İslâm’a ve Peygamberimize hakaret edip bir köy papazı gibi tahrikler yapan Papa’nın Türkiye’yi ziyareti ilgi çekiciydi. Yöneticiler Papa’ya gösterilecek haklı tepkiyi en aza indirebilmek ve hatta ortadan kaldırabilmek için her türlü işgüzarlığı yaptılar. Vatandaşın haklı tepkisini engellemeye çalıştılar.
Hepimiz biliyoruz ki; Papa Türkiye’ye gelmedi. Papa, hayalinde Konstantinapol olarak kabul ettiği İstanbul’a geldi. Patrikhaneyi ekümenikliğe taşımak istedi. Katoliklerin bir dönem Bizans’tan çaldıkları altınları ve götürdükleri ölü aziz kemikleri için Ortodokslardan hem özür diledi; hem de Katolik-Ortodoks ittifakını sağladı. Bunun için belirli bir ayin bile yapıldı. Patrik’le beraber yayınladıkları ortak açıklamada Avrupa’nın Hıristiyan kimliğinin korunması gerektiğinden bahsetmiş olmalarına rağmen; bazıları Papa’yı AB yolunda Türkiye taraftarı olarak gösterdi. İşin en ilgi çekici yanı; ortak açıklama yapıldığı toplantıya Türk gazetecilerin alınmaması ve toplantı metninin birçok dilde yayınlanmasına rağmen; Türkçe yayınının olmamasıydı. Bu, Türkiye’de yaşayan her Türk’e bir tokattı. Bunu başta Papasever bazı yayın organları olmak üzere birçok kişi yuttu veya görmemezlikten geldi. Bu arada gizli din taşıyanlar da teşhis edildi. Birçok hacının çıktı gönlündeki “haçı”…
Anadolu toprakları birçok açıdan Hıristiyanlar için kutsaldır. Hıristiyan âlemi Anadolu’nun Türkleşmesini ve İslâmlaşmasını bir türlü içlerine sindirememişlerdir. Bundan dolayı kutsal sayılan bazı şehirlerimizde yabancılar büyük oranda mülk satın almışlardır. Anadolu’nun mozaik olduğu ve bir karışmışlık (amalgamation) yaşadığı iddialarının altında da Anadolu’ya vurulan Türk ve İslâm mührünün kazınması amacı yatmaktadır. AB’nin Diyaneti suçlayarak misyoner faaliyetlere karşı sert davranıldığı iddiasını da bu açıdan değerlendirmek gerekir.
Türk kültür ve medeniyetini dışlayarak Anadolu’da farklı kültür sentezleri arayanların bir iddiasıdır karışmışlık… Karışmışlık, iki veya daha fazla kültürün bir başka isim ve kimlik altında birleşmesi, onlardan farklı bir kimlikle ortaya çıkmasıdır. Meselâ Meksika; İspanyol ve yerli Amerikan kültürlerinin farklı bir sentezidir. Bu karışmışlık ve sentez artık ne İspanyol, ne de yerli Amerikan kültürüdür. Tamamen yeni bir oluşumdur. Türk kültür ve medeniyetini Orta Asya bağından koparıp sadece Anadolu ile sınırlamaya çalışanların amacı; Anadolu coğrafyasında Türk kültürünü hâkim kültür olmaktan uzaklaştırmak ve Türk’ü etnik gruplardan sadece biri gibi görmeye çalışmak ve bu seviyeye indirmektir.
Oysa, Anadolu’da Müslüman ve Hıristiyanlar zannedildiği gibi karışmamış; nüfus sayımlarında “müslim” ve “gayrimüslim” ayrımı yapılmıştır. İhtida eden yani Müslümanlığı kabul eden nüfus ise; zannedildiğinden daha azdır ve herhalde en azından Anadolu’ya 1071’den önce ve sonra gelen, hem göçebe, hem de yerleşik özelliklere sahip Türk nüfusun yarısı bile değildir. Hıristiyan nüfus içinde Türklerin de bulunduğunu hesaba katarsak; bu tahminler ve yakıştırmalar daha da zor duruma düşer. İhtida edip Müslümanlığı seçip dolayısıyla Türk kimliğini kabul etmiş insanlara dün de bugün de “Sen Türk değilsin” denmemektedir.
Türklerin Anadolu’ya yerleşmesi 1071’den daha öncedir. Ancak, 1071 kabul edilse bile; Pontus’un ortadan kalkışı 1464’tür. 1924 yılında Yunanistan ile nüfus mübadelesine gidilmiş; karışmamış Rumlarla Yunanistan’daki Müslüman Türk nüfus mübadele edilmiştir. Gelenlere Marmara ve Ege bölgelerinde toprak verilmiş ve çeşitli imkânlar sağlanmıştır. Eğer bir karışmışlık söz konusu olsaydı; en azından diğer örneklerde olduğu gibi bu mübadeleye ihtiyaç kalmazdı.
Karışmışlıktan bahsedip Türklüğü laboratuar kayıtlarına alıp çeşitli tahlillerle Türk olmayan Türkleri keşfetmeye çalışanların, ortaya çıkan kültürel süreci içlerine sindiremeyenlerin, ilkel etniklikten medet ummaları, biyolojik gerekçelere tutunmaları bir çelişki değil midir?
İnsanı kutsallaştırıp mensup olduğu millet ve devleti ona rakip gibi gören ve dışarıdan fonlanan TESEV gibi kuruluşlar da Türk kimliği ile uğraşmakta; milli direnci ve vatandaşlık duygusunu köreltmeye çalışmaktadırlar. Nitekim, yapılan bir araştırmada işgal güçlerine karşı haklı sayılması gereken milli direniş, “intihar saldırısı” olarak kabul edilmekte ve buna uygun sorular sorulmaktadır. Ayrıca, “laikler” ayrı bir mezhep veya etniklik gibi düşünülüp mukayeseler yapılmaktadır.