Belediyeler ile Büyükşehir Belediyeleri kanunlarının
çıkarılıp, ketum [merkezi] idari sistemin ademi merkeziyetçi yapıya
dönüştürülmesi,
Katolik ve Protestan topluluklara vakıf kurma hakkının
tanınması,
Bu talep, AB’nin yetki alanına girmez. Ama, Büyükşehir
Belediyeler tasarısıyla 2012’de yasalaştı. Üniter yapıyı, özerklik anlamına
gelen ademi merkeziyetçi yapıya dönüştürmek anayasaya aykırıdır. Lozan’a göre,
Osmanlı’dan gelen vakıfların uzlaşılmış statüsü, mevcut olan vakıfların
dışında, yeni kurulacak vakıflara tanınamaz. Bir dini, mezhebi veya etnisite
gibi kültürel grupları temsil eden vakıf kurulamaz. Vakıflar ancak vatandaşlık
hukukuna göre kurulabilir.
Cami dışındaki ibadet yerlerinin açılması ve tamirinde
koşullar öne sürülmemesi,
Bu talep AB’nin yetki alanına girmez, AB müktesebatına
aykırıdır. Soralım neden cami dışında? Devlet, inancımız ve 1937’de laiklik
gereğince cami inşa etmedi, tamir yapmadı. Bu talep Lozan’da çöpe atılan Sevr
Antlaşmasında var. Türkiye’de devlet son yıllarda binin üzerinde kiliseyi,
havrayı, patrikhaneyi ve ibadet yerini, aslına uygun şekilde onardı, neredeyse
yeniden inşa etti, milyarlarca/milyonlarca dolar harcandı. Tapuda sahibi belli
olmadığı hâlde, sanki toplulukların mülkiyet hakkı olurmuş gibi, yasalarımıza
aykırı bir şekilde bir Hıristiyan vakfına teslim etti. Bu süreç hâlen de devam
diyor.
Hıristiyan Papazların Türk vatandaşı olma zorunluluğunun
kaldırılması, dışarıdan gelenlere güçlük çıkarılmaması, çalışma izni verilmesi,
Burada kastedilen Fener Rum Patrikhanesi ve görevli
papazlardır. Lozan’a aykırıdır. Lozan’da Patrikhane yok. İstanbul’daki
Hıristiyanların yalnız dini hizmetini yapacak kilise vardır. Kilise gibi Türk
kurumlarında hizmet edecekler elbette Türk vatandaşı olacaktır. Marşal planı çerçevesinde
Atinagoros patrik unvanıyla ABD’den geldikten sonra, kilisenin ismi 1949
yılında Ortodoks Rum Patrikhanesine çevrildi. Daha sonraki yıllarda Lozan’a
aykırı olarak fiilen egemenlik iddiası içeren, ekümen/evrensel unvanını
kullanmaya başladı. Yine, Lozan’a aykırı olarak Anadolu’daki kiliselerin ve
yurt dışındaki patrikhanelerin yönetim merkezi işlevini üstlendi. Böylece,
devlet içinde korsan bir devlet, ekümen patrikhane ortaya çıktı. Şimdi de
patrikhane Kutsal Meclisi’nin [Sen Sinod] yasama görevi yapan yabancı
papazların Türk vatandaşı olma şartının kaldırılmasını dayattı. Sonunda yabancı
vatandaşı papazlar Türk vatandaşı yapıldı.
Alevilerin Müslüman azınlık olarak kabul edilip korunması,
Bu konu AB’nin yetki alanına girmemektedir; müktesebata aykırıdır.
Bu talep Sevr’de de aynen vardı. AB ülkelerinin bir kısmı İslam’ı bile din
olarak kabul etmediği halde, buna itiraz etmeyip de, İslam’ın bir yorumu olan
Alevilerin azınlık yapılmasının istenmesi; inanç yapımıza ve bütünlüğümüze vaki
bir karşı hareket değil mi? Ayrıca, Viyana Konvansiyonu’na göre azınlıkları
belirlenme hakkı, ilgili ülkelere aittir. Anlaşılan AB, çoğunluğa mensup Türk
ve Müslüman olan Alevileri, Sevr’deki gibi “dinsel azınlık” konumuna getirerek
bütünlüğümüzü zayıflatmak istiyor.
Romanların göçmen olarak gelmesine izin verilmesi,
AB’nin yetki alanına girmez. AB üyesi devletlerin vatandaşı
Romanların, hangi ülkeye göç edeceğine AB’mi karar veriyor? Bulundukları
ülkelerde insan haklarına sahip olarak yaşamaları neden düşünülmüyor?
Vakıflar ve derneklerin yurtdışındaki kuruluşlarla ilişki
kurup, para yardımı alabilmesi ve siyasi partilere para yardımı yapması,
Vakıflar konusu AB yetki alanına girmez. Buna rağmen, AB’nin
bu talebi, 2008’de yürürlüğe giren 5737 sayılı Vakıflar Kanunu ile Müslim gayri
Müslim demeden bütün vakıflar aynı yasada toplandı. MADDE 25 – Vakıflar …
uluslararası faaliyet ve işbirliğinde bulunabilirler, yurt dışında şube ve
temsilcilik açabilirler, üst kuruluşlar kurabilirler ve yurt dışında kurulmuş
kuruluşlara üye olabilirler… yurt içi ve yurt dışındaki kişi, kurum ve
kuruluşlardan ayni ve nakdi bağış ve yardım alabilirler,…benzer amaçlı vakıf ve
derneklere ayni ve nakdi bağış ve yardımda bulunabilirler. Nakdi yardımların
yurt dışından alınması veya yurt dışına yapılması banka aracılığı ile olur ve
sonuç Genel Müdürlüğe bildirilir.” Ama izin almak yok. Vakıfları yurt içinde ve
dışında şube ve temsilciler açarak siyasi birer derneğe dönüşmektedir. Böylece
Türkiye’nin kapıları azınlık vakıfları üzerinden yabancılara ardına kadar
açılıyor. Madde 2 – “milletlerarası mütekabiliyet ilkesi saklıdır” hükmü hiçbir
zaman geçerli olmadı. Mesela; Yunanistan’daki Müslüman Türk vakıflarının ne
seçilmiş mütevelli heyeti, ne okulu ve camisi, ne taşınmazı, ne mezarlığı
kaldı; ne de AİHM kararına rağmen Türk’üz demeleri mümkün.
Aslında azınlık vakıfları sorunu 1935 yılında çıkarılan 2762
sayılı yasa ile çözülmüştü. Ama vakıflar yasa dışı yoldan taşınmaz edinmeye
başladı. Kabul edilmeyince, sorunu yargıya taşıdılar. 1972 yılında Yargıtay
Genel Kurulu, vakıfların talebini reddetti. Ancak, 2003 ve 2008’de çıkarılan
yasa ile 1937 düzenlemesi ve Yargıtay’ın kararı iptal edildi. Böylece 2004 AB
İlerleme raporu ile AB’nin Türkiye’ye yönelik dönüştürme planları esas alındı.(Alıntı
Milli Düşünce Merkezi https://millidusunce.com/ihd-pkk-istedi-ab-dayatti-turkiye-yapti-2/)
Devam edecek…