Norveçli Yazar Henrik Ibsen’i (1828 – 1906) Yaban Ördeği ve Peer Gynt adlı eserlerinden tanıyorum. Tiyatroda sahnelenmişti yıllar önce. Belki de 40-50 yıl falan olabilir. İdeolojik çatışmaların yoğun olduğu bir dönemde tanıdı Türkiye Henrik İbsen’i. Ankara Sanat Oyuncularını Rutkay Aziz ile Bir Halk Düşmanı adlı eserini sahneye koymuştu Başkentte(1978). Büyük de bir alaka görüyordu. Aynı yıl George Schaefer Bir Halk Düşmanını filme aldı, Steve McQueen, Bibi Andersson, Charles Durning, Richat A. Dysart gibi ünlü sanatçıların yanında bir çocuk sanatçı Ham Larsen de olarak görev almıştı. Henrik İbsen bu yıllarda şöhretin daha da zirvesine çıktı. Gerçi Hasan Ali Yücel Milli Eğitim Bakanı iken İbsen’in eserlerini doğudan-batıdan klasikleri serisinde bizzat kendisi tercüme etti ve yayınlamıştı. Bu yıllardan gelen bir tanıtım olsa da gülmece ve dram ögeleriyle birlikte öne çıkan Bir Halk Düşmanı adlı eserinin sinemaya aktarılması Henrik İbsen ve eserlerinin tanınması açısından söz konusu yıllarda en önemli bir şanstı.
Burjuvanın Yalanları
Bilinen tek resmi olan, bıyıksız uzun sakal ve saçları, entel gözlükleri Norveçli oyun yazarı ve Şair Henrik İbsen’in eleştirel ve gerçekçi edebiyat anlayışının tiyatrodaki öncüsü, çağdaş tiyatronun kurucuları olmasının önüne geçemedi. Eserleri gelişmiş ve gelişmekte olan bütün dünya dillerine hemen hemen tercüme edildi. Toplu Oyunları biçiminde de, ayrı ayrı Catilinia, Hayaletler, Hortlaklar, ve Katelina müstakil eser olarak da Türkçe’de neşredildi.
Ansiklopedik bilgilere göre; babası maddi sıkıntılar içine düşmüş Norveçli bir tüccarın oğlu olan Ibsen 16 yaşında yetim kalıyor. Eczanede çıraklık yapıyor. Eleonore isimli bir genç kızla tanışıyor. Tanıştığı bu kıza “nora” diye hitap ediyor. Henrik İbsen Kristina’da üniversite eğitim kurslarına katılıyor. İlk oyunu Catilinia’yı 1850’de telif eder. 1851’de Bergen’de Den Nationale Scene’ye Sahne Ozanı olarak atandıktan sonra oyun yazarlığı daha öne çıkıyor. 188 oyunun sahnelenmesinde yer alıyor. Norveç Tiyatrosu’nun sanat yönetmeni oluyor. Tiyatro iflas edince maddi güçlükler yaşıyor ve kendisine yardım bağlanması için yetkili mercilere başvuruyor. Parlamento bu başvuruyu reddediyor ve tekrarı halinde dayak yemekle tehdit ediliyor. 1863’te Norveç’te Kristina Tiyatrosu’nda sanat danışmanı olur. Tatlı İsteyenler adlı oyunun başarı kazanması üzerine hükümet bir önceki kararını bozarak, yurt dışına geziye gidebilmesi için Henrik İbsen’e mali yardımda bulunur. Bu gelişmenin ardından dönemin en ünlü yazarı Bjornson’dan da mali destek görüyor ve 1864’te İtalya’ya gidiyor. 27 yıl yurt dışında kalıyor. Norveç’e ise 63 yaşında büyük şöhret sahibi olarak geri dönüyor. Bu defa hem hükümet ve hem de halk büyük bir alaka ile karşılıyor Henrik ibsen’i. Bu ölçü hala günümüzde de geçerli. Oysa Henrik İbsen’in yazdıklarının çoğu eleştireldir. Burjuva bireylerinin “yaşam yalanlarını” yansıtıyor.
“Dövdüler, Sövdüler Yılmadık, Övdüler Yıkıldık”
Batı tiyatrosu üstünde derin etkiler bırakıyor. Henrik Ibsen şöyle diyor:
“Yeni bir evrenin yaratılışına katkısı olanların başında geldiğim söyleniyor. Ben ise, tam tersine, yaşadığımız çağın birçok nedenden ötürü ancak bir takım yeni şeyler doğurabilecek, sona ermiş bir çağ olarak nitelenebileceğine inanıyorum.”
Edebiyat eleştirmenlerine göre; Henrik İbsen 19. yüzyılın diğer maruf oyun yazarları gibi romantik, bireyci ve anarşist bir dünya görüşünü savunan eserler verdi. Oyunlarında toplum bireylerinin türünün öteki üyelerinin davranışlarını, öğrenme söz konusu olmaksızın tıpkısını yapma eğilimini yansıtarak, nevrotik ve ruhsal çalkantılarını açığa sermiş; bireyin boşa çıkan yaşam uğraşını, toplumun dış yüzü ile iç yüzü arasındaki karşıtlığın yol açtığı çelişkilerin üstesinden gelemeyişini irdelemiştir.
Edebiyat analizcilerine göre; Henrik Ibsen; eserlerinde vurgulamaya çalıştığı temaların özetinin özeti biçiminde sözün özü’nde toparlanırsa şunları söylüyor;
Gerçeğin ruhu ve özgürlüğün ruhu bunlar toplumun direkleridir.
Ben ilk ve en çok bir birey olduğuma inanıyorum, aynı senin olduğun gibi.
Günahsız insan kaygısız yaşar.
Görüyorsun, konu şu ki; dünyadaki en güçlü insan en yalnız duran o kişidir.
Gücün büyük gizemi başarabileceğinden fazlasını asla istememektir.
Sen ona inanç dersin, biz korku deriz.
Yeni bir evrenin yaratılışına katkısı olanların başında geldiğim söyleniyor. Bense, tam tersine, yaşadığımız çağın birçok nedenden ötürü ancak bir takım yeni şeyler doğurabilecek, sona ermiş bir çağ olarak nitelenebileceğine inanıyorum.
Hiçbir şey uğruna hiçbir şey kazanamazsın bu hayatın içinde.
Hayatta en kuvvetli insan, en uzun süre yalnız kalabilendir.
Dövdüler, yıkılmadık. Sövdüler, yıkılmadık. İşkence ettiler, yıkılmadık. Alkışladılar, övdüler, yıkıldık.
Bireyin Önce Kendisi Olmak
Henrik İbsen’in daha önce de oynanan bir eseri Nora Bir bebek Evi İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarınca yeniden sahnelendi. Hayatı boyunca sürekli yalnız yaşamayı tercih eden, inzivaya çekilen yazar hayatı boyunca sürekli yazı kaleme aldı, kitap yazdı. Eşitlikçi, ahlaklı ve özgür düşünceden yana tavır sergiledi. Sınıf mücadelesine yer verdi. Bireyi kendi olmaya zorladı. Bağımsızlığı ve eşitliği öne çıkardı. Şöhreti de böylece artıyordu. O güne kadar Norveç’te aynı ilgiyi görmüyordu. 1879 yılında Danimarkalı Bayan Laura’nın gerçek hayatını kaleme alarak kadın haklarını savunan Nora Bir Bebek Evi’ni yazdı. Ünlendi. Dünya tiyatrolarında oynadı bu eser.
Başarılı Yönetmen Ali Gökmen Altuğ’a göre eserde “Babasının evinde oyuncak bebek gibi el üstünde tutulan bir çocuk, kocasının porselen bebek gibi baktığı kadın, yetiştireceği çocuklarının da bu sosyal yapının oyuncağı olmaması için bir adım atmalıdır. Ayakta kalabilmek için hayati bir sorumluluğu vardır; önce “kendisi olmak”..” Çoğunluğun söylediği artık yetmediği zaman her şeyi kendi başına düşünmek ve anlamak” vurgusu yapılmaktadır.
Klasik yapısına sadık kalınan Nora Bir bebek Evi başarılı. Dramaturg, müzik; sahne, kostüm, görsel-ışık ve efekt tasarımı geçer not almıştır. Bir oyun için 30 kadar insan ter dökmüş. Oyuncular başta Nora rolündeki Yeşim Koçak fevkaledeydi. Mert tanık, Berna Adıgüzel, Cengiz Tangör, Hakan Arlı, Nurdan Gür, Canan Kübra Birinci görevlerini layıkıyla yerine getirdiler. Zaten galada sanatseverler ayakta alkışladılar.
Temaya Yerel Ögeleri Yerleştirmek Mümkün mü?
Şöyle düşünüyorum; günümüzde 139 sene önce yazılmış bir eser hala önemli bir ilgi ile karşılanıyor. Tabii bunda boyutunun evrensel oluşu da pay sahibi. Acaba bugünün yerel ögeleriyle örtüştürerek sahnelenseydi Nora çok daha fazla alaka görmez miydi? Buna gerek yok muydu? Üstelik kadın sorunları ülkemiz konjonktüründe önemli yer tutuyor günümüzde. Nora bir banka müdürünün karısı değil de, bir hademenin, bir başka emekçinin eşi olsaydı ne değişirdi? Bakıyorum da sinema ve televizyonlarda çoğu dizi, film, yarışma ve program; gelişmiş ülkelerde aynı format ile Yeşilçam ve beyazcama yansıyan prodüksiyonlar.
Bir örnek vermek gerekirse Marilyn Monroe, Tony Curtis ve Jack Lemmon’nun oynadığı Bazıları Sıcak Sever filminin yerli bir versiyonu olarak İzzet Güney, Sadri Alışık ve Türkan Şoray’ın oynadığı Fıstık Gibi Maşallah adıyla büyük alaka görmüştü. Çünkü izleyici kendinden daha fazla parçalar bulabiliyordu.
Bir başka örnek de yine ABD dizilerinden yerli versiyon olarak gerçekleştirilen Türkan Şoray ve Haluk Bilginer’in oynadığı Tatlı Hayat ile; Amerika’da The Nanny adındaki dizi Haluk Bilginer, Gülben Ergen, Haldun Dorman, Kenan Işık ve Seray Sever’in rol aldığı ve Türkiye’de ekrana yansıyan dizi Dadı adıyla oynamış ve tutunmuştu da.
Kanaatime göre öncelikle yerli eser üretimini artırmak, eğer olmuyor ve zaruret ise yabancı eserleri yerel ögelerle yansıtmak daha kalıcı ve ufuk gösterici olabilir. Çünkü yerelleşmeye çok da ihtiyacımız var. Başarılı yönetmenlerimiz, sanatçılarımız ve tasarımcılarımız iyi ki varlar.