Türk’e uygulanan soykırımların genç nesillere tek tek aktarılma ihtiyacı vardır. Bir takım engelleyici, yumuşatıcı, gençlerimize kendi tarihinde kendine karşı yapılmış olan soykırımları unutturucu gayretlere rağmen; bu süreç işletilmelidir. Bu konuda yayınlamış eserler de vardır. Konu ve mağdur Türk olunca bazıları önemsemiyor. Adeta psikiyatrideki şartlı refleks burada da geçerlidir. Onlara göre; Türk’ün çeşitli haksızlıklarla karşı karşıya kalması, katliamlara uğraması, insan hakları ihlalleri ile yüz yüze gelmesi tabii karşılanmalıdır.
Ümraniye Davası’na Ergenekon ismi verilmesi, geçmişle hesaplaşmak ve yüzleşmek adına tarihi gerçekleri saptırmak, kendini suçlu ilan etmek, önemli olayları sıradan göstermek, Ermeni sorunu ve hayali sözde soykırımı, Ermenilerden özür dilemek, Kürt açılımı ve “Mustafa Belgeseli”ndeki temel mesaj, TSK’ya saldırı için fırsat kollamak, hayali AB üyeliği, milli egemenlik ve bağımsızlığımızı tartıştırmak hep bu şartlı refleksin görüntüleridir. Toplumlar bu türlü psikolojik savaşın araçları ile karşı karşıya kala kala normalde göstermeleri gereken tepki ve refleksleri gösteremez hale gelirler. Bir kanıksama ve ilgisizlik doğar. Bu tepki ve olması gereken reflekslerin kaybedilmesi, tartışılmayacak olanların tartışılması, tehditleri tehdit olmaktan çıkarır ve hatta çözüm haline getirebilir.
Bu refleks kırılması‘nı son yaşanan olayda da görebiliriz. Urumçi’de başlayan ve daha sonra Kaşkar’a sıçrayan olayları protesto eden kalabalığın üzerine bombalar atılmış, yüzlerce Türk öldürülmüştür. En önemli insan hakkı olan yaşama hakkı Çin markalı bir soykırım ile ortadan kaldırılmıştır. Aslında Çin’in uyguladığı soykırım örnekleri yıllardır sürmektedir. Nükleer denemeler, zorunlu kürtajlar ve Çinlilerle evlilik zorlamaları, mecburi göçler, etnik temizlik ve Türk nüfusu yok etme çalışmalarının pervasızca devam etmektedir. Hiçbir ülkenin vatandaşlarına katliam yapma ve aşırı güç kullanma hakkı yoktur. Aslında Cumhurbaşkanı Gül’ün Çin gezisi tekrar değerlendirilmek durumundadır. Son senelerde milli menfaatlerin ve Türk topluluklarıyla olan ilişkilerin, küçük veya büyük menfaat hesaplarına kurban edildiği görülmektedir. Nitekim; Çin ile ilişkileri bozmamak adına yapılan çıkışlar ve yetersiz beyanlar, milli çizgi yolunda olmaması gereken refleks kırılmalarıdır.
Diğer taraftan Kerkük’te nüfus dengesini Türkmenler aleyhine değiştirmek için her türlü insan hakları ihlalleri ortaya konmaktadır. Yüzlerce insan öldürülmüştür. Çeşitli tezgahlarla Türkmenler ve Araplar azınlık durumuna düşürülmekte; Irak’ın Kuzey’indeki Barzani yönetimi güçlendirilmektedir. Maalesef bu yolda Türkiye de kullanılmaktadır. Buna alet olan ılımlı Müslüman kardeşlerimiz Erbil’de malûm Abant Toplantılarından birini yapmışlar ve Barzani’ye ve ABD çıkarlarına destek vermişlerdir. Irak’taki işgal sonrası gelişmelerde ülke çıkarları soğutulmuş, bir yabancılaşma doğmuş ve aynen Çin’deki olaylar gibi bir refleks kırılması gündeme gelmiştir. Türkiye’ye karşı Türkiye içinde yürütülen Devlet ile, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri ve kurumları ile savaş halindeki malum çevreler; demokratikleşme yutturmacası altında ayrılıkçı hareketlerin ve terör örgütünün lehine belli ölçüde bir hoşgörü ortamı hazırlamışlardır. Maksatlı anayasa değişikliği tekliflerinde Türkiye’nin milli ve üniter yapısını bozucu, egemenlik ve bağımsızlığı birileri ile paylaştırıcı bir ortam yaratılmaktadır. Büyük çoğunluk ve bazı aydınlar bu tehlikeli gidişi düşünemez, düşünmeye dahi ihtiyaç duyamaz noktaya sürüklemektedir. Kurumlarını ve yasalarını AB standartlarına yükseltmek isteyenler; AB ülkelerinde olmayan ihanet, etnik ırkçılık ve tuzakları da hesaba katabiliyorlar mı? Ülke gerçeklerinin farkına varabilmek için; klasik ezberlerin dışına çıkabilmeliyiz.
AİHM, Avrupa’nın terör örgütleri listesinde yer alan ETA‘nın “siyasi kanadı” olarak bilinen Batasuna Partisinin İspanya Anayasa Mahkemesi tarafından yasaklanmasına ilişkin kararı onaylamıştır. Batasuna, bilindiği gibi ETA’nın terör eylemlerini kınamayı reddediyordu. Bizde DTP de PKK’yı terör örgütü olarak görmediği bir tarafa; açıkça çeşitli beyanlarla örgüte destek çıkmaktadır. AİHM kararında şiddete destek olan, teşvik eden ifadelerin demokraside özgürlük olamayacağı belirtilmektedir. Bizde ise; terör örgütünün çizgisi TBMM’de temsil edilmezse çoğulcu demokrasinin gerçekleşmeyeceği zannedilmekte ve bu yolda çeşitli siyasi hokkabazlıklar yapılmaktadır. Bundan dolayı Türkiye çelişkiler ülkesi konumundadır.