İyilik Avcılarına İhtiyaç Var

113

Avni Usta, bir güzel insan. Beyaz eşya tamiri ile hayatını idame ettiriyor.

Bazı ustalar vardır, iş beğenmez, zorla iş yaptırırsın, bazıları da ısrarla senden iş talep eder, buna rağmen işi düzgün yapmaz ve hak ettiğinin çok üzerinde ücret ister.

Avni Usta, kendisine ücretini zevkle takdim ettiğim ustalardan biri. Verdiğim parada gözüm kalmaz. Bilirim ki, o ücreti hak etmiştir ve benden aldığı parayı benim razı olamayacağım mekânlarda harcamayacak ve kişilere vermeyecektir. Öyle ya, kişi verdiği paranın nereye gittiğinden de sorumludur nereden kazandığı kadar. İsterim ki kazancım helal olsun ve onu helal yerlere harcayayım.

İşinin türü, geçirdiği kalp ameliyatı, bir esnaf olarak insanlarla ilişkileri Avni Usta’yı yormuş görünüyor. Elli üç yaşına rağmen işini bırakacağını söylüyor. İnsanların değer bilmezliğinden, hak ettiği saygıyı görmediğinden yakınıyor. “Benden küçüklerimin bana saygı, büyüklerimin sevgi göstermesini, toplumun bana değer vermesini haklı olarak bekliyorum, buna da hakkım olduğunu düşünüyorum.” diyor. Herkesin birbirine bir kıymet gözüyle baktığı toplumun bireyi olmak, yüksek ayrıcalıklı bir zenginlik olsa gerek. Güven ve sevgi iklimini teneffüs etmek, büyük şükür sebebi…

Güzel söz, samimi hitap sihirdir. Kişiyi etkiler, yumuşatır. Yılan bile sıcağa akar, denmiştir. Hüdaverdi ve Hüseyin Ustalar da işlerini hakkıyla yapan türden. İnsan ilişkileri, gönülden ve sabırlıydı. Kızımın evinde yaptıkları tadilat dolayısıyla tanıdım kendilerini. Hüseyin Usta’nın “Kadir Ağabi” deyişi insanın içini eriten ahenkteydi sanki. Belli bir yaştan sonra samimi hitaplar duymak, kişiyi mutlu eden bir durummuş meğer. Belki basit kabul edilen bu ilişki, ya benim yaşlandığımın ya da toplumumuzda bu tür davranışların unutulmak üzere olduğunun işareti.

Falcı kadın, askeri yakalamış, cebindeki parayı parça parça almak için tahminlerini uzun uzun, tatlı tatlı anlatıyormuş. Arkadaşları, “Bu kadın sana hep yalan söylüyor, paranı ütüyor.” demiş. Asker de “Olsun, memleketten haberler veriyor hem de çok hoş konuşuyor.” cevabı vermiş. Yalan ya da samimiyetten uzak da olsa güzel söz duymak kulağa hoş gelir, kişiyi etkiler. Söz, sihirdir, denir bunun için.

Fahri Tuna; Sakarya’da yaşıyor. Çok sayıda kitabı var, velut bir yazar. Eserlerinin çoğu portre ve biyografi türünde. Kendisine “Yetenek avcısı” deniyormuş. “Marifet iltifata tabidir.” deyişine inanmış olmalı ki küllenmeye mahkûm görünen nitelikli pek çok insanı gün yüzüne çıkarıyor, rol model olarak topluma ve gelecek nesillere biyografi türündeki eserleriyle sunuyor. Onun yaptığı çalışmalar tam bir kadirşinaslık örneği. Kadirşinaslık, oldukça güçlü bir insani değer.

Tecrübe, kişi için; tecrübeli kişiler de bir toplum için büyük bir zenginlik. Büyük tecrübeler, yılların birikimiyle oluşuyor. Bireysel olarak kendi tecrübelerimizden ve başkalarının tecrübelerinden kısmen yararlandığımızı inkar edemem; ancak toplum olarak deneyimli insanları yeterince değerlendirdiğimizi söyleyemem. Deneyim, siyaset ve menfaat üstüdür. Her deneyimin altında kan, gözyaşı, ter vardır. Her deneyim, insanlığın ortak kültürüdür, malıdır. Nakitle ifade edilemeyecek bir sermayedir deneyim.

Ülke olarak, deneyim sahibi insanları sistem ve toplum dışına ittiğimizin pek çok örneğini görüyorum. Yer üstündeki bu madenlerimizi ekonomimize kazandırmamız lazım. Yıllar önce bu zenginliğimize dikkat çekmek üzere “İstiridye Avcılarını İhtiyaç Var” başlıklı bir yazı yazmıştım. Yetenek avcılığı yapan Fahri Tuna gibi, tecrübesi fazla, ülkemize ve insanlığa büyük kazançlar sağlayacak ak saçlıları keşfedip onları rol model olarak tarihe mal edecek “değerli insan avcıları”na hararetle ihtiyaç var.

İkamet ettiğim mahallenin adı; Yahyakaptan. Son seçimlerde bir hanımefendi muhtar seçildi. Ziyaret ederek kendisini tebrik ettim, semtimizle ilgili yapılabilecek hizmetlere yönelik düşüncelerimi aktardım. Mahallemizde eğitim emeklisi pek çok insan bulunduğunu, bunların, değişik mekanlarda, atıl vaziyette zamanlarını israf ettiklerini, ayrıca semtimizdeki pek çok öğrencinin ders çıkışlarında gidecek yer bulamadıklarını, bunların kafelere gitmeye, cep telefonlarındaki oyunlara mahkum edildiğini, emekli öğretenlerimizle öğrencilerimizi güzel bir mekanda buluşturup zamanlarını faydalı hale getirebileceklerini, sözgelimi emekli öğretmenlerin öğrencilere ders takviyesi yapabileceklerini, konu anlatabileceklerini, öğrencilerin derslerle ilgili sorularını çözebileceklerini, hiç değilse rol model olacaklarını ve böylece geleceğimiz olan gençlerimizi zararlı mekan ve alışkanlıklardan korumuş olacaklarını aktardım. Yılların birikimine sahip öğretmenlerimiz bir işe yaramanın, gençlere hizmet etmenin mutluluğunu duyacaklar hem de ruhen hep genç kalacaklardır; böyle bir organizasyonun gerçekleşmesi emekli öğretmenlerimiz için bir terapi olacaktır, dedim. Hiç de orijinal olmayan, bana göre sıradan, ancak iyi niyete dayalı bu önerim, muhtarımız tarafından hararetle, mutlulukla karşılandı. Bakalım zaman ne gösterecek?

Güzelliği, hayrı, iyiliği yaymak lazım. İyilik de kötülük de bulaşıcıdır. Siz istemeseniz de o bir şekilde yayılır. Sizin neyi temsil ettiğiniz, hangi tarafta aktivist ve aksiyoner olduğunuz önemli. Bir de işin vefa tarafı var. Biz de bu toprakların nimetlerinden beslendik, bu ülkenin öğretmenleri bizi yetiştirdi; bizi besleyen ve yetiştirenlere karşı bir insan olarak, her zaman borçluyuz. Borcumuzu ödemek, bir namus meselesidir. Her nimetin zekâtı, kendi türündendir. Parası olan parasını, bilgisi olan bilgisini, bazıları da emeğini kullanır.

Gül kokmak için önce gülü dikmek, dikenine rağmen yetiştirmek, koklamak ve toplamak gerekir. “Kıyametin koptuğunu görsen de elindeki ağacı dikmekten vazgeçme.” tavsiyesinde vurgulandığı gibi; iyi ve iyilerden olmaktan, iyilik yapmaktan vazgeçmemek bizi insan yapmış olacaktır.