İlahi Ceza

134

“Nice ülkeler halkını haksızlık ve zulüm yaptıkları için yok ettik.” (Hac :45)

Tarih boyunca medeniyetlerin yükseliş ve düşüşlerinde ilginç benzerliklere rastlarız. İnanç ve büyük çabalar, özveri ve kahramanlıklarla yükselen devletler, zenginliğin getirdiği rehavet, şımarıklık, sapkınlık ve aile hayatının bozulması sonucunda nüfus azalmasına uğramışlar ve istilalara açık hale gelmişlerdir. Nankörlükle Allah’a isyan eden zalim ve ahlaksız kavimler, ya Filistin’deki Sodom ve Gomorra gibi gökten inen ateş yağmuru ile, ya da kibrin ve zulmün zirvesinde iken deprem, tufan gibi afetlerle yok edilmiş veya Pompei gibi öldürücü rüzgarlarla kızgın kumlar ve küller altında tarihi uykularına yatmışlardır. Nemrut gibi göğe ok atacak kadar büyüklenen bir haddini bilmeze Allah küçük bir sineğini musallat ederek cezalandırmıştır.

“Onlardan her birini günahları sebebi ile suçüstü yakaladık. Kiminin üzerine kasırgalar gönderdik, taşlar yağdırdık, kimilerini korkunç bir çığlık yok etti. Kimilerini yerin dibine batırdık, kimilerini suda boğduk. Allah onlara zulüm ediyor değildi, asıl onlar kendilerine zulüm ediyorlardı.”(Ankebut 4O) 

“Zulüm ile geçinen nice kasabaları helak ettik ki, tavanları çökmüş, duvarları yıkılmış, kuyuları kapanmış, yüksek köşkleri bomboş kalmıştır. Onlar yeryüzünü gezip dolaşmadılar mı?  Harabeleri görerek ibret alacak kalpleri, onların hikayelerini işitecek kulakları da mı yok? Gerçi gözleri kör değildir fakat kalpleri kördür ki ibret almıyorlar ” (Hac 42-46)

İnsanları köleleştirenler, onları birer mal gibi satanlar, soykırım yapanlar soylarının azalıp yok olması ile yaptıklarının cinsinden bir belaya uğramışlardır. Tarihte köle ticareti ile geçinen kavimler görülmüştür. Atalarımız derler ki, “Kölenin haklı bedduasına uğrayanın ailesi dokuz nesil belini doğrultamaz”

“Basit bir hizmetkarın bile Allah’ı vardır “

Çaresiz ve zavallıların bedduasından korkulur.

Peygamberimiz “Mazlumun bedduasından sakının, çünkü onunla Allah arasında bir engel yoktur.” buyurur.

Yozlaşma bütün geçmiş medeniyetlerin sonunu getiren ortak bir kaderdir.

Allah’ın nimetlerine nail olduğu halde azıp şımaran insanlar derece derece felaketlerine ilerlerler. Görünüşte asi ve gazaba müstahak iken talihin müsaadesine mazhar olan kimselere aldanmayınız.” Şayet Allah kazandıkları günahları sebebiyle insanlara çıkışsaydı Yeryüzünde debelenen hiçbir mahluk bırakmazdı. Fakat onları belirli bir zamana kadar tehir eder, o belirli zaman gelince ona göre cezalandırır. Çünkü Allah kullarını görür.”(Fatır 45) “Allah ihmal etmez, imhal eder (mühlet verir).” İslam’da insan ve millet ölçeğinde bu durum İSTİDRAC  (derece derece felakete doğru ilerleme) diye anılır. Hastalığın ilerlemesi gibidir.

 “İstidrac,  bazı insanların ikbal ve refah halinde iken inadına azıp, günahlarını arttırarak Allah’ın gazabına yaklaşmaları” (Kamus-u Osmani)

Yüce Allah buyurur ki: “Ayetlerimizi yalan sayanları bilmeyecekleri noktalardan derece derece helake yaklaştırırım. Onlara mühlet veririm, iplerini uzatıveririm. Benim lütfum yüzünden kahrım pek şiddetlidir”(Araf 182-183) 

Bu tarihi vakıa (olgu ), geçmişten günümüze tekrarlanıp durmaktadır.

Roma İmparatorluğu yükselerek Akdeniz havzasına, Anadolu, Mısır ve Kuzey Afrika’ya hakim olmuş, Pax Romana (Roma Barışı, boyun eğdirmeğe dayalı barış) tesis etmişti. Romalılar kendilerine yeteceğinden ziyade zenginliğe  ulaştıkları noktada çileden çıkmışlardı.. Ünlü romancı Emil Zola’nın tabiri ile “beşerdeki ifrit, köpüren kuduran, ısırmaya hazır bencil ihtiras” ortaya çıkmıştı:

“Kuvvetli olmanın zevki ile sömürmüş, öldürmüş, cinayetlerinin korkunç şarabı ile tıka basa kana doymuş ve sarhoş olmuşlardı. (Beşerdeki İfrit shf:284)

Köleleştirdikleri insanları hizmetlerinde kullanıyorlar, ölümüne gladyatör dövüşlerinde gördükleri kan yetmiyor, iman sahiplerini aslanlara parçalatarak zevkle seyrediyorlardı. Temel içgüdüleri soysuzlaşmıştı. Tıkanıncaya kadar yiyor, bir tüyle kendilerini kusturuyor, tekrar yiyorlardı. Muhteşem Roma yolları, köprüler, kanallar, saraylar, gelişmiş Latin kültürü ve Roma hukukuna rağmen Neron gibi delilerin elinde bir Dünya Devleti adım adım sona doğru ilerliyordu. Romalılar artık aile ve çocuk külfetine katlanamadıkları için gittikçe nüfusları azalıyor, sınırlarını zorlayan savaşçı Germen, Hun, Alan gibi kavimlerden topladıkları ücretli askerlerle çok geniş bir ülkeyi korumaya çalışıyorlardı. Bu yabancı kavimler Romanın içerden çürüdüğünü hissetmişler, fırsat kolluyorlardı. Roma için İran korkutucu bir rakipti. Devamlı savaşlarla iki tarafın orduları yıpranmış, güçleri tükenmişti.

Kur’an-ı Kerim’de “Allah bazı insanların şerrini diğer bir kısımla defetmeseydi…”(Hacc 4O) denilerek güç dengesine işaret edilmiştir.

“Yüce Allah’ın yarattığı hiç bir şey yoktur ki, ona galip geleni yaratmış olmasın, rahmetini de gazabına galip kılmıştır.” ( Hadis- Müslim ) 

Keza Doğu Roma (Bizans) da benzer bir akibeti paylaşmıştır. Hipodrum’daki Maviler ve yeşiller arasındaki yarışlar fanatik partilere dönüşmüştü. Darbeler ve gözleri kör edilerek adalarda manastıra kapatılan İmparatorlar sık sık rastlanan olaylardandı. Arap, Ermeni, Makedonyalı, Bulgar ve Slav asıllı çete reisleri yandaşları ile Bizans şehrini basıp tahtı ele geçiriyorlardı. Nüfus azalması yüzünden Türk kavimlerinden, Araplardan ve Katalonyalılardan ücretli asker kullanıyorlardı. Devamlı darbelerin, karışıklık ve ahlaksızlığın içerden çürüttüğü İmparatorluk komşu kavimlerin saldırılarına rağmen düşmanları birbirine düşüren “Bizans hilekarlığı ile” bir müddet daha devam etti ise de  “Her milletin bir eceli vardır” (Mü’minun 43) İlahi hükmünce ömrünü bitirdi.    

Eski çağlarda zalimlikleri ile bütün civar kavimleri titreten Asurlular o kadar büyük bir nefret uyandırmışlardı ki, İran’dan gelen istila dalgasına bütün ezilmişler destek verdiler. Tarihi Asur başkenti Ninova halkı kedi ve köpeklerine kadar katliam edildi, yakılıp yıkıldı. Zalim Asur kavminden kalanlar her yerde takip edildi,  uğursuz görülerek yeryüzünden kaldırıldı.

Her sene tapınak piramitlerinde Güneş tanrısına 2O bin insan kurban eden Meksika Aztek İmparatorluğu, onlardan daha zalim İspanyollar tarafından yok edildi. “Bir zalime başka bir zalimi musallat ederiz” İlahi hükmünce mücrimler cezalarını buldular. Ne yazık ki felaket toptan geldiğinde kurunun yanında yaş da yanıyor. Sümer, Babil, İran, Mısır vb. hükümdarlıklarında insan unsurunun bozulması ile çürüme ilerleyip gitmiştir. Ne yazık ki sonra gelenler yalnız dil, hukuk mimari gibi kültürel unsurlardan etkilenmemişler, eskinin toplumsal hastalıklarından bazılarını da devralmışlardır. Medeniyet unsurlarını süzerek seçebilecek ruhsal bir ölçü gerekiyor. Bir iman ve iç huzuru olmadan insani bir medeniyet tasavvuru da olmuyor.

Çağımıza gelecek olursak benzer olgularla karşılaşırız. Tarihi okuyanlar gelecek hakkında gerçeğe yakın tahminler yapabilirler. Amerika -Rusya rekabetinin ardından yükselen dev Çin ve uzak doğu ve Japonya Amerika ve Avrupa’ya karşı rakip olma durumuna yönelmiştir. Globalleşen dünyada devletlerin rekabetine global şirketlerin rekabeti karışıyor. Amerika, asırlarca sömürülen hakir görülen siyahilerin nüfus artışı ile gittikçe kararıyor. İslam’ın siyahiler arasında hızlı yayılışı, siyahi İslam bir Amerika’yı hazırlıyor. Meksika ve güney Amerika’da köleleştirilerek madenlerde ve tarlalarda çalıştırılan veya yok edilmeye çalışılan Kızılderili ırklar, tamamen yok edilmedikleri bölgelerde nüfus dengelerini lehlerine çevirmiş bulunuyor. “Sömürülen dünya, eski sömürenlerden intikamını almak üzeredir.” (İnsan ve Teknik O. Spengler çev: Dr. Kamil Turan s. 1o2  Ankara 1973)

Kuzey Amerika’da ise avlanarak tüketilen bizonlar gibi Kızılderili kabileler imha edildi. Katliamlardan arta kalan çok az bir kısmı da “koruma bölgelerine” kapatılarak yok olmanın eşiğine getirildiler. Bu bir “soykırım”dı .

Yapılan zulümlerin cezasız kalacağı zannedilmesin. İsrail’in çaresiz Filistinlilere, Rusların Kafkaslılara ve Orta – Asya Türklerine yaptıkları, Avrupalı sömürgecilerin Asya ve Afrika’da işledikleri korkunç katliamlar, Amerika’nın Irak’ta, Afganistan’da ve gücü yettiği yerlerde yaptıkları İlahi bir cezayı davet etmektedir. “Zulm ile abad olanın akibeti berbat olur.”

Devrimizin en büyük tarihçisi sayılan Prof. A. Toynbee Avrupa’nın sadece teknik ilerlemesinin getireceği tehlikelere şöyle işaret ediyor:

“Teknolojide ve müsbet ilimlerde büyük bir ilerleme var. Fakat manevi hayatta aynı ilerlemeyi göremiyoruz. Bence bu çok tehlikelidir. Biz ecdadımızdan daha kuvvetli değiliz. Onların tecrübelerinden istifade etmemiz, onların düştüğü hatalara düşmememiz lazımdır”. (Toynbee ile röportaj, Tarih Mec. s. 12 1969)

Refah seviyesini büyük ölçüde sömürüye borçlu olan Avrupa “günahkar bir miras”ın huzursuzluğunu ve bereketsizliğini yaşamaktadır. Sömürüye dayalı kapitalist fırsatçılığı ahlakı çökertmiş ve aile bağları çözülmüştür. Gayri meşru çocuk sayısı bazı ülkelerde meşru çocuk sayısına yakındır. Alkol ve uyuşturucu kullanımı, eşcinselliğe hoşgörü, nüfusun negatife geçmesi toplumun geleceğini tehlikeye atmıştır. Özveri gerektiren çocuk yetiştirmek külfet sayıldığından çocuksuz, sorumsuz ve sorunsuz, zevke dayalı birliktelikler tercih edilmektedir. Zenginlik insanlar için edepsiz bir tüketime fırsat yaratmıştır.

“Evet, evet, İnsan kendini müstağni (zengin)  gördüğünde mutlaka azar” (Alak suresi 6-7)

İç denetimi olmayanların ne kendilerini ne de toplumu idare edemeyecekleri, şaşkınlık, nankörlük ve azgınlık içinde mukadder akibetlerine doğru sürüklenecekleri açıktır.

Bütün Avrupa ülkelerinde nüfus önce duraklamış sonra azalmaya başlamıştır. Oralara işçi olarak yerleşen Müslüman gruplar Sadece bir nesil sonra nüfusun önemli bir kısmını oluşturacaklardır. Tehlike fark edildiğinden başka din ve kültürlere mensup çocukları asimile edecek tedbirler gündeme gelmiştir. Batı Avrupa’daki Müslüman göçmenlerin doğum oranı Avrupa’lılardan üç kat daha fazladır. Avrupa yaşlanıyor. 2O3O’da fazladan 2O milyon işçiye daha ihtiyaç var. Genç nüfustaki düşüşün devam etmesi halinde Avrupa Birliğinin güçlü bir ekonomik varlık olma hayallerinin suya düşeceği ileri sürülüyor. Avrupa “açmaz”a düşmüş. Hem yabancılardan nefret ediyorlar hem de onlara muhtaçlar.

Rusya ise tarihin en büyük “sömürgeci haydut devlet”lerinden biridir.  Ele geçirdiği uçsuz bucaksız topraklarda yerlileri yok ederek, sürerek yerlerine slav nüfusu yerleştirerek, zorla Ortodoks mezhebine geçirerek Ruslaştırma siyaseti güttü. Rus Çarlarının ve Rus generallerinin dayanılmaz zulümlerine karşı mazlumların ahı tutmuş olacak ki, 1917 Bolşevik ihtilalinden hemen sonra 1918’de Yakaterinburg şehrinde esir tutulan Çar ailesi, doktorları, hizmetçileri dahil kurşuna dizildi. Cesetleri 4o km uzaklıktaki bir maden ocağına atıldı. 1978’de bir kuyu içinde yanmış, erimiş ceset parçaları bulundu. Glasnost’tan sonra Lenin’in koruması Aleksi Akimov, sakladığı özgün telgraf metninde infaz emrinin bizzat Lenin’e ait olduğunu göstermiştir. Yahudi asıllı Troçki, şöyle der : “Kraliyet ailesinin öldürülmesi zorunlu idi, korkutma, düşmanı umutsuzluğa düşürmek, geriye dönüş olmadığını göstermek şarttı” Romanov’ların katliamının simgesel bir yanı vardı. Çar Rusya’nın simgesiydi. Hanedanın infazı Rusya’nın canına ve ruhuna kasıttı. Parti genel sekreteri, merkez komitesi başkanı Yakov Sverdlov (Solomon) infazı bizzat yönetmişti. Kendisi gibi infaz müfrezesinin bütün üyeleri Yahudi idi. Katliamın yapıldığı Ipatev’in evinin bodrum duvarına Yehovayı kızdırdığı için öldürülen Kral Baltazar’ı anlatan bir şiir yazılmıştı. Yahudiler, ırkdaşlarına pogrom  = toplu katliam yapan Çarları affetmemişler, Rus Çarlığının yıkılışını yıkıcı fikirleri ve olağanüstü örgütçü faaliyetleri ile desteklemiş, intikamlarını almışlardı. İhtilalin komuta kademesinde çok sayıda Yahudi vardı. Lenin de anne tarafından Yahudi idi. Yakov Sverdlov Sovyetlerin ilk Cumhurbaşkanı olmuş. Katliamı yaptığı şehrin adı Sverdlovsk olarak değiştirilmişti. (Dünya nöbeti A. Alatlı s. 411-413) 

Hz. İsa (a s), bir katilin öldürüldüğünü görür ve şöyle der:

“Öldürdün, seni de öldürdüler, seni öldüreni de öldürecekler!”

Sovyetler’de tekniğe olan inanç materyalist bir din halindeydi. Her çeşit kutsala ve dine karşıydılar. Bütün güçleri ile inananların tek sığınağı olan Allah inancını yok etmeye çalıştılar.

Teknoloji Avrupa ve Rusya’da insanları o kadar meşgul etmişti ki, onu meydana getiren insan ve insan’a o aklı veren Allah unutulmuştu.

Dinin, Yaratıcı’ya karşı sorumluluğun, ahlakın ve asırlık tecrübelerin mahsulü geleneklerin devrim adına yıkılması, toplumda büyük bir manevi boşluk yarattı.

Toplumdaki isyan duygularını yatıştırmak için alkol teşvik ediliyordu.

Sovyetlerin çöküşünden sonra dine dönüş başladı ise de devlet eli ile yapılan sistematik tahribat derinlere inmiş toplumda her şey şirazesinden çıkmıştı. Üstelik şimdi de bütün etnik gruplar ve gelenekler, global yoz kültürün her yönden saldırısına açık hale gelmiştir.

“Rusya Bilimler Akademisi Ekoloji ve Demografik Araştırmalar Merkezi”nin açıkladığı rapora göre: “Evlilik çağındaki bayanların %5O ye yakını çeşitli nedenlerle yalnız yaşıyor. Toplumun sadece % 12 si geleneksel bir aile yapısı kurmayı düşünmektedir. Bunun dışında kalan büyük nüfusun sorumluluk almak istemediği, evlilik dışı birliktelik veya tek başına yaşamayı tercih ettiği tespit edilmiştir.” (14.11.2OO6 Zaman)

Alkolizm yüzünden erkek nüfusun önemli bir kısmının (% 15) çocuğu olmuyor. Erkek nüfusun bayan nüfustan % 2O daha az olduğu Rusya’da 1991’den bu yana nüfus 6 milyon azaldı. Her yıl 7OO bin  – 1 milyon civarında azalıyor. 2015 ‘e kadar 134 milyona, 2050 yılında 100 milyona gerileyeceği tahmin ediliyor. Müslümanların çoğunlukta olduğu Rus Federasyonu cumhuriyetlerinde nüfus süratle artıyor.  Rusya’nın nüfus azalması böyle giderse ne silahlı kuvvetlerini ne de endüstrilerini ayakta tutabilmesi zor.

İstatistiklere göre bütün Dünya’da Müslüman nüfus artıyor. İslam, bütün engellemelere rağmen Rusya’da Ruslar arasında bile taraftar buluyor. Rusya Baş piskoposu Viaçeslav Polosin  Duma (Temsilciler Meclisi) Kamu dernekleri ve Dini Örgütlerle İlişkiler Komitesi Başkanı: “Tüm Peygamberlerin yüce geleneği olan gerçek inancın takipçisi olarak Ortodoks kilisesinden ayrıldığını ve İslam’a geldiğini kamu oyu önünde  Kelime-i şahadet getirerek ilan etmiştir.” (Aydınlanma değil Merhamet 1. kitap Alev Alatlı 2oo4 s. 228)           

Kendini bilen, dinini, ahlakını, aile yapısını ve geleneklerini koruyan bir toplum için “sabah yakındır”.

Rusya Federasyonu’nda ve Orta -Asya’da nüfus artışı araştırmacılar tarafından “saatli bomba” olarak nitelendirilmişti. Komünizmin yıkılmasından sonra İslam’ı stratejik yeni hasım ve düşman olarak gören Yahudi asıllı S.P.Huntington “Medeniyetler çatışması” adlı eserinde:

  “Uzun vadede Müslümanlar kazanmaktadır. İslamiyet hem dine gelme (ihtida) hem de nüfus artışı nedeni ile yayılmaktadır. Dünya’daki Müslümanlar dramatik bir şekilde artmaya devam edecektir. 2O25 yılında Dünya nüfusunun % 3O’u Müslüman olacaktır.”(S.P.Huntington, Medeniyetler Çatışması s.85 İst.2OO2)

 Huntington’un İslamın yükselişi ile ilgili bilinçaltı korkuları vardır. Afgan ve Türk mücahitlerin Çeçenistan ve Bosna’da savaşmaları, İslam birliği ve İslam Ümmetini ırkçı mikro milliyetçiliklerle parçalama hedefini güden sömürücü emperyalistleri rahatsız etmiştir.

Yüksek bir kültür ve bilinç seviyesinde birleşecek olan İslam milletleri, emperyalizmin ve sömürünün zincirlerini kıracaktır. Amerika’nın istediği “Ilımlı İslam” imansız peynir denilen yağsız tuzsuz ucuz kişiliksiz bir şeydir. Müslümanlar onların istediği gibi değil Allahın istediği gibi olacaktır.

“Her kuvvet tükenir, tarihi yönetme gücü ilelebet devam etmez.”

Ümid ediyoruz ki, çalkantılar içinde olmasına rağmen gittikçe bilinçlenen, maddi ve manevi bir kalkınma yoluna giren Türk – İslam Alemi Dünya’da layık olduğu yeri er geç alacak ve “kafirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.”