12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak halk oylaması, yabancı karşılığıyla referandum, ülkenin geleceğini tayin edici bir önemli adımdır. Ancak, millet olarak bunun tam farkında mıyız? Neden “EVET” veya neden “HAYIR” oyu kullanılacağının bilincinde tam değiliz. Kısaca Türk Milleti halk oylamasına fikren hazır değildir.
Görüldüğü kadarıyla vatandaş rey verdiği ve tuttuğu partiye göre oyunu şekillendirecektir. Bu, en büyük yanlıştır ve Türkiye’de halk oylamasına uygun bir ortamın bulunmadığını gösteren bir işarettir. Vatandaşın haber alma kaynakları tarafsız değildir, güdümlüdür. Fikir ve düşünce hürriyetinin gerçek anlamıyla bulunduğu, demokrasiye has basının yer aldığı ülkelerde halk oylaması bir ölçü ve ayar olabilir. Ülkemizdeki şartlar buna uymamaktadır. Basın ve yayın kuruluşları görevlerini gerektiği gibi yerine getirememekte, gerçekleri çekinmeden Meslek ve Basın Ahlâkı Yasasına uygun olarak ortaya koyamamaktadır. Genelde demokrasinin basını bulunmadığı için halk olup bitenleri öğrenememektedir.
Anayasalar değişmez metinler değildir. Ancak, her gelen iktidarın kendi çıkarlarına göre sürekli değiştireceği, dış dayatmalarla şekillenen metinler de değildir. Bugün maalesef, her gelen iktidara kendine uygun bir anayasa yapmasının yolu açılmaktadır. Asıl gaye anayasa değişikliği değil; Türk devlet yapısının egemen güçlerin isteğine göre değiştirilmesidir. Bunun için kurumlar tanınmaz hale getirilmekte, başkalaştırılmakta, engel görülenler ise yıpratılmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun üye sayısının çoğunluğu eğer iktidar yanlısı olsa idi; ne değişikliğe, ne de halk oylamasına ihtiyaç kalmayacaktı.
Maalesef son anayasa değişiklikleri üzerinde siyasi çekişmeler yüzünden tam bir mutabakat sağlanamamıştır. Geniş mutabakatın sağlanamadığı bir ortamda yapılan düzenlemeler, Devletin değil; partilerin metinleri olur. Bu da ülkeyi kargaşa ortamına sürükler.
12 Eylül’de oylayacağımız anayasa değişiklikleri, ne 12 Eylül’den öç veya rövanş almaktır; ne de Kenan Evren Anayasası olarak ifade edilen 1982 Anayasası’na tepki göstermektir. Darbecilerden hesap sorma sahte gösterilerine aldanmayalım. 12 Eylül’e karşı haklı tepkilerimizi kimseye kullandırmayalım. 12 Eylül’e takılıp kalmayalım. Günümüzdeki yeni 12 Eylülleri ve sivil darbeleri fark edebilelim. Eğer hesap sorulmak istenseydi; 15. madde kaldırılırdı. İç Hizmet Yasasının 35. maddesi düzeltilirdi. Darbe edebiyatı yapanlar Evren’i en iyi şekilde ağırlayanlardır.
Aslında TSK’nin iç hizmet yasasının 35. maddesini değiştirmekle de iş bitmemektedir. Anayasada her anayasal kurumun tanımı ve görevleri belirlenmiş olmasına rağmen, TSK için bu söz konusu değildir. “Cumhuriyeti koruma ve kollama” açıklığa kavuşturulmalıdır. Kurumları yıpratmaktan vazgeçilmelidir.
Varılmak istenen hedefi görelim. Bu değişiklikler birer öncüdür. Bugün arkadan dolanarak yapılmak istenen değişikliklerle varılmak istenen hedef, Türkiye’nin mili devlet, üniter yapı ve milli kimliğinin tahrip edilmesidir. İleride Türkiye’yi Türkiye yapan Anayasanın temel giriş maddelerini değiştirmektir. Ülkenin omurgası değiştirilerek ona yeni bir şekil verilmesinin yolu açılmaktadır. Türkiye’ye dışarıdan çok milletlilik, çokkültürlülük, egemenliğin birileriyle paylaştırılması, milli ve üniter yapının ve milli kimliğin değiştirilmesi dayatılmaktadır. Hedef, Türksüzleştirilmiş arkeolojik kalıntıya dayalı bir Anadolu Cumhuriyetidir. Demokratik ve sivil anayasa adı altında, 1919 ve 1920’lerde gerçekleştirilemeyenler, savaşsız bir ortamda ve barış içinde gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır.
“Ben milli iradeyi temsil ediyorum, her kurum ve kuruluş benim istediğim gibi olacak” anlayışı demokrasiyle bağdaşmaz. Bu anlayışta hazırlanan, şahıs ve parti diktasına bizi götürecek değişiklikler, demokrasiye kan kaybettirir. Sandıktan çıkıp belirli bir süre ülkeyi yönetmekle görevlendirilenler, gayet tabii milli iradeyi temsil etmektedirler. Ancak, Devletin var oluş ve kuruluş felsefesiyle, milli hedefleriyle ileride ters düşecek, öncü rolü oynayacak değişiklikleri pazarlayamazlar. 12 Eylül halk oylamasında ülkeyi bekleyen tehlike budur. İki üç dilli ve devletli, milletli Türkiye!
Mevcut siyasi iktidarın onayıyla bir ara kurulan Anayasa Komisyonu ve hazırlanan taslak ve taslaklar; Türk Milleti, Türk kimliği, Atatürk Türkiyesi, ülkenin birlik ve bütünlüğü, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü gibi ifadelere karşı tavır almıştır. Cumhurbaşkanı ve milletvekili yemininden “Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda” ifadesi çıkarılmıştır. Bu maksatlı bakış tarzının ilerideki değiştirmelerde de rol oynayacağı açıktır. Farklılıkların kutsallaştırılması, birlik ve beraberliğin dinamitlenmesi bazılarınca demokratikleşmedir.
Kendisini Türk değil; ama Türkiyeli hissedenlerin, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna ve Milli Mücadele’ye karşı olan ihanet ittifakının halk oylamasında “evet” demesi normal karşılanmalıdır. Ama bunun aksini düşünenler, kendisini Türk Milletine mensup kabul edenler, etnik taassuptan uzak olanlar, milli kimliğinin Türk olduğu bilincinde olanlar, bir kere daha düşünmelidirler.
Halk oylamasındaki konu sadece teknik hukuki bir değişiklik değildir. Dış dayatmaların etkisiyle Türkiye’ye yörünge değiştirtmektir. Biz Milli Mücadele’yi çok zor şartlar altında yaparken ve onu Cumhuriyet’le taçlandırırken, iki-üç ayrı millet ve devlet kurmak için yapmadık. Eğer bunu kabul etseydik; Milli Mücadele’yi yapmaz, Sevr şartlarına bağlı kalırdık. Bundan dolayı “tek devlet, tek millet, tek bayrak” sözlerini sık sık tekrarlayanların arkası gelecek olan bugünkü değişikliklere evet demeleri akıl alacak bir şey değildir.
12 Eylül’de vereceğimiz oyla Türkiye’nin ileride nasıl bir devlet olacağını oylayacağız. 12 Eylül’ün öcünü almanın bununla bir ilgisi yoktur. Birilerinin dolduruşuna gelmeyelim. 12 Eylül 1980 sonrasının dağınıklığından ve şaşkınlığından kurtulalım. Tek patronlu, küreselleştirilen Dünyanın ve Yeni Dünya Düzeninin tuzaklarını fark edelim. Siyasi tuzaklara ve oyunlara alet olmayalım. Genel Seçimlerde iktidar partisine oy vermiş olsak dahi; 12 Eylül’deki oyumuzun başka bir şey olduğunu kavrayalım.
Haklı ve haysiyetli tepkimizi ortaya koymanın, endişelerimizi dile getirmenin, siyasi tartışmalarda yer almak veya polemiğe girmekle hiçbir ilgisi yoktur. Onu fazlasıyla yapanlar zaten ekranlardan taşmaktadır. Tam tersine gerçekleri dile getirmek ve kamuoyunu aydınlatmak, aydın ve vatandaş olmanın sorumluluğudur.
Anayasada Türk Milletine bir bütün olarak bakılmalıdır. Kimseye imtiyaz sağlanmamalıdır. Vatandaşlar arasında daha fazla eşitlikçi olalım. Daha fazla eşitlikçi olmak ve kimlik tanımak demek; Devletin dili Türkçe’ye rakip bazı dilleri ve yapay kimlikleri Anayasaya taşımak, Anayasa metninden Türklüğü dışlamak değildir. Ülke sanki açık arttırmaya çıkarılmış gibi Devlete ve egemenliğe ortak aramaya kalkmayalım. Devletin meşruiyeti, devlet olma niteliklerini ve egemenliğini ona buna devretmek ve paylaştırmak değildir. Hiçbir ciddi devletin tartışmadığı ve tartıştırmadığı konuları biz demokratikleşme ve sivilleşme diye yutturmayalım. Yutturmak isteyenlere karşı da reyimizi kullanalım.
Halk oylamasının ilerideki hedefleri ve varılmak istenen asıl gaye ve şifreler göz önüne alındığında aşağıdaki soruları cevaplandırmalıyız:
- Demokrasinin rafa kaldırılmasına, parti ve şahıs diktası kurulmasına evet mi diyeceğiz?
- Hukuk devletinin parti devletine, bağımsız ve tarafsız yargının bağımlı ve taraflı hale dönüştürülmesini demokratik bir açılım olarak mı kabul edeceğiz?
- Açılım maceralarıyla ülkeyi tanınmaz hale getirici, insanlarımızı birbirlerinden ayırıcı ve soğutucu, birbirine ötekileştirici gidişe oyumuzla tepki göstermeyecek miyiz?
- Hep şikâyetçi olduğumuz insanlarımızın kamplaştırılmasını arttırıcı gidişe evet mi diyeceğiz?
- Kuvvetler ayrılığı prensibini ortadan kaldırıp her kurum ve kuruluşu, başkalaştırıp İcranın, iktidarın emrine sokucu kuşatmaya, tehlikeli gidişe evet mi diyeceğiz?
- Türkiye’de Türk’e karşı sürdürülen etnik ırkçılığa onay mı vereceğiz?
- Hedef alınan değiştirmelerle birlikte Anayasada Türklük ve Türk Milleti vurgusunun dışlanmasına evet mi diyeceğiz? Bakanlar Kurulu’nun, bu gibi tavsiyelerde bulunan bir malum vakfın (TESEV) raporunu görüşmeye açması asıl niyeti ortaya koymuyor mu?
- Devletin dilinin Türkçe olmasına karşı olduğumuz için mi evet oyu vereceğiz?
- Anadolu’dan Milli Mücadeleyle hep beraber kovduğumuz emperyalist işgalcileri tekrar davet etmek ve onları mutlu kılmak için mi evet diyeceğiz?
- Türk Milletini ayrıştırıcı ve ufalayıcı, milli birlik ve bütünlüğü dinamitleyen etnik fitne ve taassuba onay mı vereceğiz?
- Milli egemenliği dışarının işbirlikçisi birileriyle paylaşmaya evet mi diyeceğiz? Özerklik taleplerini kabul edip Güneydoğumuza NATO ve BM barış gücü mü davet edeceğiz?
- Tavizlerle terörü azdıran ve bugünkü noktaya getiren, Devlete meydan okuyan bazı belediye başkanlarını görevden alamayan, gerekli iradeyi ortaya koyamayan, bölücü ırkçıları görmemezlikten gelen, Habur Kapısında Devletin itibarını zedeleyen, örgüte moral kazandıran, çadır mahkemeleri kuran bir anlayışın halk oylamasıyla önünü mü açacağız?
- Terörün kaynağı Irak’ın Kuzeyinde iken; orayı kalkındırmak, güçlendirmek için uğraşan, Barzani’yi muhatap alan zihniyete destek mi vereceğiz?
- Askerin karadan Kuzey Irak’a girmemesi için Kasım 2007’de ABD ile anlaşan, Kürt sorununa siyasi çözüm bulma şartı ile sadece hava operasyonlarına izin alan bir anlayışa mı evet diyeceğiz?
- Basını ve aydınları susturan ve sindiren, kuruluşları satın alan, fikir ve düşünce hürriyetini kısıtlayan, yargısız infazlara yol açan demokrasi ile çelişen bir zihniyete mi demokratikleşme adına evet diyeceğiz? Terörle Mücadele Kanunun kuşa çevrilmesi ve onunla mücadele edilemez hale getirilmesi tesadüf müdür?
- Vatana ihaneti ve zinayı suç kapsamından çıkaran, misyonerliğin önünü açan anlayışa “evet” mi diyeceğiz?
- Uygulanan politikalarla artan işsizliğe, yolsuzluklara ve yoksullaşmaya onay mı vereceğiz? Teşvik mi edeceğiz?
Sandığa mutlaka gidiniz ve oyunuzu yakın geçmişi unutmadan kullanınız. Vereceğiniz oy, vatanımız ve demokrasimiz için hayırlı olsun.
AYDINLAR OCAĞI GENEL MERKEZİ