“Apo ile Müzakere” için İmralı’ya gönderilen BDP’li milletvekilleri ile teröristbaşının yaptığı konuşmaların “tutanakları” Milliyet’te yayımlandı. Bunları okuduktan sonra acı, üzüntü, aşağılanmışlık ve öfke gibi duygulara kapılmamak mümkün değil.
Kırıcı olan sadece Öcalan’dan sadır olan sözler değildi. Hükümet ve yandaş basından yalnızca “çok hassas bir süreç içindeyken” böyle bir haberin yayımlanmasını “sabotaj ve hainlik” olarak tanımlayan ve bu haberi yayımlayan “sorumsuz gazeteye” “batsın böyle gazetecilik” tarzında tepki gösterilmesi daha da kırıcıydı.
Çünkü durum açıktı: “Terör örgütü liderinin daha da büyük terörist saldırılarda bulunma tehdidiyle Türkiye’yi bir rejim değişikliğine zorlamak istediği anlaşılmıştı.” Hükümet ve yandaşları bu olanlara değil, bunların halk tarafından öğrenilmesine kızıyordu.
*****
Üstelik teröristbaşının bunları söylerken kullandığı megalomanca ifadeler sürece yatkın olanları bile rahatsız etti. “AKP’nin iktidarını biz sağladık”; “Tayyip Erdoğan vatana ihanet suçundan yargılanacaktı, Ben devreye girdim, O’nu kurtardım”; “Erdoğan’ın Başkan olmasını destekleriz” ifadelerinin AKP’ye gönül veren kitleleri, “Fethullah Gülen, Nur Hareketine sızmış bir Amerikan ajanıdır” ifadesi Cemaatin mensuplarını rencide etmemesi mümkün değildi.
Başbakan Erdoğan’ın danışmanı ve sürecin birkaç mimarından biri olan Yalçın Akdoğan “Bunların Öcalan’ın sözlerinin ne kadarını doğru yansıttığı ayrı bir konu ama önemli olan bunlar değil, Öcalan’ın verdiği taslak metindir” dese de, İmralı’dan sızan sözler önemli.
Öncelikle “tutanakların doğruyu yansıtmadığını” söylemek pek mümkün değil, çünkü tutanaklar elde yazılmıyor, sesi yazı haline çeviren bir makine ile kayda geçiliyormuş. İkincisi tutanaklar Öcalan’ın verdiği taslak metinden farklı bile olsa önemli. Çünkü bu açıklanan “yol haritası” sürecin bundan sonraki aşamaları için ipuçları verdiği gibi geçmişe dair de bilgiler ihtiva etmekte.
Hele hele “Ne ev hapsi, ne af bunlara gerek kalmayacak. Hepimiz özgür olacağız”; “Kürtler kendilerini özgürce yönetecek” sözleri ile “Bu olmadı 50 bin kişiyle halk savaşı olacak, ölen ölecek” tehdidini hazmetmek hiç de kolay değil.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç‘ın daha önce söylediği “Biz teröristle ve örgütle pazarlık yapacak namussuz ve ahlaksızlardan değiliz” sözlerini düşününce hükümetin “süreç” için neleri göze aldığını fark ediyoruz.
*****
“Başbakan, barış sürecinden vazgeçmeyeceklerini de vurguladı: Bu süreç devam edecek. Bedeli ne olursa olsun milletimizin refahı için huzuru için her şeyi yapacağız. Çünkü annelerin ağlamaması lazım.”
BDP’li Pervin Buldan da Öcalan’ın sürecin devamını istediğini şu sözlerle anlattı: “Sayın Öcalan, ‘bu süreçte herkesten destek istiyorum’ diyor. Biz de Öcalan’a söz veriyoruz. Her koşulda, her şartta onu destekliyoruz. Çözüm sürecinde, yol haritasında Öcalan’la hareket edeceğimizi söylüyoruz. Bu süreçte Öcalan’ın muhatap alınması da arzuladığımız mücadelenin bir parçasıydı. 21’inci yüzyıl barışın ve Kürt sorununun demokratik yollarla çözümünün sağlandığı ve Öcalan’ın özgürlüğüne kavuştuğu yıl olacaktır.”
Bir taraftan Başbakan’ın hatırına her şartta “Apo ile müzakere” sürecini destekleyenler; diğer tarafta Öcalan’a söz verip süreci destekleyenler. Rüyamda görsem inanamayacağım, hayra yoramayacağım bir paralellik söz konusu.
Bugüne kadar PKK’yı dolaylı veya direkt destekleyen yabancı ülkelerin ve bilhassa ABD ve AB’nin sürece tam destek veriyor olması dikta çekici. PKK’dan beklenen görevin son aşamasına geldiği ve PKK talepleri olarak bildirilen hedeflere ulaşılması için UYGUN ŞARTLAR gerçekleştiği için olabilir mi?
Başbakan ve Öcalan’ın sürece bu kadar angaje olmasının sebebi, belki de taraflara ABD/AB’nin vaat ettiği başarılardı: Başbakan’a “Türkiye büyüyecek, yeni Osmanlı olacak” diyerek ve “yeni anayasa ile kurulacak yeni devlet düzeninde Başkan Erdoğan olarak tarihe geçme” imkânını sunarak; Öcalan’a ise hapisten çıkıp, (Barzani gibi) bir Kürt Devletinin Başkanı olma fırsatını göstererek, sürece “yüreklerini koymalarını” sağlamış olabilirler mi?
Arslan Bulut’a göre, “ABD ve AB’nin PKK ile görüşmelere tam destek vermesinin ana sebebi, Türkiye’den yerel yönetimlere özerklik verilerek koparılacak parçanın, Kuzey Irak ve Kuzey Suriye ile birleştirilme planıdır. Tayyip Erdoğan “Çoğu gitti azı kaldı” derken, yeni anayasa ile kurulacak yeni rejimi kastediyor.”
******
Yeni rejimin temelleri bir bir atılıyor. “Kamu Yönetimi” ve “Yerel Yönetimler” Yasaları çıkarılınca özerkliğin ve federasyonun altyapısı hazırlanmış olacak.
Valiler seçimle gelecek. PKK/BDP’nin seçtireceği vali ve belediye başkanlarının kullanacağı yetkiler şunlar olacak:
“Milli eğitim, sanayi, bayındırlık, kültür, turizm, tarım, orman ve sağlığa ait görev, yetki, personel, araç, gereç, taşınır ve taşınmaz malların İl Özel İdarelerine devri ve tasfiyesi” gerçekleşecek. (Kamu Yönetimi Temel Kanunu Taslağı, G.M. 1/a)
Adına “özerklik” demeden sağlanacak bu özerk illere “zabıta ve özel güvenlik teşkilatı kurma yetkileri de verilecek.” (Kamu Yönetimi Temel Kanunu Taslağı M.14)
Böylece bu yaz yurtdışına çıkarılması sağlanacak olan teröristler tekrar gelerek, (BDP’nin kazandığı illerde) fiilen kurulacak özerk devletin resmi güvenlik mensupları olacak.
“Aman vatandaş duymasın” denilen, “hassas sürecin” ilk aşaması işte bu.