Cumhuriyet’in
ilânının 99. Yılını idrak edip 100. yılına girmeye hazırlanıyoruz. Yine dağ
başını duman aldı. İktidar, istibdadın silahları olan baskı, tahakküm ve
sansürle muhalif sesleri susturmaya çalışıyor. Bunun son örneği, iktidarın,
kamuoyunun ve muhalefetin topyekun tepkilerine kulaklarını tıkayarak
“Dezenformasyon Yasası” dedikleri sansür yasasını çıkarmasıdır. Bu yasayla
basın-yayın, sosyal medya ve bütün muhalif sesler, susturulmak ve bastırılmak
isteniyor. Böylece topluma, büyük bir korku ve umutsuzluk aşılanmaya
çalışılıyor.
Dezenformasyon; hasmı rencide etmeyi, aşağılayıp küçük
düşürmeyi, bireyleri ve toplumları yönlendirmeyi amaçlayan sahte bilgi ve
belgeyi yaymak demektir. Aslında siyasi iktidarın sözcülerinin son yıllarda
yaydığı haberlerin çoğu dezenformasyon ürünüdür. En çarpıcı örnekleri, Gezi
Olayları sırasında ortaya atılan
“Dolmabahçe Camisi’nde içki içtiler”, “Camileri yaktılar”,
“Kabataş’ta garip kıyafetli eylemciler bir bacımızın üzerine işediler” gibi
gerçeklerle ilgisi olmayan söylemlerdir.
Bu gerçek dışı sözler, “millet ne dersek bize inanıyor, kimse ‘bu ne
kadar doğrudur’ demiyor” denilerek rahatça söyleniyor. Onun için halka nesnel
olguları değil, inandırmak istediklerini söylüyorlar. İktidar bu sözlerle
dezenformasyon yapmıyor, halkı tahrik ve düşmanlaştırma suçu işlemiyor.
Siyasi
iktidar, çıkardığı Sansür Yasası ile bundan sonra hiçbir eleştiriye, enflasyon,
işsizlik, pahalılık rakamlarının doğrusunun, yolsuzlukların, haksızlıkların,
hukuksuzlukların paylaşılmasına izin vermeyecek. Paylaşanlar ise cezalandırılarak
susturulacak. Zaten gazete ve televizyonların yüzde 90’ı iktidarın kontrolünde.
Muhalefetin elinde bir sosyal medya kalmıştı. Bu yasa ile muhalefetin elinden
bu imkan da alınarak tamamen suspus edilecek. Sadece iktidarın konuştuğu tek
sesli bir toplum oluşturulmaya çalışılıyor. Açık kalan iletişim kanalları,
“Sahibinin Sesi” olacak. Artık topluma
her şey tozpembe, sütliman gösterilecek.
Son yıllarda
toplum, siyasi iktidarın kullandığı kutuplaştırıcı nefret ve öfke diliyle
karpuz gibi ortasından ayrılmış durumda. İktidar ile muhalefet partileri, Kuzey
ve Güney Kutbu kadar birbirinden uzak. Ötekileştirilenlerin temsilcisi olarak
iktidara gelenler, bugün muhaliflerini ötekileştirdiler. Bu Sansür Yasası ile
muhaliflerin kendilerini rahatça ifade edemediği, özgürce yazıp konuşamadığı,
tamamen susturulduğu ve sindirildiği bir toplum oluşturmak istiyorlar.
Toplum, siyasi iktidarın söylemleri, tutum ve
davranışlarıyla gülmeyi unutmuş, mutsuz, huzursuz, kötümser, korkak ve ürkek
bir toplum haline geldi. En kötüsü, özellikle gençlerimiz umutlarını kaybetti,
ülkemizde bir gelecek görmedikleri için yurt dışına gitmeyi düşünüyorlar.
İktidar, “giderseniz gidin” havasında. Gençlere, “Ne yaparsanız yapın, bu
iktidar değişmez” düşüncesini kabul ettirmeye çalışıyorlar.
Biz de umudunu kaybeden halkımıza ve gençlerimize diyoruz
ki: “Şunu unutmayın. Bugünün şartları 1919’un şartlarından daha kötü değildir.
Milletimiz daha eğitimli, ekonomik durumu daha iyi, daha örgütlü, iletişim daha
kolay, dünya ile bağlantılarımız var. Bu yasa ile sosyal medya paylaşımlarına
bir kısıtlama getirilse de siz yine de bu yolla haberleşmenin bir yolunu
bulacaksınız”.
Tarihimiz, değişik dönemlerde yönetimin yaptığı
haksızlıklara cesaretle başkaldırarak milletimize umut olan yiğit
insanlarımızla doludur. 19. Yüzyılda büyük halk ozanımız Dadaloğlu, kendi
rahatları için Toroslar’daki göçer Türkmen boylarını zorla yerleşik düzene
sokmak isteyen yönetime “Ferman padişahın dağlar bizimdir” diyerek
başkaldırmıştır. Aynı yüzyılda vatansever ve hürriyet âşığı aydınları hapse
atan ve sürgün eden devrin yönetimine Vatan ve Hürriyet Şairi Namık Kemal
“Merkez-i hâke atsalar da bizi / Kürre-i arzı patlatır çıkarız” diyerek isyan
etmiştir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 19 Mayıs 1919’da Samsun’dan “Ya
istiklâl, ya ölüm!” parolasıyla yola çıkarak, vatanını, hürriyetini ve
istikbalini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalan milletin korkusunu umuda
dönüştürmeyi başarmıştır. Onun için milli şairimiz Mehmet Âkif Ersoy İstiklâl
Marşımızı “Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” mısrasıyla
başlatmıştır.
Umut, insanı hayata bağlayan en önemli duygudur. Hayatta
oldukça, umut da yaşamalıdır. Çünkü umudunu kaybetmiş olanın, başka kaybedecek
bir şeyi yoktur. Hayat dardır, zordur doğrudur, ama umut da o kadar geniştir ve
insana çok değişik seçenekler sunar. Bizi umutsuzluğa götürmek için kurgulanan
olaylara umutla direnirsek, bu umut bizi mutluluğa götürür. Umudunu kaybetmiş,
ezik, silik ve korkak bir duruş sergileyenlerin, mutlu sona kavuşmaları mümkün
değildir. Yeter ki yılmayalım, omurgalı duralım, haksızlık ve hukuksuzluklara
karşı cesaretle karşı duralım. Amasya Tamimi’nde dendiği gibi “Milletin
bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” Umuda açılan yolda
topluma önderlik görevi de öncelikle muhalefet partilerine ve STK’lara
düşmektedir.
Mevlâna diyor
ki: ”Güçlük kolaylıkla beraberdir, kendine gel, ümidi bırakma! Akıllı insan
bilir ki, ölümün arkasında bile daha güçlü bir hayat beklemektedir”. Biz de
Cumhuriyetimizin 100. yılını idrak edeceğimiz
2023 yılının baskı, sansür ve istibdatın sona erdiği bir umut yılı
olmasını diliyoruz. Bu inançla diyoruz
ki: “Korkma! Hayatta korkulacak tek şey, korkunun kendisidir. Korkumuzu yenip
umuda sarılırsak, istibdattan kurtuluş mutlaktır.”
Korkma!
Baskı, sansür, istibdat ilelebet payidâr olmaz.