemi, yepyeni bir virüs ile karşı karşıya idi!

  Bu virüsün
adı; ‘’Ekonomik krizdi’’…

  İşte onun
gazetede kilitlendiği haberlerin  içeriği
de buydu!

  Ekonomik kriz…

  Ülkelerin yaşam gelecekleri, sahip oldukları ekonomik
güçlerine bağlı değil miydi?

    Korona
ile geçen aylarda ülkenin tüm varlığı neredeyse bu illet hastalıkla mücadeleye
ayrılmıştı. Bu süreçte kapanan yüzbinlerce iş yerinde çalışan milyonlarca insan
desteklenmiş, milyonlarca yoksula yardım sağlanmış, milyonlarca çiftçi bu
desteklerden faydalanmış, milyonlarca emekliye maaş ödenmişti.

  Türk
Milleti, devleti ile el ele vermiş, bu hastalık sürecinde yaşanan ekonomik
krizi alt etmek için büyük bir dayanışma örneği sergilemişti.

  Ya şimdi
ne olacaktı?

  Birden
bire, ilkokula gittiği günleri hatırladı; o yılların Türkiye’si aklına takıldı!

  Soğuk kış
gecelerini aydınlatan gaz lambasını, evlerini ısıtan kömür mangallarını,
ayaklarına giydikleri altı pençeli ayakkabıları, kara lastikleri hatırladı!

  Bunlar da
nerden gelmişti aklına? Ama o yoksulluk günlerini de unutmuş değildi ki!  Neredeyse 70 yıl öncesinde kalmıştı o günler…

   Ama şimdilerde öyle miydi?

   Türkiye’nin
çehresi öylesine değişmiş, ülke öylesine güçlenmişti ki. Elbette bu günlerde
aşılacak, bu ekonomik kriz de yenilecekti.

     Böyle
diyordu içinden gelen bir ses:

    ‘’Bu
günler de geçecek…’’

     Sonra
birden hatırladı!

     Yerinden sıçrarcasına kalktı! Yarından sonrası
bayramdı. Bayramın ilk günüydü, daha bayram alışverişi yapacaktı.

     Ayrıca bu defa bayramın tadı bambaşka
olacaktı. Çünkü aylardan beri görmediği kızına, damadına ve torununa
kavuşacaktı. Bir an içi burkuldu, yurt dışında çalışan oğlu, gelini ve diğer
torunu bu bayram yanlarında olamayacaklardı ama en yakın zamanda onlara kavuşacakları
gün de yakındı.

     Seri
adımlarla eve dönerken, bu süreci birlikte göğüslediği hayat arkadaşı aklına
geldi. O her sıkıntılı dönemde sevgisiyle, tüm gücüyle daima yanında olmuştu.

      İyi ki vardı. O sevdiği kadın ki, canına
can katanıydı. İçi bir hoş oldu. Eşine duyduğu minnet duygularının yanına,
sahil yolunu çevreleyen çimlerden topladığı bir demet papatyayı da koydu.

      O esnada sahil kenarına doğru el, ele
yürüyen genç bir çifti fark etti. Birbirlerine olan hasret, bakışlarından
okunuyordu…

      Onun ve
onun gibi milyonlarcası için yaşam halkaları birleşmiş, yaşamın tüm
güzellikleri geri gelmişti.

     Artık Korona’dan
sonraki yaşama dönüş başlamıştı…

Önceki İçerikCovit 19 Savaşımız ve bir Dostun Kaybı
Sonraki İçerikIMF ve Gizlenen Harcamalar
Avatar photo
1967 yılında Teğmen rütbesiyle T.S.K da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada tüm hızıyla devam ediyor, Yunanistan’ın da desteğini alan Rum’lar; adada yaşayan Kıbrıs Türk’üne her türlü mezalimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türk Halkını adadan göçe zorluyorlardı… O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, BM’ler tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, ada da bulunan ‘Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında’ görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs’ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevini başarıyla sürdürdü, ‘Gazi‘ unvanı ile onurlandırılarak Türkiye’ye döndü. 1974–1975, 1985–1987 yıllarında Kıbrıs’ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen takip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul Şubesi yönetim kurulunda da görev yaptı. Bu uzun süreçte ’mili davamız’ olarak bilinen Kıbrıs konusuna sahip çıkarak, Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını savunmak adına değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbrıs konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir. T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; ’’Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995)’’, ‘’Girne’den Doğan Güneş (1997)‘’, ‘’Unutanlar Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004)’’, ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006)’’, ‘’Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007)‘’,’’Tarihten Gelen Çığlık (2010)’’, Kıbrıs ‘’Yes Be Annem’’ 2002-2016 (Eylül-2016) isimli kitaplarıyla; Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: ‘’10’ların İzleriyle Türkiye (2014)’’,’’Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)’’, ‘’Önce Vatan (Eylül 2017) isimli kitapları da bulunmaktadır… Sivil iş hayatına ‘Türkiye Sigorta Sektöründe’’başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; ‘’CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş’’ bünyesinde, görevine devam etmektedir. Pek çok üniversitenin ‘Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingir’in: Sigorta sektöründe 27 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; ‘’Sigortalı Hayatın Gerçekleri’’ (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Atilla Çilingir; bugüne değin kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında ‘K.K.T.C Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Derneğine’ ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2012’de Van’da yaşanan büyük depremden sonra Van’ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B. (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda içinde 20 adet bilgisayarı bulunan ve kendi adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 tarihinde de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Büyüklü İlköğretim okulunda da adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphanenin açılışını sağlamıştır.