K a m u o y u (1)

100

 

 

 

Efkâr-ı umûmiye, efkâr-ı amme;

Günümüz ifadesiyle kamuoyu;

Tarihin her devrinde ola gelmiştir.

Ama çok zaman sessiz kalmıştır.

Kendisini ifade etmeye kolay kolay imkân bulamamıştır.

Bir bakıma dünya tarihinde görülen çeşitli savaşlar;

Kamuoyu’nun resmiyet kazanarak;

Ortaya çıkmasından başka bir şey değildir.

İsyanlar ise sıkıştırılmış kamuoyu’nun;

Birden bire patlayışa geçmesidir.

Doğru yanlış ayrı bir konu;

Osmanlı Devleti tarihindeki isyanlara da

Bu gözle bakılacak olursa,

Bu isyanlar da kamuoyu’nun infilâk etmesinden başka bir şey değildir.

Nitekim halkın “Padişahım çok yaşa!” teraneleri,

Aslında -yeri geldiğinde- kamuoyu’nun dile gelişidir.

Yine halkın “Gururlanma padişahım, senden büyük Allah var!”

Şeklindeki haykırışları, kamuoyu’nun padişaha ihtarından başka bir şey değildir.

Keza Yeniçerilerin -yerli yersiz- topluca kazan kaldırmaları, istediklerini topluca ifade etmeleri,

Askerî kamuoyu’nun dile gelmesinden başka bir şey değildir.

Demek ki her zaman ve zeminde kamuoyu;

Çeşitli aksülamel ve tepkiler şeklinde karşımıza çıkıyor.

Bizde sivil kamuoyu’nun, demokratik şekilde kendini göstermeye başlaması;

1908’de Meşrutiyet’in ilânından sonradır.

Çünkü kamuoyu’nun ortak sesi sayılan basın,

Kavuşulan hürriyet ortamında tam bir serbestlikle

Kendisini ifade etme imkânı buldu.

Doğru yanlış her kamuoyu

Meşrutiyet ortamında temsil olasılığı elde etti.

İstek, arzu ve fikirler rahatça yazıldı, çizildi, söylendi.

Böylece fikir ve düşüncelerin eskide olduğu gibi,

Sıkıştırılarak gün ışığına çıkmasının önlenmesi sonucunda;

İnfilâk hâlini alma tehlikesi,

Artık çok gerilerde kaldı.

O günden beri “kamuoyu”

Büyük mesafeler katederek günümüze ulaştı.

Bugün, dünyada olduğu gibi Türkiyemizde de

Televizyonlar, radyolar, gazeteler, dergiler

Ve kitaplar; hepsi kamuoyu’nun sesi,

Sözü ve resmidir.

Evet değerli okur!

Herkesin, bir bakıma çoğunluğun

Aynı hususları görmesi,

Aynı konularda topluca yoğunlaşması,

Aynı problemi, aynı meseleyi görüp çözmek istemesi;

Bütün fikirlerin veya ekseriyetin;

Aynı noktaya parmak basması; kamuoyu’dur.

Efkâr-ı ammedir. Efkâr-ı umûmiyedir.

 

 

Önceki İçerikZarar Ediyorsa Kapatalım
Sonraki İçerikAlmanya’dan Türkiye’ye Bakmak!
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.