Hat sanatının günümüzdeki meftunlarından, erbab-ı hüner ve hizmet ehli-vakıf insan Prof. Dr. UĞUR DERMAN; kâse-i fağfur misâli âh ediyor:

63

Batılı olmak, resmî ideoloji hâline getirilince, Türk insanı, karakter ve tavır değiştirdi.’

Oğuz Çetinoğlu: Kur’an-ı Kerim Mekke’de nâzil oldu. Mısır’da okundu. İstanbul’da yazıldı.’ Sözünün söylenmesine ve yaygınlaşmasına vesile olan hat sanatkârlarımızı rahmet ve saygı ile anarak, zat-ı âlinizle uzmanlık alanınız olan hat sanatımız üzerine konuşmak, bu konudaki bilgilerinizin okuyucularımıza aktarılmasına aracı olmak istiyorum.

Uygun görürseniz konuya; Türkiye’de yazı ve sanatla ilgili köklü değişikliklerin, hat sanatımız üzerindeki tesirlerini irdeleyerek girelim.

Harf devrimi, hat sanatımız üzerinde ne tür değişimlere yol açtı?

 

Prof. Dr. Uğur Derman: Hat sanatının dayandığı, mesned aldığı bediî malzeme Arap asıllı eski Türk harfleri olduğu için, harf inkılabı yüzünden bu sanatın dumûra uğraması kaçınılmaz bir vâkıadır. Yeni harflerin kabûlünden sonra eski yazılarımızın sanat gayesiyle kullanılmasına devam edilebileceği yolunda herhangi bir müsaade getirilmemiş. Daha önceden, 28 Mayıs 1927’de çıkartılan tuğra ve kitâbeler hakkındaki 1057 sayılı kanunun yanlış bir tatbikatı olarak, bu sanatın ‘kitâbe‘ denilen taş üzerindeki örneklerinden birçoğunun yok edilmesine zaten yol açılmıştı. İki yıl sonra gelen ve geçmişle bağları bir anda berhavâ eden harf inkılâbının da hat sanatına ‘dur‘ diyeceği pek tabiiydi.

 

Rahmetli hocam Necmeddin Okyay (1883-1976), o devri ‘Hattatız demeye korktuğumuz yıllar…’ cümlesiyle anlatırdı. Babıali’deki resmî müessese olan Hattat Mektebi’nde öğretim programına hat sanatı da dâhil bulunduğu cihetle, buranın hemen kapatılması yoluna gidilmiş, bir müddet sonra da Şark Tezyîni Sanatlar Mektebi adıyla sadece tezhip, cild, ebrû gibi kitap sanatlarının öğretilmesine devam için yeniden açılmıştı.

 

O zamanlar, eski yazımız hususunda resmî tutum o kadar sert ve merhametsiz imiş ki, 1934’de İran Şâhı Rıza Pehlevi’nin İstanbul’u ziyâreti münâsebetiyle, Eminönü köprüsüne kurulan tak üstüne Farsça bir ‘Hoşgeldiniz‘ cümlesi yazdırılmasını mecburen kabullenen Devlet, bunun altına konulan Türk hattatının imzasını (yani: Necmeddin) -sanki harf inkılâbına aykırı bir durum varmış gibi!- İstanbul savcısının emriyle hemen sildirtmek cihetine gitmiştir.

 

Şark Tezyîni Sanatlar Mektebi’nin 1936’da Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne bağlanmasına karar verilince, hat sanatının meftunlarından olan İstanbul meb’usu Salah Cimcoz (1877-1947), bir Çankaya sofrasında Atatürk’e: ‘Hüsn-i hat bizim için öylesine mühim sanattır ki, nazarımda bir Şeyh Hamdullah (1429-1520) ile Rafaello (1483-1520) arasında fark yoktur. Kütüphâne ve müzelerimizde mevcud eserlerin tâmiri gerektiğinde, dışardan mütehassıs da celbedemeyiz; çünkü Avrupa’da bu sanatın mukabili yoktur.’ Demek cesaretini gösterince, o ders yılından îtibâren Akademi’de -sırf tezyînî mâhiyette kalmak kaydıyla-  hüsn-i hat öğretimine müsaade çıkmıştır. Ancak geçen 7-8 yıl içinde sanat köprüsünün altından hayli aykırı sular aktığı için, verilen izin, gençlerin bu sanata yönelmelerine vesile olmadığı gibi, birkaç istisna dışında Akademi’ye hâkim olan Avrupâî zihniyet yalnız hat değil, diğer gelenekli sanatlarımızı da çağdışı bulup küçümseyerek bu çatının altında kalmasını istememiş, yaşlı hocaların ölümü veya emekliye ayrılışıyla bu bölümün kapanmasını sağlamıştı. Hâsılı, bu sualinize cevabım ‘Bir dokun, bin âh işit kâse-i fağfurdan…’ mısraına uyar biçimde oldu.

 

Çetinoğlu: Hat sanatının Türk İslam sanatları içerisindeki yerini değerlendirir misiniz?

 

Derman: Türk hat sanatı denilince, Türklerin İslâmiyet’i kabul edişlerinden sonra okuma-yazma vasıtası olarak seçtikleri Arap asıllı harflerle vücûda getirilen sanat yazıları anlaşılır. Ancak şunu hemen belirteyim ki, Arap harfleri İslâmiyet’in zuhûrundan sonra yavaş yavaş estetik unsurlar kazanarak, bu hâl 8. yüzyılın ortalarından itibaren hızlanmış; Türklerin İslâm âlemine dâhil oldukları çağda zaten mühim bir sanat dalı hâline gelmişti. Bu yazı sisteminde harflerin birçoğu kelimenin başına, ortasına ve sonuna gelişine göre bünye değişikliğine uğrar. Sanat hâline dönüşüyle pek albenili bir şekle bürünen harflerin, birbirleriyle bitiştiklerinde kazandıkları görünüş zenginliği, hele aynı kelimenin veya cümlenin muhtelif terkiplerle yazılabilme imkânı, bu yazılara, sanatta aranılan sonsuzluk ve yenilik kapısını açık tutmuştur.

 

Çetinoğlu: Takvâ ehlinin resim ve heykel sanatlarına ilgi göstermemesi; hat sanatının gelişmesine, sonraları resim ve heykel sanatlarına yönlenmelerin başlaması da hat sanatının durağan konuma geçmesine yol açtı mı?

 

 

Derman: Batı âlemiyle içli dışlı olmaya başladığımız 18. asırdan îtibâren mimarî, musıkî, tezyînat, minyatür tarzı resim gibi, geleneğe bağlı sanatlarımızda, önce aslından ayrılma ve nihâyet bozulma, hatta soysuzlaşma safhalarıyla karşılaşırız. Bunun tek istisnası hat sanatıdır. Günü gününden âlâ olarak devamını, önce batıda karşılığı olmayışına, sonra da meşk denilen birebir öğretim usulüne ve gerektiğinde bünyesini yenileyebilmesine borçludur.

 

Çetinoğlu: Genel olarak sanatın;  insan hayatı üzerindeki yerinin ve öneminin, hatta ve hatta insan karakterinin oluşmasında ve gelişmesinde başlıca unsur olduğunun yeterince farkında mıyız?

 

Derman: Farkında mıyız, bilemiyorum amma, 20. asrın ikinci çeyreğinden başlayarak batılı olmak Cumhuriyetimiz için resmî ideoloji hâline getirildikten bu yana, Türk insanının ve topluluğunun ne derecede karakter ve tavır değiştirdiğini görmemek mümkün müdür?

 

Çetinoğlu: Hat sanatı Osmanlı Devleti’nde, sarayın desteği ile gelişmişti. Cumhuriyet döneminde destek iyice azaldı. ‘Buna rağmen hat sanatımız, kayıplara uğramakla birlikte  yok olmadı.’ diyebilir miyiz?

Derman: Evet, diyebiliriz.

 

Çetinoğlu: Bu durumu neye borçluyuz?

Derman: Osmanlı devrinde yetişen son hat üstatlarının 20. yüzyıl ikinci yarısında -sanatlarının geleceğinden ümitsiz olarak- birer birer hayattan çekilmeleriyle, hepimiz artık bu sanatın zevâlini kabullenmiştik. Fakat yeni yetişen nesillerin alâkası, bu sanatın -eski debdebesiyle olmasa bile- devam edeceğini, şükürler olsun gösteriyor.

 

Çetinoğlu: ‘Hat sanatı’ kavramı, eskilerin tâbiri ile neyi tedâî ettiriyor? Genç okuyucularımız için günümüz Türkçe’siyle sorayım: Hat sanatının çağrıştırdıkları nelerdir?

 

Derman: Hat sanatı bir ‘çizgiler saltanatı‘nı tedâi ettiriyor. Bunun İslâm kaynaklarındaki en özlü târifi, ‘Hat, cismânî âletlerle meydana getirilen rûhanî bir hendesedir.’ Cümlesiyle yapılmıştır ve hüsn-i hat, bu târife uygun bir estetik anlayış çerçevesinde asırlardır süregelmiştir. Ekseriyâ renklerin rol almadığı uçuk bir zeminde, estetik kavramının sadece siyah çizgiler hâlinde böylesine ifadelendirilişi diğer yazı sistemlerinde pek görülmediği için, batılı ressamlarca da tedkîk ve ilhâm konusu olarak alınmıştır. Bu noktadan bakıldığında da, hattı, resim seviyesine çıkamamış basit ve iptidaî bir çalışmanın tezâhürü olarak değil, resmin ötesinde ve resim kavramları ile anlatılamayacak bir estetiği ifâde eden yüksek bir sanat mahsûlü olarak görmek gerekir.

 

Çetinoğlu: Hat sanatı; bir düşüncenin ifâdesi olmanın ötesinde, ‘musikînin çizgilere yansıması’ olarak yorumlanıyor. Çizgideki musikîyi herkesin duyamayacağı muhakkak. Duymak isteyenlere rehberlik eder misiniz?

 

Derman: Bu mülâkat çerçevesinde böyle bir rehberliğe kalkışmam mümkün değil. Merak edenlerin, zamanımızda hayli artış gösteren hat sanatına dâir neşriyattan faydalanmalarını, müzelerdeki hat örneklerini hem gözleriyle, hem de gönülleriyle seyretmelerini tavsiye ederim. Buna zaman ayıramıyorlarsa, gençler için harc-ı âlem hâline gelen internetten bir adres verebilirim: Zamanımız hattatlarından Mehmed Özçay’ın hat sitesi: www.ozcay.com

 

Çetinoğlu: Hat sanatı ile ilgili bir eserin değerini belirleyen bir yöntem var mı?

 

Derman: Hat, kamış kalem yardımıyla -sıkı kaidelere bağlı kalınarak- icra olunan bir sanat dalıdır. Bundan dolayı, bir eserin değerinin ilk şartı, bu  sanata emek vererek yetişmiş bir üstâdın elinden çıkmış olmasıdır. Hoş, aynı elden çıktığı hâlde, yazanın hâlet-i rûhiyesine göre seviye farklılığı gösteren hat örnekleriyle de karşılaşmak mümkündür. Ancak kısaca şunu belirtebilirim: Hattın değerini belirleyebilmek için, bu sanatın tarihî seyrini derinlemesine mütâlaa etmek ve bundan neticeler çıkarmak gerekmektedir.

 

Çetinoğlu: Eski hattatlar, hat sanatına yeni tarzlar, bilinmeyen üsluplar getirirlerdi. Günümüzde bir kısırlık yaşanıyor mu?  Yaşanıyorsa, nasıl giderilebilir?

 

Derman: Zamanımızda, yeni bir tarzdan geçtim, eski üstâdların tavrının yakalanabilmesine dahi râzı olmak durumundayız. ‘Abdestsiz namaz olur mu?‘ diye baba erenlere sorduklarında; ‘Ben kıldım, oldu!’ cevabını vermesi gibi: ‘Ben buldum, oldu!’ diyen bir hat çömezinin ortaya çıkmasını temenni etmiyorum. Fakat zamanımızda klasiğe bağlı kalmakla beraber, farklı renkteki mürekkeplerle değişik istif yorumları getiren başarılı çalışmalar görüyoruz.

 

Çetinoğlu: Batılılar hat sanatını bilmezler. Buna rağmen ilgi duyarlar ve satın alırlar. Bu oluşumu yorumlar mısınız?

 

Derman: Batı, hat sanatındaki çizgi letâfetine herhâlde mücerred (soyut) resim gözüyle baktığı için hayranlık duymaktadır; bu da bir bakış tarzı…

 

Çetinoğlu: Hat sanatında pek çok yazı çeşidi var. Bu sanata ilgi duyan ve fakat bilgisi yetersiz olanlara; yazı çeşitlerinin isimleri ve karakteristik özellikleri hakkında  kısa bilgiler vermek mümkün mü?

 

Derman: İslâm tarihi boyunca birçok yazı çeşidi bulunmuş, fakat tutunamamıştır. Bugün nisbeten çok kullanılanları kısaca tanıtayım:

 

Sülüs: Ağzı 2 mm.lik kamış kalemle yazılan, son derecede kıvrak, sanat göstermeye uygun bir yazıdır; bunun uzaktan okunabilecek kadar ağzı geniş kalemle yazılanına celî sülüs denilir ki, dînî yapılarda görülen sûre ve âyetlerin vücûd bulmasında çok kullanılır. Harflerin, sanat gayesiyle üstüste bindirilerek yazılmasına da ‘istifli hat‘ denilir.

 

Nesih: Uzun metinlerin -bilhassa Kur’ân-ı Kerîm- yazılmasında kullanılan ve ağzı takrîben 1 mm. lik kalemle yazılan, işlek olduğu nisbette zarif ve okunaklı bir hat cinsi. Bu anlatılan hat çeşitleri Arapça’da yanlış okumamak için lüzumlu olan hareke işaretleriyle yazılır.

 

Ta’lîk: Ağzı 2 mm.lik kalemle ince ve kalın hareketlerin birbirini takîb ettiği, şiir gibi bir yazı nev’i; diğerlerinin aksine; bu, harekesiz yazılır. Uzaktan okunabilecek irilikte olanına ‘celî ta’lîk‘ denilir. Osmanlı tarihinde kitâbe yazılmasında celî ta’lîkın ayrı bir yeri vardır.

 

Dîvânî-celî dîvânî: Osmanlılarda resmî yazışmalara mahsus iki hat çeşididir.

 

Çetinoğlu: Türklerde hat sanatı ile ilgili çalışmaların başlaması ve tarihî gelişimi hakkında özet bilgi verebilir misiniz?

 

Derman: Selçuklularda da yaygın olmakla beraber, hüsn-i hat Osmanlılarda, bilhassa İstanbul’un fethinden sonraki çağlarda çok revac bulmuş; bu sanata Türk karakteri 15. yüzyıl sonlarında kazandırılmıştır.

 

Sayılacak hattat ismi pek çok, ama ben hiç olmazsa devir açmış birkaçını sayayım: Şeyh Hamdullah (1429-1520), Ahmed Karahisârî (ö.1556), Hâfız Osman (1642-1698), Mustafa Râkım (1758-1826), Mehmed Esad Yesârî (ö.1798), Yesarîzâde Mustafa İzzet (ö.1849), Kadıasker Mustafa İzzet (1801-1876), Mehmed Şevkı (1829-1887), Sami (1838-1912), Nazif (1846-1913).

 

Çetinoğlu: Hat sanatından zevk alabilmek için okuyabilmek, okuduğunu anlayabilmek yeterli mi?

 

Derman: Hat, Türklerde neredeyse bin yıl müddetle okuma-yazma vâsıtası olarak ehemmiyetini korudu. Gerçi, geçmiş hayatımızda okuma bilenlerin nisbeti yüksek değildi; yazmayı bilenler daha da azdı. Lâkin bu kültürü tam edinmiş olanlar, yüksek tahsil yapmışcasına yetişmiş sayılırdı. Bu sebeple, hattan zevk almada hiç olmazsa okuyabilmenin ve buna bağlı kültürü almış olmanın rolü büyüktür. Lâkin harflerin arasına gizlenmiş ilâhî güzelliği hissedebilmek, yalnız okumakla mümkün değildir. Geçmişteki hattatların en büyüklerinden Kadıasker Mustafa İzzet Efendi’nin şöyle bir mısrâını hatırlıyorum: ‘Hüsn-i hattı okumak, lâleyi kokmak gibidir.’ Lâleyi koklarsanız ne duyarsınız? Hiç! Ama gönül gözüyle seyrederseniz, o sizi boş çevirmez; eski imlâya göre Allah isminin de, hilâlin de aynı harflerin yeri değişerek yazıldığını hatırlatır…

 

Çetinoğlu: Hat sanatkârı olmak isteyenlere tavsiyeleriniz nelerdir?

 

Derman: Hattın tahsili -kabiliyetin dışında- uzun emek ister, yıllarca… Bu çalışmaların sonu başarıyla biterse, üstâdın vereceği icâzetnâmeyle taçlandırılır. Amma, o genç hattat için öğrenmenin sonu yoktur. Şimdiki gençlerin arasında bu işin üç-beş ayda biteceğinin ve öğrendiklerinin kendilerine hemen para kazandıracağının hesabı içinde olanlar bulunuyor ve tabii neticede hüsranla bitiyor. Hüsn-i hat sabır ve müdâvemet (devamlı uğraşma) isteyen bir sanattır. Geçmiş üstadlar arasında, bir gün yazmamanın bile kendilerinden çok şey götürdüğünü söyleyenler çıkmıştır. Hâsılı, bu saydıklarımı göze alamayacaklar, kendilerine de, hüsn-i hatta da yazık etmesinler, diyorum.

 

 

 

Prof. Dr. UĞUR DERMAN

5 Şubat 1935 tarihinde, Bergamalı Mehmed Celaleddin Bey’in oğlu olarak Bandırma’da doğdu. Babasını daha doğmadan kaybettiği için ‘dede‘ dediği, annesinin hem eniştesi hem amcazadesi olan Eczacı Osman Derman’ın yanında büyüyen ve O’nun soyadını  alan Uğur Derman, 1948’de, önceleri sadece yazları geldikleri Üsküdar’a ailece yerleşerek Üsküdarlı oldu.

 

Seminerlerini tâkip ettiği Mâhir İz’den edebiyat zevkini tattığı Haydarpaşa Lisesi’ni 1953 yılında bitirdi. Bu dönemde ilgisini Türk İslam kültürünün zenginliklerine yöneltti. Mezuniyetinden sonra Mahir İz ile münasebetlerini kesmedi.  O’ndan eski harfleri öğrendi. Çünkü Türk İslam kültürünün yegâne anahtarının bu harfler olduğunu anlamıştı. Bir yıl içinde hatalarıyla beraber mektup yazacak seviyeye geldiği eski yazı, sadece büyük bir kültürün anahtarı olarak değil, bir sanat olarak da ilgisini çekiyordu. Eski harflerle okuyup yazmayı öğrenmekle yetinmedi, hat sanatı ile de ilgilenmeye başladı.

 

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne kaydoldu ise de bir yıl sonra Eczacılık Mektebi’ne  geçti ve buradan ailenin üçüncü eczacısı olarak 1960 yılında mezun oldu. Askerliğini Diyarbakır’da tamamladıktan sonra Ayaspaşa’da açtığı Gümüşsuyu Eczahânesi, 1977 yılına kadar aynı zamanda bir sanat ve kültür merkezi olarak faaliyet gösterdi. 1977 yılında, merhum Fethi Gemuhluoğlu’ndan sonra  Türkpetrol Vakfı’nın yönetimini üstlendi.

 

1981 yılından bu yana İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA)’nın da sanat danışmanlığını yürütmektedir. 1955 yılından itibâren Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nin emekli hocalarından  1883 – 1976 yılları arasında yaşayan Necmeddin Okyay’ın Osmanlı Kitap Sanatları konusunda öğrencisi oldu. 1960 yılında icazet (diploma) aldı. Ayrıca, 1891 – 1961 yılları arasında yaşayan  Macid Ayral, 1898 – 1964 yılları arasında yaşayan Halim Özyazıcı ve 1898 – 1986 yılları arasında yaşayan Dr. Süheyl Ünver gibi bu konunun uzmanlarından çok istifâde etti.

 

1961 yılından bu yana,  Türk Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi gibi yayınlarla, müstakil eserle, tebliğ, ansiklopedi maddesi ve makalelerle Türk Kitap Sanatlarının öğretilmesi ve tanıtılması için çalıştı. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde, Aynı Üniversite bünyesindeki Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, ve Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde derslerini sürdüren Uğur Derman 1997’de Mimar Sinan Üniversitesi tarafından öğretim üyeliğine kabul edilerek kendisine Profesör unvanı verilmiştir.Türk Hat Sanatının tanıtımı için Kültür Bakanlığı tarafından 19767’da Kahire, 1980’de Cidde  ve 1987’de Chicago’ya, IRCICA tarafından 1988’de Bağdad, 1992’de Kuveyt, 1994’te İslamabad, 1997’de Kahire ve 1997’de Tunus şehirlerine gönderilmiştir.

 

Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Çiçek Derman ile evli olup üç çocuk babasıdır.

 

ESERLERİ

11’i müstakil eser olmak üzere, toplam 247 adet yayını vardır. Kitap halindeki hacimli eserleri şunlardır:

* Türk Sanatında Ebru, İstanbul, 1977 (Akbank Yayını)

* Türk Hat Sanatının Şaheserleri, İstanbul, 1982, 1990 (Kültür Bakanlığı Yayını)

* İslam Kültür Mirasında Hat Sanatı, İstanbul, 1992 (IRCICA yayını. Bu eser Arapça, Japonca ve İngilizce’ye çevrilerek aynen yayınlanmıştır.)

* Letters in Gold, New York, 1998 (İngilizce olarak neşredilmiştir.)

* Calligraphies Ottomanes, Paris, 2000 (Fransızca olarak neşredilmiştir.)

 

 

Önceki İçerikYenikapı Ruhunun Üzerine Tuzruhu Sıkmak!
Sonraki İçerikOHAL Uygulamaları, CHP ve MHP
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.