Öğrenilen, eğitimi
alınan her şeyi benimsememiz, kabul etmemiz, bize yabancı gelmemesi;
Onun bizde
potansiyel olarak bulunan gerçeklerin kinetiğe dönüşmesinden başka bir şey
değildir.
Öğrendiklerimizi
yabancılamayışımız; onlara karşı ünsiyet edişimiz,
Reddetmeyip inkâr
etmeyişimiz; onların bize ait oluşlarının birer göstergesi hükmündedir.
Bu da, Rahman
suresinin; 2. Alleme’l – Kur’an. / Önce Kur’an’ı öğretti.
3. Haleka’l-insan.
/ Sonra insanı yarattı.
Âyetlerinde işaret
edilen gerçeğe, parmak basılan bir husustur.
x
İnsanı tanımak
için, kütüphanelerdeki kitapları düşünelim.
Ama şahsî, ama
hususî, özel ve resmî tüm kitapları göz önüne getirelim.
Hattâ tarih
boyunca yazılanları da, hesaba katalım.
Hiç şüphesiz,
karşımızda kitaplardan nice dağlar gibi yığınlar teşekkül edecek,
Nice kitap
tepeleri meydana gelecektir.
Bütün bunlar; et,
sinir ve damarların içinde bulunduğu;
Kemikten kafatası
içinde bulunan beynimizinden kaynaklanan;
Düşünce, hayal,
tasavvur, fikir, anlam ve mânâların görmediğimiz, dokunamadığımız;
Ve hattâ yer ve
göklere sığdıramadığımız,
Âdeta mekân ve
zamandan münezzeh / uzak olan mânevî hasletlerimizin;
Tarih boyunca
harf, kelime, satır ve sayfalar hâlinde;
Küçük büyük
kitaplar şeklinde görünür, tutulur bir maddî hâl almış durumlarıdır.
Öyle ki, onlar da,
içlerinde kendileri gibi açılacak fikir tohumlarını taşıyıp dururlar.
Velhasıl, insanı
tanımanın yolu; kitap okumaktan, kitap ve içindekileri düşünmekten,
Onların satır ve
sayfalarında kendimizi bilmekten, görmekten ve anlamaktan geçer.
Çünkü insan;
kendisinin isteyip de yapamadığı, gezemediği ve bilmediklerini;
Başka bir insanın
gezmesinde, bilmesinde görür, bilir ve anlayabilir.
Kitap okumakla
gezenle gezmiş, görenle görmüş, bilenle bilmiş olur.
Üstelik kitabı
yazanın nice tehlikeleri göğüsleyerek anlattığı gerçekleri;
O, hiçbir
tehlikeli duruma düşmeden, sıcak köşesinde çayını yudumlayarak;
Yazarın tüm
heyecan ve korkularını, merak ve endişelerini;
Aynen hissederek
yaşar. Bilgi ve tecrübe sahibi olur.
İşte bütün
okuyuşlar; hattızâtında yazarlarının şahsında;
İnsanın kendini
tanımasından başka bir şey değildir.
İşte sırf bundan
ötürü, insan; kendi nev’iyle ne kadar iftihar etse azdır.
Zaten bunun
içindir ki, insan; insanın aynasıdır.
Evet, her kitap;
yazarını aynen gösteren bir aynadır.
Aslında, kitap
okumakla her şeyden önce, insan; insanı tanımış olur be dostlar!
x
Hz. Muhammed,
Mekke’yi fethettiği zaman, Kâbe puthane durumundaydı!
Müşriklerin,
putperestlerin puthanesi idi! Burası artık puthane olmuş deyip, ne yıktı ne de
yaktı.
Orayı putlardan
temizleyerek Kâbetullah / Allah’ın Evi yaptı. Kâbe’yi yeni bir kullanıma soktu.
Çünkü Kâbe’nin o
hâle getirilmesi, Kâbe’yi o halden sorumlu tutmamızı gerektirmezdi.
Suçlu Kâbe değildi. Onu bu hâle
getirenlerindi.
Onların
hâkimiyetine son verilince,
Kâbe’ye tabii ve
tarihî fonksiyonunu işleyecek şekil verildi.
Böylece Kâbe aslî
hâline kavuşturulmuş oldu. Fakat puthane yapılışından dolayı,
Sorumlu tutularak
cezalandırılmadı. Sadece tekrar aslî hizmetine döndürüldü.
Demek ki, bu
durumdaki yerleri gözden çıkarıp yakıp yıkmak değil,
Aslî vazife ve
görevlerine döndürmek asıl olmalı.