“İslam dünyası” tabirini kullanmak ne kadar doğru bilmiyorum. Çünkü Siyasal İslamcıların kullandığı manada bir “İslam dünyası” yok bugün. Tarihte var oldu mu bilmiyorum, o ayrı bir tartışma konusu. Gerçek anlamda “İslam dünyası” yeryüzündeki Müslüman toplumların aritmetik toplamından başka bir anlam ifade etmiyor. Ve o dünya yüz yıldan biraz daha fazla bir süredir, ruhunu batı emperyalizmine ipotek etmiş zalim diktatörlerin elinde mahvediliyor. Cahilliğe, ufuksuzluğa, birey olamamaya, hatta açlığa ve sefalete mahkûm ediliyor.
Suriye’de, Irak’ta, Filistin’de terör örgütlerinin elinde oyuncak haline getirilmiş insanlar halinde karşımıza çıkıyor “İslam dünyası”. Katar’da, Birleşik Arap Emirlikleri’nde paranın şımarttığı sonradan görmeler olarak karşımıza çıkıyor. Yemen’de açlığa mahkûm edilmiş, mayına basıp kolunu / bacağını kaybetmiş çocuklar olarak karşımıza çıkıyor. Bu kadar itilmişliğe, bu kadar tekmelenmeye, ayaklar altında bu kadar ezilmeye rağmen “İslam dünyası” üzerine ölü toprağı serilmiş gibi tamamen hissiz ve ruhsuz olarak adeta bitkisel hayat yaşamaya devam ediyor.
“İslam dünyasının” perişan haline yerler ve gökler ağlıyor, beğenmediği (!) batı ağlıyor ama Müslümanlardan hala ses seda çıkmıyor. Şairler Sultanı Fuzuli’nin beşyüz yıl önce söylediği beyit bugün bütün “İslam dünyasını” anlatıyor;
Küfr-i zülfün salalı rahneler imânımıza
Kâfir ağlar bizim ahvâl-i perişânımıza
Ortadoğululaşıyoruz
Türkiye, 17 yıldır ülkenin nimetlerini organize bir şekilde yağmalayan bir güruhun elinde sistematik bir şekilde tüketiliyor. 17 yıl önce Avrupa Birliği macerasıyla başlayan bu süreç, geldiğimiz noktada Ortadoğu istasyonunda nihayete ermek üzere. Ülke olarak git gide hayatın gerçeklerinden kopuyor ve Ortadoğululaşıyoruz. Biz Ortadoğululaşırken, ülkenin imkânlarını yağmalayan güruh, ülkeyi ayakta tutan bütün değerleri sistematik olarak tahrip ediyor. Eğitim sistemimizi tahrip ediyor, yargıyı tahrip ediyor, ekonomiyi tahrip ediyor, siyaseti tahrip ediyor, devletin bizatihi kendisini tahrip ediyor.
Benim babam bir köylü çocuğu. Kendi zamanında devletin sunduğu imkânlarla hem ortaokul hem de öğretmen lisesini bitirmiş. Sonra öğretmen olmayıp polis olmuş. O polisin oğlu olan ben, devletin sunduğu eğitim imkânlarıyla okuyup avukat oldum. Devlet vakt-i zamanında vatandaşına bu imkânı sunduğu için durumu bana benzeyen milyonlarca insan var. Fakat bugünün çocuklarının aynı imkânlara sahip olduklarını söylemek güç. Bugün fakir ailelerden gelen çocuklar -çok şanslı olanlar hariç- okuyup doktor olamayacaklar, hakim-savcı-avukat olamayacaklar, mühendis veya kendilerine geldikleri aileden daha iyi şartlar sunan herhangi başka bir meslek sahibi olamayacaklar. Çünkü bugünün iktidarı eğitim sistemini çökerterek bu ülkenin geleceğini dinamitlediği gibi, bu ülkenin çocuklarının okuyarak daha iyi şartlarda yaşamaları olanağını da ortadan kaldırdı.
Her Gelen Gamlı Gider Şâd Gelip Yanımıza
Yargı sisteminin ne kadar adil olduğunu uzun uzun yazmayacağım. Konuyu tamamen sizin vicdanlarınıza bırakıyorum. Ekonominin bu yönetimin elinde git gide daha kötüye gideceğini aylardır yazıyorum. Geldiğimiz noktanın sizler için de hiç de şaşırtıcı olmadığını tahmin etmeye gerek yok. Ama görünen o ki daha da kötüye gidiyoruz. Çünkü mevcut iktidar ülkenin içinde bulunduğu berbat durumu umursamıyor, problemleri çözmek için fikri planda dahi emek ve mesai harcamıyor. Zaten problemleri çözmek isteseler bile bunun için gereken beceriden yoksunlar. Kamu imkânlarını fütursuzca sahiplenmekten başka bir beceriye (!) sahip değiller.
İşin daha acısı ise olağanüstü bir şey olmadığı, ülkeye sihirli bir değnek dokunmadığı sürece bu olumsuz gidişatın sona ereceği ve makûs talihin kum saati gibi tersine döneceği yok. Zira bu fütursuz güruh ülkenin sadece maddi varlıklarını yağmalamakla kalmadı, muhalefetin demokratik yollardan iktidarı elde etme imkânını da ortadan kaldırdı.
Türkiye an itibariyle rayından çıkmış bir trene benziyor ve -vatandaşlarımızın ekseri azamının duyarsızlığını göz önüne aldığımızda- bu treni olağan yollardan rayına oturtmak mümkün görünmüyor. Üstad Fuzuli bir kez daha asırlar öncesinden halimizi şöyle anlatıyor;
Eksik olmaz gamımız bunca ki bizden gam alıp
Her gelen gamlı gider şâd gelip yanımıza
Yaralı Aslan
Türkiye bir araba dolusu sopa atılıp kan revan içinde bırakılmış, akabinde morfin verilip uyutulmuş, zincire vurulmuş ve bütün bunlar yetmiyormuş gibi üstüne bir de çelik kafese kapatılmış yaralı bir aslana benziyor. Bu haldeyken ne maziden tevarüs eden o efsanevi gücü işe yarıyor ne de pençelerinin sivriliği..
O yaralı aslan bu derin uykudan bir uyansa zincirlerini de kıracak, çelik kafesini de söküp atacak, pençesiyle avını yere de serecek. Şu an için elimizden bu yaralı aslanın uyanmasını dilemekten ve beklemekten başka bir şey gelmiyor. Bu defa vatan ve hürriyet şairi Namık Kemal 150 yıl öncesinden duygularımıza tercüman oluyor;
Kilâb-ı zulme kaldı gezdiğin nâzende sahralar
Uyan ey yâreli şir-i jiyan bu hâb-ı gafletten