İngiltere’den Tespitler (13)

57

     3 Nisan – 9 Mayıs
2004 tarihleri arasında yine İngiltere’nin Cambridge şehrindeyim. Yine
gözlemler yaptım.  Yeni tespitlerde
bulundum. Bunlardan biri de şudur:

     İngilizler,
geçmişlerini çok iyi değerlendiriyor. Tarihî kalıntılarını pazarlamasını pek
güzel biliyor. Öyle istek uyandırıcı el ilânları hazırlıyorlar.

     Öyle renkli
broşürler basıyorlar. Öyle göz alıcı resimlerle donatıp dikkat çekiyorlar ki;
insanın hemen yola çıkası, hemen gidip göresi, hemen merakını gidermesi geliyor
içinden.

     Gerçi gördüğünde o
kadar da câzip ve çekici olmadığını anlıyorsa da, ne çare artık iş işten geçmiş
oluyor. Bununla beraber insan, “Söz sihir gibi tesir edip etkiler.” hadisinin
hikmetini bir kere daha idrak edip algılamış oluyor.

     İngilizlerin
turist çekiciliğindeki maharetleri de böylece gerçekleşmiş oluyor. İngiltere
günümüzde, tarihini yaşatıyor. Gözler önüne seriyor. Günün teknolojisini,
şüphesiz en son haliyle kullanıyor. Fakat göstermiyor. Zahiren sanki yok gibi.

     Güya iki yüz, üç
yüz sene önceki havayı teneffüs ediyor ve ettiriyor. Âdeta tarih tünelinde
seyahat ediyorsunuz. Çünkü İngilizler eski görünüş hâllerini aynen muhafaza
ediyorlar.

     Evlerin,
sokakların şehrin eski hâlini umumiyetle bozmuyor, değiştirmiyor. Teknik
donanımı bu perdenin arkasında görünmez şekilde yerleştiriyor.

     İngiltere
sokaklarında dolaşırken, kendinizi Orta Çağ’da bir şehir gezintisinde
sanabilirsiniz. Eskiyi bizzat yaşıyor olduğunuzu rahatlıkla hissedebilirsiniz.
İşte o derece İngilizler, tarihi bugüne taşımayı başarmışlar.

     Ülkelerini bir
açık hava müzesi haline dönüştürmenin yolunu bulmuşlar. Böylece hem tarihsel
bağlarını kuvvetlendirmiş, hem de İngiltere’yi büyük bir gelire kavuşturmuş
oluyorlar.

     Başta Londra olmak
üzere İngiltere’de şehir sokakları -genelde- aynen korunmuş. Genişletilmeye
-ihtiyaç olsa bile- bu yola pek gidilmemiş. Bu yüzden İngiltere’de sık sık
trafik sıkıntısı baş gösteriyor.

     Ama ne gam, yeter
ki İngiltere’nin görünümü bozulmasın. İngiltere; tarihinden bir şey
kaybetmesin.

     Bu yönleriyle
aslında takdire değer, tebrike lâyık bir tutum sergiliyorlar. Gerçekten
İngiltere’den özellikle bu hususlarda örnek alınacak çok şeyler var.

     Çünkü Türkiyemiz
hem tabiat zengini hem tarih. Bu kadar çok, bu kadar çeşitli, bu denli yüksek
kültür ve sanat kalıntılarını barındıran bir başka ülke, zor bulunur dünyada.

     Buna rağmen yeteri
kadar tanıtamıyoruz güzel ülkemizi. Ne hikmetse yeterince yararlanamıyoruz bu
zenginliklerimizden.

     Biraz dikkat
edince anlaşılıyor ki, İngiltere’de devletin ve belediyelerin elleri değmediği
bir karış  toprak yok gibi. Her yere
insan elinin dokunduğu apaçık ortada. Hiçbir şeyi oluruna bırakmamışlar.

     Her şey gerçekten
kontrol altında. Rast geleliğe rast gelinmiyor, yani tesadüfe tesadüf edilmiyor
burada. Evet, burada kişilerin keyfe ma yeşa / her istediklerini yapmak gibi
bir lüksleri yok.

     Ne yapacakları,
nasıl yapacakları; hep önceden tayin ve tespit edilmiş durumda. Meselâ evinin
dış görünüşüne gönlünce şekil veremez. Genel görünüme aykırı bir tasarrufta
bulunamaz.

     Tabiatıyla bu
uygulama, İngilizleri nev-i şahsına münhasır / başka benzeri olmayan bir millet
hâline getirmiş.

     İngilizler bu
özelliklerinin farkında ve bilincinde. Bu potansiyellerini turizm gelirine
çevirmeyi çok iyi beceriyorlar. Nitekim her yerde turistlere yönelik mekânlar
oluşturmuşlar. Onlara hitap edecek yerler ayırmışlar. Onların ilgisini çekecek
imkânlar hazırlamışlar.

     Bu, çiçeklerle
bezenmiş güzel bir bahçe de olabilir.

     Bu, bir kaç yüz
yıllık geçmişi olan zengin bir İngilizin malikânesi de olabilir.

     Bu, bir köyün
ileri geleni ve yaşadığı evi de olabilir.

     Tabii bu
çekiciliğin baş aktörlüğünü müzeler yapıyor. Ki Londradaki British Museum,
bunların başında geliyor.

     Çünkü bu müzede
sergilenen; her yere ve her zamana ait sayısız tarihî eserlerin çoğunu; başta
Türkiye olmak üzere Mısır ve Orta Doğu coğrafyasına ait eserler teşkil ediyor.

     Müzeye asıl
zenginliği bunlar veriyor. British Museum’un eşsiz değerini bunlar oluşturuyor.
Tabii bütün bu materyaller, Londra’yı her mevsimde turist akınlarına boğuyor.

     Böylece bu müze,
İngiliz bütçesine büyük katkılar sağlıyor. Ne diyelim? Darısı Türkiye müzelerinin
başına.

Önceki İçerikToplum olmak marifettir
Sonraki İçerikMustafa Kemal’in Süvarileri.
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.