AKP iktidarı yaptıkları
yanlışların sonuçlarını görebildiğimiz kadar uzun oldu. Temel politikalarda
yapılan kötü tercihlerin bedelini çoğunluk işsiz kalarak ve
yoksullaşarak ödemekte.
Buna karşılık azınlık
bir kesim devlet imkânlarıyla, yolsuzluklarla ve adam kayırmalarla
zenginleşti, gücü kullanmanın kibri ile halktan koptu. Bu mağrur muktedirler kendisine hesap
sorabilecek devlet mekanizmalarını da çökerttiler.
Maddi ve manevi araçlarla iradelerini
teslim aldıkları kemikleşmiş bir oy tabanına kavuştular. Bazı siyasi parti
liderlerini asimile ettiler. Yasama ve yürütme erkini tam olarak ele
geçirdiler.
Yargıyı önce FETÖ’ye teslim
ettiler. Daha sonra “iktidarla uyumlu hale getirdiler.”
“Vesayet” makamı dedikleri kurumları etkisizleştirdiler.
Bunu halka dayanarak değil, “iti ite
kırdırma politikası izleyerek” FETÖ ile birlikte yaptıklarını itiraf
ettiler.
İş dünyasını vergi müfettişleri ve
yargıyla etkisizleştirdiler veya teslim aldılar. Medyanın yüzde 90’ı son
on senede el değiştirmek suretiyle yandaş hale getirildi.
Sendikaların rengi iyice sarıya döndü. Sivil
Toplum Kuruluşları, hükümet dışı organizasyonlar (NGO) değil, Hükümetçe
Yönlendirilen Hükümet Dışı Organizasyonlar (GONGO) haline getirildi.
Bütün bunlara rağmen korkuyorlar.
“Birkaç sivil toplum
kuruluşu, birkaç meslek kuruluşu bağımsız kalsa ne olur” diyemiyorlar.
Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları olan baroları
da ele geçirmek istiyorlar. Böl-
parçala- yönet taktiği ile avukatları
da susturmak istiyorlar.
Her gün daha otoriterleşen
bir yönetim, her gün yeni yasaklar, yeni korku salma maksatlı beyan ve
eylemler sergiliyorlar. Çünkü korkuyorlar.
*******************************
Halkın Gerçekleri Öğrenmesinden Korkuyorlar
Türkiye ekonomisi izlenen bu politikalarla
duvara toslamaya çok yaklaştı. Bu feci sondan kurtuluş için hukuk lazım,
şeffaflık lazım, yolsuzlukların sona ermesi lazım.
Bunu yapamıyorlar. Çünkü foyalarının
ortaya çıkacağından korkuyorlar.
Halkın gerçekleri öğrenmesinden korkuyorlar.
Yüzde 90’ını kontrol ettikleri ve her
birini “yarı resmi El Ahram” veya “Rockefeller” için özel çıkarılan Pembe
Gazeteye dönüştürdükleri TV ve gazeteler etkili olamıyor. Kendi seçmenleri
bile, gerçekleri, sayıları yüzde 10 civarında olan, muhalif medyadan
öğrenmeye çalışıyor.
Bu yüzden muhalif birkaç
kanaldan en güçlü ikisine Halk TV ve TELE-1’e beşer gün ekran karartma
cezası verdiler. “Benzer bir yayın yaparsanız kanallarınızın ruhsatını
iptal eder, kapatırız” dediler.
Sosyal medya yaygın medyada göremediğimiz
haberler ve yorumlara erişebildiğimiz bir mecra olarak, alternatif değil, asıl
bilgi kaynağına dönüştü.
Sosyal medyada bazı bireysel
kötüye kullanımlar ve örgütlü trol hesaplarıyla manipülasyonlar olması sıkıntı
veriyor. Ancak onların derdi bu değil. Bu mecraların bilgiye erişimi ne kadar
kolaylaştırdığını ve kitlelerin kolayca iletişimi ile örgütlü veya örgütsüz
tepkilerin olabileceğini görüyorlar. Korkuyorlar.
Cumhurbaşkanına, gençlerle
yaptığı Youtube programında, “beğenmeme” tercihi ile dünya rekoru
kırdıran “Z kuşağının” tepkisi bu korkularını büyüttü.
O kadar korkuyorlar ki her
gün “artık bu kadar da yapmazlar canım” dediğimiz işler yapıyorlar.
Erdoğan, Twitter,
Facebook, Youtube gibi sosyal medya mecralarını (bir de nedense Netflix’i)
kapatmak veya kendi kontrollerine almak istediğini açıkladı.
Hiçbir demokratik ülkenin
liderinin telaffuz etmediği sözleri söyledi: “Parlamentomuzdan bu tür sosyal
medya mecralarının tamamen kaldırılmasını, kontrol edilmesini istiyoruz”
dedi. Yapılması planlanan hukuki düzenlemelerden sonra “erişim engeli ile
adli ve mali yaptırımlar dâhil her türlü yöntemin devreye sokulacağını” beyan
etti.
Bunlar korkunun bacayı
sardığının işareti değilse, nedir?
*******************************
Cumhurbaşkanlığı Sisteminin Sonucu Bu
AKP iktidara 3Y
olarak formüle ettiği “Yasaklar, Yolsuzluk ve Yoksulluğu”
kaldıracaklarını vaat ederek geldi.
Ancak “Yasaklar,
Yolsuzluk ve Yoksulluğun” boyutlarını, Cumhuriyet tarihimiz boyunca hiç
görmediğimiz kadar büyüttüler.
Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile
kuvvetler ayrılığını kaldırıp, kuvvetlerin tek kişinin iradesinde birleştiren
bir mekanizma oluşturdular.
Devlet Başkanını hesap sorulamaz ve hesap
vermez la-yüs’el bir kimliğe kavuşturdular.
Bu yönetim tarzı hem yönetenleri ve hem de Türkiye’yi
bozdu.
Bütün bunlara sebep olanlar,
“Türkiye’ye özgü Başkanlık Sistemini” getirmeye katkı verenlerdir.
Bu acayip sisteme itiraz
ederken hep hatırlattık, “güç insanı bozar, mutlak güç mutlak bozar”
dedik.
Tarihte seçimle gelip
diktatör olan Louis Napolyon, Mussolini, Hitler, Franco, Saddam’dan
örnekler verenler oldu. Bu adamların ülkelerine, dünyaya ve kendilerine
yaptıkları kötülükleri anlattılar.
“Hayır” dediler, “bizim siyasi
kültürümüz tek adam yönetimine yatkındır. Padişah Efendilerimiz zamanında dünya
lideriydik” dediler.
Sistem değiştirdik. TBMM de
pasifleşti. Cumhurbaşkanı ülkeyi kararnameler ile yönetebilir,
işaret ettiği kişilerin abat veya berbat olmasını sağlayabilir hale
geldi.
Sonunda, bu kadar gücün
kaybedilmesi korkusu ile kitlelerin özgürlük alanına müdahaleler gündeme geldi.
*******************************
Otoriterlerin Kişisel Özellikleri
Tarihte gördüğümüz otoriter muktedirler
için kitaplarda yazanlara bakınız:
“Başlangıçta daha sosyal
olmalarına karşın zaman içinde yalnızlaşırlar. Yalnızlaştıkça da
güvensizlikleri artar, paranoyaları derinleşir.
Kendilerinin, insanların mutluluğu
için yeryüzüne Tanrı tarafından gönderildiğine inanmaya başlarlar.
Ve öylesine ‘narsist’tirler
ki, ne yasa, ne ahlak ve ne de uzlaşma tanırlar. Korku üzerine
kurdukları yönetimlerinde tek karar verici kendileridir.
Toplumdaki her olaya karışırlar ve
gözlerini kırpmadan, ülkenin geleceği üzerinde yıkıcı kararlar alabilirler.
Yaptıkları her şeyin en doğru olduğuna inandıkları için asla pişmanlık
duymazlar…”
****
Otoriter yönetimler korkarlar ve korku
salarak ayakta durmaya çalışır. Fakat bu yönetimlerden kurtulmanın yolu
cesaretten geçer.
“Cesaret hiç
korkmamak değil, korkuya rağmen bir şeyler yapabilmektir.”
“Cesur olmak, korkusuzluk
değildir, korkuya direnmek ve korkuyu yenmek demektir.”