Sıdk, Kizb ve Siyaset

46

Sosyal hayatın her safhası ve ânı göstermiş ve kanıtlamıştır ki, sıdk / doğruluk, İslâmiyetin en sağlam esası ve temelidir. Aynı zamanda sıdk / doğruluk İslâmiyetin yüce seciye ve karakterlerinin râbıtası ve bağıdır. Yüce his ve duygularının mizaç ve tabiatıdır.

Öyle ise, içtimaî / sosyal hayatımızın esası / temeli olan sıdkı, doğruluğu içimizde ihya edip / diriltip, onunla mânevî hastalıklarımızı tedavi etmeli ve iyileştirmeliyiz.

Evet sıdk ve doğruluk, İslâmiyetin içtimaî / sosyal hayatının can damarıdır. Riyakârlık / ikiyüzlülük / bir çeşit alenî / apaçık bir yalancılıktır. Dalkavukluk ve yapmacıklık ise, alçakça yapılan bir yalancılıktır.

Nifak ve münafıklık yani ikiyüzlülük muzır / zararlı bir yalancılıktır. Yalancılık ise, sonsuz azamet sahibi ve sanatla yaratıcı olan Sâni-i Zülcelâl’in yani Allah’ın kudretine iftira etmektir.

Küfür / Allah’ı inkâr, bütün çeşitleriyle kizb ve yalancılıktır. İman ise sıdktır, doğruluktur. Bu giz ve sırra dayanarak diyorum ki, kizb / yalancılık ve sıdkın / doğruluğun ortasında çok uzun bir mesafe var. Doğu ve Batı kadar birbirinden uzak olmak gerekiyor.

Nar / ateş ve nur gibi birbirine girmemek lâzım. Halbuki, gaddar / acımasız siyaset ve zâlim propaganda birbirine karıştırmış. İnsanın fazilet, değer ve olgunluklarını da karıştırmış.

Nitekim, dinin bir hakikatini bin siyasete tercih etmek gerekirken; bâzı münafık / ikiyüzlü, fitneci zındık ve dinsizlerin; siyaseti dinsizliğe âlet etmeye girişmek niyet fikir ve düşüncelerine karşı; bütün kuvvetimizle  -eğer yapabiliyorsak-  siyaseti; İslâmiyetin gerçeklerine bir hizmetkâr, bir âlet yapmaya çalışmak gerekir.

Fakat ne yazık ki, bir kısım dindar siyasetçiler; dini siyasete âlet etmeye çalışmaktadırlar. İslâmiyet güneşi, yerdeki ışıklara âlet ve tâbi olamaz. Ona boyun eğemez. Dini siyasete âlet yapmak İslâmiyetin kıymetini tenzil etmek yani değerini düşürmek ve indirmektir. Büyük bir cinayettir.

Nitekim dini siyasete âlet yapanlardan bir sâlih / dindar âlimin; kendi siyasî fikrine uygun bir münafığı hararetle överken; siyasetine muhalif sâlih bir hocayı tenkit ettiği ve onun bozgunculuk yaptığını söylediği çok görülmüştür.

O tip kimselerin fikrine bir şeytan yardım etse, ona rahmet okur. Siyasî fikirlerine bir melek muhalif olsa ona lânet eder. Nitekim yakın tarihimizde rahmet okuyanlara da, lânet edenlere de şâhit  olunmuştur. Sıdk ve kizb, yani doğruluk ve yalancılık; küfür ve iman kadar birbirinden uzaktır.

Halbuki Asr-ı Saadet’de  -Peygamberimiz zamanında-  bizzat kendisi yani Hz. Muhammed; sıdk / doğruluk vasıtasıyla âlâyı illiyyine / mertebelerin en yücesine çıkmış; o sıdk anahtarıyla iman hakikatleri ve kâinatın gerçekler hazinesi O’na açılmıştır.

Bu sırdan anlaşıldığı gibi, insanın sosyal hayat çarşısında sıdk / doğruluk; en revaçlı / en çok rağbet gören bir mal ve satın alınacak en kıymetli bir metâ hükmüne geçmiş. Çünkü ancak: “Doğruların yardımcısıdır Hazreti Allah.”

Müseylime-i Kezzab / Yalancı Müseylime / Yalancı Peygamber gibiler ise, kizb / yalancılık yüzünden esfeli sâfilîne / aşağıların en aşağısına düşmüşler ve dâima da düşeceklerdir.

Ve kizb / yalancılık o zamanda bile küfriyat / inançsızlık ve hurafatın / uydurma ve boş inançların anahtarı olmuştur.

Nitekim bunun böyle olduğunu, o büyük inkılâp / o büyük değişim yani İslâmiyet açıkça göstermiştir.

Gerçekten kâinat çarşısında en fenâ, en pis mal odur. O malı satın almak değil, bilâkis herkesin ondan nefret etmesi gerekir.

Bu hüküm gereği kizb ve yalana; elbette o inkılâb-ı azîmin / o büyük değişimin / İslâmın saffı evveli / birinci saffı / öncüleri olan ve fıtrat ve yaratılışlarında en revaçlı ve övünce sebep olacak şeyleri almak ve en kıymetli ve revaçlı mallara müşteri olmak fıtratında / yaratılışında bulunan Sahabeler; elbette şüphesiz ki, bilerek ellerini yalana uzatmazlar.

Kizb ile kendilerini kirletmezler. Müseylime-i Kezzab’a kendilerini benzetmezler.

Tabii ki, bizlere de, onlara benzemek düşer.

 

 

Önceki İçerikİstiklâl Marşı ile Oynanmamalı
Sonraki İçerikKabulünün 97. yıldönümü vesilesiyle İsa Kocakaplan ile İstiklal Marşı Hakkında Konuştuk.
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.