Kelîle ve Dimne Hakkında
Öğüt vermek amacını taşıyan Hint
kökenli masal kitabıdır.
Eser Arapçalaşmış adını, ve ana
kaynağını oluşturan ve de muhtemelen Üçüncü yüzyılda Hint hükümdarlarından
birinin oğullarını eğitmekle görevlendirdiği, adının Beydebâ olduğu belirtilen bir Vişnu rahibi tarafından şehzadeler
için hazırlanan Pançatantra / Düşündürücü
Beş Nasihat adlı eserdeki Karataka ve
Damanaka isimli iki çakal kardeşin
isimlerinin Pehlevî dilindeki karşılığı olan
Kelîleg ve Demneg’den alır. Sâsânî
Şehinşâhı Hüsrev Enûşirvân zamanında tabip Bürzûye’nin, Pançatantra ile birkaç
Sanskritçe kaynaktan daha yararlanarak Pehlevî dilinde tercüme ve telif
suretiyle meydana getirdiği eseri, İbnü’1-Mukaffa’, bazı katkılarda bulunarak
Arapça’ya çevirmiştir. Belli başlı dünya dillerine yapılan Kelîle ve Dimne tercümelerinin hemen tamamı İb-nü’1-Mukaffa’ın
metnine dayanmaktadır.
Pançatantra’yı elde etmesi için Hindistan’a göndermiş, o da birçok
tehlikelerden sonra sarayın hazinesindeki kitabı diğer bazı eserlerle birlikte
gizlice istinsah ederek İran’a getirip Pehlevî Farsçası’na çevirmiştir. Ebû
Mansûr es-Seâlibî’nin Gureru ahbâri mülûki’1-Fürs adlı târihinde ve
Firdevsî’nin Şehnâme’sinde naklettikleri başka bir rivayete göre tabip Bürzûye,
Hindistan’da ölüyü dirilten bir bitkinin yetiştiği bir dağ bulunduğunu öğrenir
ve bu bitkiyi ele geçirmek ister. Enûşirvân, Hint padişahına kendisine bu işte
yardımcı olması için mektup yazar. Bürzûye bitkiyi bulmakta çâresiz kalınca
yaşlı bir Hintli bilgeye başvurur, bilge de. ‘Bu, eskilerin remizli bir sözüdür; dağlardan maksat bilginler, ilâçtan
maksat şifa veren söz, ölüden maksat bilginlerin nefesiyle canlanan câhillerdir.’
Der ve bu hikmetlerin Hint padişahının hazinesinde bulunan Kelîle ve Dimne adlı kitapta yazılı bulunduğunu söyler. Bunun
üzerine Bürzûye Hint padişahına başvurur; o da sadece kitabı kendi huzurunda okumasına
izin verir. Eseri okuyan Bürzûye masalların mânalarını aklında tutar ve geri
dönünce bunları yazıya döker. Böylece 560 yılı civarında Pehlevî diline
aktarılarak yeni bir hüviyet kazanan eser, muhtemelen on yıl kadar sonra Bûd
isimli bir Hıristiyan tarafından Süryânîce’ye çevrilmiştir. Günümüze ulaşan bu
metin birkaç defa yayımlanmıştır. Süryânîce tercümede eserin Arapça’sındaki
önsözler bulunmamakta ve hikâyeler on bölümde sıralanmaktadır.
Bürzûye’nin bugün mevcut olmayan Pehlevî dilindeki telif-tercümesinden bir
mukaddime ve bazı masalların ilâvesiyle Arapça’ya tercüme etmiştir. Tercümenin
çok sayıdaki yazması çok yakın dönemlere aittir ve aralarında gerek
mukaddimeler gerekse masallar açısından büyük farklılıklar bulunmaktadır. Eser,
Fransızca’ya çevrilerek 1816 yılında Paris’te yayınlanmıştır. Daha sonra yapılan çeşitli neşirler içinde
özellikle 1941 yılında Kahire’de ve 1966 yılında Beyrut’ta basılan nüshalar
önemlidir. Kaynaklardan eserin Arapçaya
birçok manzum tercümesinin yapıldığı da öğrenilmektedir.
kaleme alınmıştır. Kitabı oluşturan masalların kahramanları hayvanlardır.
Eserin ana kaynağı, bir hükümdârın oğullarını eğitmek maksadıyla yazıldığı ve
aynı şekilde genişletilmiş benzerleri de birtakım hükümdarların istekleriyle
hazırlandığı için kitabın konusu daha çok ailevî ve siyasî terbiye üzerinedir.
Ancak yeri geldikçe ferdî ahlâka da göndermeler yapılır. İbnü’l-Mukaffa’ın
telif-tercümesinde, 12’si mukaddimelerde olmak üzere 68, Nasrullah’ınkinde; 5’i
mukaddimelerde olmak üzere 60 ve Kâşifî’ninkinde 5’i mukaddimelerde olmak üzere
108 hikâye yer almaktadır.
kahramanlarıyla verilenler Arapça metinden ve konu olarak verilenler Kâşifî’nin
Farsça metninden olmak üzere şu şekildedir: 1-Aslan ve öküz: Dedikoducu ve
arabozucu kişinin sözünden sakınmak üzerine; 2-Dimne’nin durumunu araştırma:
Kötü davranışlıların lâyık oldukları kişilerle karşılaşması ve konuşmalar
şeklinde kaleme alınmıştır. 3-Gerdanlıklı Güvercin: Dostların anlaşmasının ve
yardımlaşmalarının faydaları. 4-Baykuş ve kargalar: Düşmanların durumlarını
gözlemlemek ve onların hilesinden emin olmamak. 5-Maymun ve kaplumbağa:
Gafletin zararı ve istenenin kaybedilmesi. 6-Zâhid ve gelincik: Acele etmenin
âfeti ve zararları hakkında. 7-Fâre ve kedi: Metin olma, tedbir alma ve
düşmanların belâsından hileyle kurtulmanın yolları. 8-Melik ve kuş fenze: Kin
sâhiplerinden kaçınmak ve bunların dalkavukluğuna güvenmemek. 9-Aslan ve çakal:
Hükümdarların en iyi sıfatı ve güçlülerin en güzel özelliği olan affetmenin
fazileti. 10-Dişi aslan, okçu ve çakal: Davranışların aynı muameleyle karşılık
bulması. 11-İlâz, belâz ve îrâht: Özellikle padişahlar için gerekli olan hilm,
vakar sükûnet ve kararlılığın fazileti hakkındadır. 12-Zâhid ve misafir: Kendi
durumuna uygun olanları bırakarak başkasını istemenin zararları. 13-Gezgin ve
kuyumcu: Hükümdarların gaddar ve hain kişilerin sözünden kaçınması gerektiği
hakkındadır. 14-Şehzâde ve arkadaşları: Zamanın / şartların değişmesine
aldırmamak ve işleri kaza ve kadere bağlamak hakkındadır. Ayrıca bazı Arapça
yazmalarda Nasrullah ve Kâşifî’nin metinlerinde bulunmayan Güvercin, Tilki ve Leylek, Fâreler
Kralı ve Balıkçıl Kuşu ile Ördek
başlıklı hikâyeler de yer almaktadır.
Fontaine’e kadar sayısız kişiye ve esere kaynaklık eden Kelîle ve Dimne,
konusuyla ve hikâyeleriyle dünyada âdeta bir Kelîle ve Dimne edebiyatı oluştururken yazmalarındaki minyatürlerle
de İslâm minyatür sanatında dikkat çekici bir geleneğin doğmasına yol açmıştır.
Kellie Dimne’den Örnekler
Ortağını dolandıran düzenbazın sonu
Evvel zaman içinde birbirleriyle
ortak iki tüccar varmış. Bunlar yeni açtıkları dükkânlarına mallarını
koymuşlar. Bir tanesinin evi, iş yerine çok yakınmış. Bu adamın niyeti bozmuş
ve ortağının payına düşen mallardan bir kısmını çalmayı kafasına koymuş. Gece
hırsızlık için geldiğinde, kendi malları ile ortağının mallarını
karıştırmayayım diye arkadaşının mallarının olduğu tarafa gizlice ceketini
bırakmış. Sonra da dükkânı kapatıp evlerine gitmişler.
Ancak bir müddet sonra ortağı
unuttuğu bir şeyi almak için dükkâna gelmiş. Bir de bakmış ki kendi mallarının
üzerinde arkadaşının ceketi duruyor. ‘Unutmuş
herhalde’ diyerek ceketi alıp ortağının mallarının üstüne koymuş. Diğer
ortak ise kiraladığı bir hamalla birlikte gece yarısı dükkâna gelmiş, kapıyı
açmış ve ceketinin olduğu taraftaki çuvallardan bir tanesini hamalla taşıyıp
evine götürmüş. Hamalın parasını verip gönderdikten sonra yorulduğu için
uyuyakalmış. Sabahleyin kalkar kalkmaz hemen çuvalın yanına koşmuş ama bir de
ne görsün! Gece çaldıkları, meğer kendi çuvalıymış. Başlamış dövünmeye, hamala
verdiği paraya mı yansın, çektiği zahmete mi?
açtığında ortağının çuvallarından birinin çalındığını anlayıp üzülmüş. ‘Ben şimdi ortağıma ne diyeceğim, bu işten
dolayı beni suçlayacak! Ama ne olursa olsun zararını karşılamalıyım’ diye
kendi kendine yakınmış. Bu sırada diğer ortak girmiş dükkâna, bakmış ki
arkadaşı üzgün, yüzünden düşen bin parça. ‘Hayrola
dostum, neyin var, ne oldu?’ diye sormuş. Arkadaşı mahcup bir şekilde ‘Senin çuvalını sanırım gece yarısı hırsızlar
çalmışlar. Ama sen merak etme dostum. Zarardan payıma düşen neyse, vermeye
hazırım!’
davranışı karşısında yaptıklarından utanan hırsız ortak, pişmanlık içinde
suçunu itiraf etmiş. ‘Üzülme dostum! Buna
hiç gerek yok. İnsanın ortak iş yaptığı dostuna ihânet etmesi kadar çirkin ve
büyük bir suç yoktur. Hile ile yapılan işten hayır gelmezmiş. Seni aldatan
benim, hile yaptım, çok pişmanım!’ demiş. Bu sözlere şaşıran masum ortak ‘Nasıl yâni, anlayamadım?’ diye sormuş.
Bunun üzerine düzenbaz ortak durumu kısaca anlatmış arkadaşına ve özür dilemiş,
yalvarmış, yakarmış. ‘Nefsim bana çirkin
işleri süslü gösterdi, cahillik yaptım, ama hatamı anladım. Senin güvenini
kaybetmek istemiyorum. Tekrar ortaklığa devam edelim, lütfen beni affet, bir
daha böyle şeytana uymayacağım!’ diye yalvarmış. Bunun üzerine masum olan,
düzenbaz ortağının suçunu affetmiş affetmesine ama bir daha ona güvenememiş ve
ortaklıktan vazgeçmiş. Hırsız ortak ise yaptığı cahillikten dolayı kaybettiği
işine ve ortağına üzülüp vicdan azabı çekmiş.
Açlıktan gözleri kararmış bir
kurt ormanda karnını doyurmak için av aramaya başlar. Bir çalının yanından
geçerken orada yatan bir tavşan görür. Tavşan kurt ile karşı karşıya geldiğinde
artık kaçacak şansı kalmamıştır. Ancak zekâsını kullanıp hile yaparak kurt belâsından
kurtulmayı düşünür. Bundan sonra kurda övgü dolu sözler söylemeye başlar: ‘Ey şanlı sultanım! Canım size feda olsun.
Sizin yeminiz olmak benim için ne büyük şeref! Lâkin ben küçük ve zayıf bir
hayvan olduğum için karnınızı doyuramam. Ama benim tilki bir komşum var. Eğer
izin verirseniz onu size getireyim de güzel bir ziyafet çekin. Av için bu kadar
yorulduğunuza da değer!’ diye süslü sözler söyler. Bu güzel sözler, kurdun
rıza göstermesine sebep olur. İkisi birlikte tilkinin yuvasına giderler. Tavşan
içeri girer ve tilkiyi selamlar: ‘Sevgili
komşum! Batı diyarından faziletli ve keramet sâhibi bir mübarek zât gelmiş.
Sizin de böyle evliyanın ilminden ve feyzinden istifade etmeyi sevdiğinizi
bildiğim için buraya getirdim. Kapınızın önünde beklemektedir. İzniniz varsa
tanışmanız ve sohbet etmeniz için içeri dâvet edin.’ der. Kurnaz tilki
tavşana pek inanmaz ve sözlerinin arkasında bir hile gizli olduğunu anlar. Ama
bu durumu belli etmez, tavşana teşekkür ederek misafiri içeri alacağını söyler.
‘Ancak evim pek müsait değil. Misafirimize
ayıp olmasın. Siz biraz dışarıda bekleyin de eve çeki düzen vereyim. Sonra sizi
içeri alayım.’ der. Tavşan dışarı çıkar, kurdun yanına gider ve tilkiyi
kandırdığını, birazdan içeri gireceklerini söyler. Bu arada tilki, iki kapılı
olan yuvasının arka kapısından çıkıp bakar ve dışarıda bekleyen kurdu görür.
Tilki her türlü tehlikeye karşı bir tedbir olsun diye yuvasının kapısının iç
kısmına derin bir çukur kazmış, üstünü de çalı çırpıyla örtmüştür. Bu sebeple
onları evine almakta bir kötülük görmez ve kurtla tavşanı içeri davet eder.
Tavşanla kurt yuvaya daldıklarında ikisi birden derin çukura düşerler. Tilki de
diğer kapıdan kaçar ve kurtulur. Tavşan ise çukurun içinde kurdun yemeği olur.
Saf Hırsız ile Uyanık Ev Sâhibi
Hırsızın biri arkadaşlarını
toplayıp soygun yapmak üzere zengin bir adamın konağının çatısına çıkmış. Konak
sâhibi ayak seslerinden çatıda hırsızların olduğunu anlayıp eşine dönmüş ve ona
şöyle demiş: ‘Hanım, şimdi sessiz ve
sakin ol! Sanırım çatıda hırsızlar var. Sana işaret ettiğim zaman hırsızların
duyabileceği kadar yüksek bir sesle beni uyandır.’ Eşi şaşkın bir şekilde
niye uyandırması gerektiğini sormuş.
Adam, “Beni uyandıracaksın, bu kadar malı nereden bulduğumu, nasıl kazandığımı
soracaksın. Ben de ‘Gece vakti bunun sırası mı, yat sonra anlatırım’ diyeceğim.
Sen ısrar edeceksin. Daha çok ısrar edeceksin, tamam mı?” diye
karısına tembih etmiş.
onu uyandırmak için seslenmeye başlamış. Nihâyet adam ‘Ne oldu?’ diye sorunca karısı ‘Bu
kadar malı nereden buldun, bu zenginliği nasıl elde ettin, bana anlatsana!’
demiş. Adam da karısına ‘Gece vakti bunun
sırası mı, yatalım, uyuyalım, ben sana yarın anlatayım.’ demiş. Ama
anlaştıkları gibi karısı anlatması için ısrar edince adam yüksek bir sesle ‘Hırsızlıktan buldum!’ demiş.
kulakları kirişte, adamla eşinin konuşmalarını dinliyorlarmış. Adam onların
kendilerini dinlediklerini bildiği halde devam etmiş anlatmaya: “Gençlik çağımda, mehtaplı gecelerde
arkadaşlarla zengin insanların konaklarının çatısına çıkardım. Işığın sızdığı
deliğe gelip ‘şevlem… şevlem…’ diye bağırdıktan sonra yedi kez tılsımlı duâ
okur ve ışıktan tutunarak aşağıya süzülürdüm. Bu şekilde kimseye görünmeden
evin içine girer, ne var, ne yoksa her şeyi alır, süzülen ışığın yanına gelir,
tekrar o tılsımlı duâyı okur ve ışığa yaslanıp yukarı çıkardım. Sonra da
arkadaşlarla birlikte hiçbir şey olmamış gibi huzur ve güven içerisinde
evimizin yolunu tutardık.”
eşine işâret edip kendisi de bir köşeye gizlenmiş. Sözleri duyan hırsızların
elebaşı, arkadaşlarına dönüp ‘Yaşadık
arkadaşlar. Bu gece zengin olacağız!’ diye sevinmiş ve adamla eşinin
uyumalarını beklemeye koyulmuş. Nihâyet sesler kesilip de evdekilerin tekrar
uyuduklarına kanaat getirince ışığın içeri sızdığı deliğin başına gelen hırsızların
elebaşı ‘Şevlem! Şevlem!’ diye
bağırıp yedi defa tılsımlı duâyı okuduktan sonra ışığa tutunup kendini aşağı
bırakmış. Ardından diğer hırsızlar da aynı şeyi yapıp kendilerini aşağıya
bırakmışlar. Ancak hepsi de tepetaklak bahçeye düşmüşler, o sırada gizlendiği
yerden elinde sopayla çıkıp kendilerini karşılayan ev sahibinden bir güzel
dayak yemişler. Ev sahibi yakasından tuttuğu elebaşına ‘Kimsin sen?’ diye bağırmış. Kafa göz patlak bir halde olan
hırsızların lideri ‘Ben’ demiş, ‘Olmayacak bir işin peşine düşecek kadar saf
ve kanmış bir hırsızım!’
BEYDEBÂ
Üçünc yüzyılda yaşamış olan meşhur bir Hint
yazarıdır. Beydebâ`nın hayatı
hakkında yeterli bilgi mevcut değildir. Gerçek ismi ve ırkı üzerine birçok
farklı görüş ortaya atılmış olsa da, tarihçilerin çoğu adı Ketku olan bir Türk
olduğu kanaatindedir. Bakü`de doğup, sonraları Hindistan`a göç ettiği rivâyet
edilir. Bir başka rivâyete göre de Şam’da doğmuş, önce Çin’e dha sonra da
Hindistan’a göç etmiştir. Ölüm yeri ve târihi hakkında hiçbir bilgi
bulunmamaktadır. Fabl türünün en önemli eserlerinden biri olan Kelile ve
Dimne’yi Depşelem isimli bir Hint Hükümdârı döneminde kaleme almış, eserini
hükümdâra sunmuştur.
içeriğinde hayatı sisler içerisinde kalan bir Hint Hükümdârı olan Debşelem
Şah’ın bir vasiyet üzerine ünlü bilge Beydeba‘nın
yanına gitmesi ondan hikmetli sözler, öğütler, devlet yönetiminde yardımcı
olacak öğretici masallar dinlemesi anlatılmaktadır.
kapattırmış… Çok geçmeden gerçek anlaşılmış ve Beydeba, hükümdar Debşelem’in en gözde yardımcılarından biri olmuş…
Her işini ona danışma gereği duymuş… Bir zaman sonra da Beydeba’dan; görünüşte
eğlenceli, gerçekte ise ders verici ve düşündürücü bir kitap hazırlamasını
istemiş… İşte Kelile ve Dimne böyle
ortaya çıkmış…
ve eğitim gibi birçok farklı konu işlenmiştir. Bu eser zâlimliği ile tanınan
Hükümdar Depşelem`e dolaylı bir nasihat niteliğindedir denilebilir. Eser adını
ilk bölümündeki hikâyelerin kahramanı olan iki çakaldan almıştır. Doğruluğu ve
dürüstlüğü simgeleyen Kelile ile yanlışlığı ve yalanı simgeleyen Dimne
karşılıklı konuşmaktadırlar.
DERKENAR:
TÜRKÇEMİZ
Arapçasız, Farsçasız bir Türkçe
hayâlini yaşayanlar var. Şu yedi
kelimelik cümleye bakınız: ‘Hemen pazara
git, hem pırasa, hem lâhana al.’ Bu cümlede Türkçe olan sâdece ‘al’
fiilidir. Şimdi, bu cümleye Türkçe demeyecek miyiz? Farsça, Arapça kelimeleri
atıp yerine Fransızca, İngilizce kelimeler konulursa, o kelimelerle kurulan
cümle Türk dili olmaz olamaz, kurbağa dili olur. Yapılan iş de modaya uymak
olur. Ah şu moda! Şahsiyetsizliğin en güzel sembolü modadır.
Yayınları, İstanbul 2016