Oğuz Çetinoğlu: Pontus Meselesi nedir? Özetlemeniz mümkün mü?
Emete Gözügüzelli: 1821 yılında başlayan Yunan isyanı, 1829 yılında Osmanlı Devleti – Rus Çarlığı arasında imzalanan Edirne Antlaşması ile Yunanistan’ın bağımsızlığı neticesini doğurdu. Bundan cesaret alan Doğu Karadeniz’de yaşayan Rumlar, 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet Han’ın Trabzon’u fethetmesiyle tarih sahnesinden silinen Pontus İmparatorluğunu ihya etmek için harekete geçtiler. Oluşturulan çete grupları Ruslardan destek alıyordu. Yunan çete grupları, Ermeni komitacıları gibi çok sayıda Müslüman Türk’ü katletti. Ekim 1917’de Rusya’da ihtilal oldu ve Kızılordu bölgeden çekildi. Desteksiz kalan Rum çete grupları katliamlarına devam etmek istedilerse de bir müddet sonra Osmanlı askerleri tarafından etkisiz hâle getirildi. Böylece Pontus meselesi de kapanmış oldu.
Çetinoğlu: Pontus Meselesinin yeniden ortaya çıkışı ile alakalı bilgileri lütfeder misiniz?
Gözügüzelli: 1994 senesinin 19 Mayıs’ında Yunan Parlamentosu Andreas Papandreu başkanlığında oy birliği ile bir karar alır. Bu karar 19 Mayıs gününü Sözde ‘Pontus Soykırım Günü’ kabul etme yönündedir. Bütün Yunan Parlamenterlerin ruhuna ve siyasî hayatlarına yerleşen Hellenizm ruhu ve hedefi, Anavatan Türkiye’ye karşı Ermeni lobiciliğinden sonra sözde ‘soykırım’ iddiaları ile çerçeveleme politikası gütme niyetindedir. Büyük ülkü tekrar yeşertilmek istenircesine bu adımla sözde Pontusçuluk mücadelesi resmîleştirilecektir. Bu çaba 2001 senesinde Selanik Belediye Meclisinde oy birliği ile şehir merkezinde hem de Atatürk’ün doğduğu evin biraz ötesinde sözde soykırım anıtı açma kararı ile neticelenir ve ardından 19 Mayıs 2006’da Selanik’te sözde ‘Pontus Soykırım Anıtı’ büyük törenle açılır. Yunan resmî devlet erkânı bu töreni bahane ederek dünyaya sözde ‘Pontus soykırımını tanıyın’ çağrısında bulunur. Bunun için millî ve milletlerarası alanda sözde Pontus Dernekleri açılmaya başlanır. Eş zamanlı olarak da Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) sözde ‘Pontus Soykırım’ gününü kabul eder.
Çetinoğlu: Neden böyle bir karar aldılar?
Gözügüzelli: Atatürk’ün Samsun’da Türk milleti üzerine bir güneş gibi doğduğu 19 Mayıs ile başlatılan kurtuluş mücadelesi ve zaferi Yunanlılar için bir hayal kırıklığı oluşturmuştu. Zira Atatürk Kurtuluş savaşı süresince Karadeniz’de İnebolu’dan Batum’a kadar olan yerlerde Papazlar öncülüğündeki Rum çetecilik hareketlerinin (Mavri Mira gibi) sözde Pontus Devletini ilan etme çabasını gerçekleştirmelerine mâni olmuştu. Bunun için 19 Mayıs günü sözde ‘Pontus soykırım’ günü ilan edilmiş ve Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı kara propaganda süreci başlatılmak istenmişti.
Çetinoğlu: Asıl soykırım yapanlar kendileri değil mi?
Gözügüzelli: Evet! Kendileri… Gerçek anlamda soykırım yapmakla bilinen Yunanlıların 1800’lü yıllarda Makedonlara, hatta Çamerya bölgesinde Müslüman Arnavutlara veya 1936-1941 yılları arasında Metaksas öncülüğünde Nazi Almanya’sı ile ortaklaşa hareket ederek uyguladığı mezalimlere veya Küçük Asya dedikleri Batı Anadolu’da Yunan komutanı Papoulas’ın emrindeki Yunan ordusunun Türklere yaptığı katliamları ve yağmayı unutmuşçasına veya Kıbrıs’ta adayı Hellenleştirme uğruna Türklere karşı gerçekleştirdikleri mezalim ve soykırımlara bakmadan halen sözde Pontusçuluk aldatmacası ile üzerimize gelmeye çabalıyorlar.
Çetinoğlu: Neden 19 Mayıs?
Gözügüzelli: Hedef günün 19 Mayıs olarak belirlenmesi elbet tesadüf değildi. Hedef Türkiye yani Anavatan’ın toprak bütünlüğü ve itibarı üzerinde gerçekliğe aykırı kara propaganda oluşturmak ve Helenizmin bir unsuru olan sözde Pontus Devleti’ni yeniden canlandıracak çalışmalara ivme katmaktı… Bunun için ilk yol sözde ‘soykırım iddiası’ ile Türk milleti üzerinde bir kara propaganda başlatılmasıydı. Bir taraftan kayıplar, göçmenler, mülkiyet, kültürel miras ve sözde ‘işgal’ diyerek Türkiye’ye Kıbrıs meselesinde yüklenme yoluna giderlerken, diğer taraftan Karadeniz’de sözde
‘Pontusçuluk’ ve sözde ‘soykırım’ iddiaları ile millî ve milletlerarası kamuoyunda Ermeni lobiciliği sonrasında atakta bulunmak çabasındaydılar. Nitekim bu çabanın uygulama sahası bulması için gerek Yunanistan’da gerek GKRY’de Türkiye aleyhtarı dernekler kurulumu ile sonuçlandı ve nihayetinde her iki ülke meclisinde sözde Pontus soykırım günü kabul edildi.
Çetinoğlu: Mesnetsiz iddialarına taraftar toplamak için neler yaptılar?
Gözügüzelli: 1990’lı yıllardan sonra aslında Karadeniz’de büyük oyunlar oynanmaya başlanmıştı. 1990-2000 senesine kadar bölgede papazlar vasıtası ile İncil içerisine dolarlar konarak yandaş gruplar bulma yoluna gidildi ve Hıristiyanlık propagandaları yapıldı. Pek çok genç ücretsiz eğitim adı altında aylık gelirlerin ve hatta burs elde ettikleri eğitim programlarına Yunanistan’da alındılar… Fikrî anlamda sözde Pontusçuluğu canlandıracak her usul denendi… Karadeniz müzikleri, kültürel yemekleri, gelenekleri dahi Pontusçuluk ile özdeşleştirildi… Bölgede yeni bir ulus yaratma çabası başlatılması için tohumlar ekilme yoluna gidildi. 1990’lı yıllar ve sonrasında pek tabi ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti bunların farkına vardığı an müdâhil oldu. Bu şekilde hücre yapılanmalarının önü kesilince 2000’li yıllardan sonra bu defa taktik değiştirilme yoluna gidildi. Turizm, sosyal kültürel etkinlikler, dinî törenler adı altında bölgeye akınlar başladı. Konferanslar, yayımlar, sosyal medya, internet yayımları gibi etkinlikler artırıldı. Nitekim Karadeniz üzerinde bölgede yaşayan halka Pontusçuluk propagandalarını aşılama çalışmaları ve kimlik bunalımı yaratma çalışmaları bölgede hiç bitmedi.
Hatta Karadeniz’de Rum kültürünü sembolize eden turistik ürünlerin satışının saptanması her ne kadar ekonomik veya turizm kültür hizmeti gibi görünse de dolaylı olarak onların iddia ettikleri söylemlere tepkisiz kalma ile sonuçlanabilecek yansımalar yaşanmasına vesile olan olaylar karşısında bölge halkı kendisi üzerinde gerçekleşen millî ve milletlerarası art niyetli çabaları algılayamadı.
Bu ve buna benzer olayların Kıbrıs’ta da yaşandığına şâhitlik ettik. Mesela Karadeniz’den gelen Türk halkın yoğun olduğu Sipahi köyünde güneyden gelen Rumların belirlediği bazı evlerde bulunan çocuklara Yunan bayraklı oyuncaklar getirerek ‘sizler Pontuslusunuz, bizler de Pontusluyuz’ diye maddî içerikli ikramlar yoluna gitmeleri hiç tesadüf değildi…
Karadeniz’de Kıbrıs’ta yaptıkları gibi, atalarının veya dedelerinin diye iddia ettikleri evleri, arazileri, kültürel târihî yerleri gezerek, her karış toprağı, binayı, târihî mekânı resimleyip bilgiler tutmaktan hiç vazgeçmediler… Kültürel mirasa saygısızlık ve tahribat adı altında Türkiye aleyhine dâvâ açma hedeflerini ise hiç gizlemediler. Bu gruplar içinde kilise ve iki toplumlu (Türk-Yunan) sivil toplum kuruluşları öncüleri Trabzon bölgesinde özellikle Maçka,Tonya,Hamsiköy ve Pontus bölgesi saydıkları diğer yerleşim yerlerinde son durumu kayıt altına almaya devam ediyorlar. Hem de bu etkinlikler bazı Sivil Toplum Kuruluşlarının başını çeken elebaşlarınca Atina – Trabzon, Atina-Samsun, Atina – Giresun ve Atina – Rize bacağını oluşturanlarca tertip ediliyor… Bölge halkı, turizm adı altında olan veya ibâdet diye eski târihî mekânlara yakılan mumlar veya âyinlere sesini çıkarmayacak kadar masumane bir tablonun içinde tepkisiz kalmış durumda… Oysa bu âyinlerde Pontus Devleti kurma hayali ve amacının hiç bitmediğini görüyoruz…
Özellikle de 2011 senesinde bölgede farklı bir sinerji oluşturma yoluna gidildiği gözlemlenmektedir. Yaşanan özel taktiklerle takviye edilmiş psikolojik savaşın amaçları uğruna öte yandan bir de terör boyutunun olaylara dâhil edilmek istendiği görülmüştür. Terörist elebaşı Abdullah Öcalan’ın GKRY pasaportu ve kimliği ile Yunanistan tarafından da korunması, her iki ülkede konuşlandırılan PKK eğitim kamplarını yer alması zaten bu terör yanlısı ve ayrılıkçı grupla var olan bağları da sergilemişti…
Çetinoğlu: Bütün bunlar olup biterken Türkiye’nin tavrı nasıldı?
Gözügüzelli: Bu olanlar çabuk unutuldu. Zira sonraki süreçte Türk-Yunan ilişkileri daha liberal anlayışla ayakta tutma ve normalleşme yönünde adımlar atıldı. Gerek Anavatan’ın gerekse Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) makamlarının iyi niyetli yaklaşımları, arkadan gerçekleştirilen kara propaganda çalışmaları içerisinde hep gölgede kaldı. 2011’de Giresun’da PKK’nın bölgeye saldırı haberi yayınlanmasından beş sene sonra bugün Trabzon’da PKK’nın Türk polisimize ormanlık alandan saldırısı ve verilen 3 şehit haberimiz ile yeniden gündeme gelmesi ile yenilendi. Bu durum dikkate alınması ve sorgulanması gereken bir vakıadır. Zira Giresun olayları zamanında hedef Pontusçu gizli klikleri aktifleştirmek, bir nevi şoklar sağlamak ve tepki ölçmek için terör örgütü faaliyetlerinde kullanılan taktikler uygulamaktı.
Çetinoğlu: Ne tür taktikler?
Gözügüzelli: Bilindiği üzere, terör örgütlerinin eylem yapmasının iki yönü vardır: bir düşman gördüklerine karşı hamle (yıpratma, zayiat verdirme) ikincisi içe dönek (örgüt iç teşkilatı) hamledir. İç hamlede amaç, militan kazanmak niyeti ve mevcut militanları elde tutmaktır. Öyle görünüyor ki Trabzon ve bölgesi üzerinde tertip edilen bu düzeneklerde bölgenin nabzı ölçülürken, diğer taraftan sözde Kürdistan projesi için PKK/PYD terör örgütlerinin bu bölgeden çerçeveleme politik desteği oluşturup hareket etme yoluna gitmesi yönündeki çaba devam etmektedir. Bu gizliden örgütlenmiş hücrelerin bölgede faaliyet göstermiş bazı örgütlerin servisler ile bağlantılar kurarak Kandil ve Suriye gibi yerlerde kamplarda dönem dönem eğitimlere alınarak daha sonraki aşamalarda bölgede eylemlerde bulunmaya yeltenecekleri tehlikesi ise göz ardı edilemeyecek kadar ehemmiyet arz eden durumdur… Yunanistan’ın dünyada kurdurduğu sözde Pontus dernekleri ise propagandalarını aralıksız devam ettiğinin göstergesidir. Zaten Yunanistan’ın Kıbrıs meselesine bakışı da tamamen ‘istiladan’, ‘Türk askeri ve garantilerden’ kurtulma isteği içerisinde Rumla örtüşen ve Kıbrıs Türklerine eşit egemenlik haklarını vermekten ne kadar uzak olduğunu anlamak zor değil…
Çetinoğlu: Sümela Manastırının Pontusçuluk içerisindeki yeri ve önemi hakkında neler söylemek istersiniz?
Gözügüzelli: Evvela şunun bilincinde olmamız gerekir. Pontusçuluk hareketinin sâdece bir bölgede yer alan dinî mekân için gerçekleşmediğidir. Pontusçuluk Hareketi Ermeni lobicliğinin sözde ve sahte soykırım iddiaları ile dünyayı arkasına alarak Türk halkına karşı yürüttüğü kara propagandanın ürünüdür. Bu yürütülen çabaların başında Lozan’a tahammülsüzlük vardır. Ermeniler Kars Antlaşması’nı kabul etmiyorlar, Yunanlılar Hellenizm ruhu diyerek Batı Anadolu ile Karadeniz’e yeniden göz dikmişçesine mücadele verme yoluna girdiler. Ermenilerin izlediği yolu izliyorlar. Ayni taktik. Bakın bugün mesela Almanya’da enstitüler ve üniversite kürsülerince Pontusçuluk destekleniyor ve ilmî yayınları kabul çağrısı yapılıyor. Pontusçuluğun farkına varılması için kültürel etkinlikler adı altında dünya genelinde çeşitli faaliyetler gerçekleştirip, ‘barbar Türkler’ diye milletimizi Osmanlı dönemi ve Kurtuluş savaşı süresince verdiği mücadeleden ötürü lekelemeye çalışıyorlar.
Dolayısıyla, Sümela manastırı bu sahte söylemlerin hayat bulmasında bir mihenk taşı gibi kullanılmak isteniyor. Zira bu manastır bağımsız Pontus devleti kurmak isteyenlerin kurtuluş savaşı döneminde de Osmanlı döneminde de karargâhı olan yerlerden biri idi. Yunanlılar bu ruhu ayakta tutmak için Veria şehrine Sümela adını koymuşlardır. Her yıl toplanıp âyinler yaparak geri dönüş hedefi ile hareket etmektedirler. 2010’da yine Türkiye Cumhuriyeti Yunanistan yakınlaşma ve işbirliği çalışmalarında söz konusu manastırda âyin yapılmasına müsaade etmiştir. Ancak bu iyi niyet, oraya katılanlar tarafından suiistimal edildiği gözlemlenmiş ve konu Pontusçuluğun canlandırılması hâdisesine döndürülmek istenmiştir.
Sair zamanlarda, Karadeniz’de Sümela Manastırı’nı ziyâret eden Rum-Yunanlıların hukukî olarak âyin yapma hakkı veya manastırda resim çekme gibi yasakları görmezden gelerek hareket etmeye yeltendiğini biliyoruz. Karadeniz’de Trabzonspor ile maç yapmaya giden Apoel takımının Sümela Manastırı’na giderek Yunan bayrağı açtığını biliyoruz. Sıradan bir Türk vatandaşı isterse vize alıp gitsin GKRY’ne veya Yunanistan’a… Orada Osmanlı’dan kalma bir cami veya medreseye uğrasın ve bayrak assın veya ibâdete kapalı yerde namaz kılmak istesin… bakalım ne olur… Bizlerin yüksek hoşgörüsü, insanî tutumu tarihten gelen bir özellik olarak var olduğundan bu gruplar gibi ırkçılık temelinde hareket etmemiz mümkün olmadığı için bugün çok rahatlar… Bu, Türk milletinde hep böyledir. Alın size bir Çanakkale Savaşı örneği ve Anzakların durumu… Türk milletinin özü, Atatürkün İzmir’i Yunanlılar işgal ettiklerinde Yunan bayrağına basmamasında ve bayrağı yerden kaldırmasındadır… Şimdi birileri kalkacak ve milletimize hem bölgede hem de dünya genelinde
soykırım yaptınız diyecek ve biz de kabul edeceğiz öyle mi? Bunu ne Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne de vatandaşlarının kabul etmesi mümkün değildir… Üzücü olan bugün Karadeniz’de propaganda yapmak için Yunanistan’dan gönderilen ve daha çok Almanya-Yunanistan-Karadeniz üzerinde aktif olan bazı Türk vatandaşı gibi görünen belirlenmiş isimlerin kurdukları komünist web sitelerinde yaptıkları yayınlarda ‘şu Pontuslu Rumun ailesi budur, yardımcı olun bulalım’, yok ‘şu Pontusluyu Türkler öldürmüştü, yüzleşelim’ gibi yayımlar yapmaktadırlar. Bu ne rahatlıktır ki sözde Pontus soykırımı diye Ankara’nın göbeğinde bazı akademik gruplar konferans dahi verebilmişlerdir geçtiğimiz senelerde… Bakınız bu konuda İngilizce yayım grupları gerek aktif gerek sosyal medya ortamında aralıksız çalışmaktadırlar. Bunun karşısında Devletimizin ve bölgede devletimize bağlı güç unsurlarının yapılan bu hareketler karşısında halkı aydınlatma ve dikkatli olması yönünde uyarması gerekmektedir.
Çetinoğlu: Uzmanlık alanınız, ‘deniz hukuku uyuşmazlıkları konusu…’ Akdeniz’de Kıbrıs çevresinde GKRY’nin ve bizim, ‘Adalar Denizi’ olarak anmamız gereken Ege’de, Yunanistan’ın petrol arama faaliyetlerinde bulunmaya teşebbüs etmesindeki hukuksuzluklar hakkında okuyucularımızı bilgilendirir misiniz?
Gözügüzelli: Yunanistan ve GKRY, Denizlerimizde Türkiye’yi sıkıştırma ve sâhip olduğu egemenlik haklarını yâni deniz yetki alanlarını gasp etmeye çalışmaktadır. Anavatan Türkiye’ye karşı yürütülen aleyhte hareketin çift yönlü yürütüldüğünü görmekteyiz. Kıbrıs’ta ise GKRY’nin ilan ettiği münhasır ekonomik bölge alanlarında Türkiye’nin sâhip olduğu parselleri de ihlal etmişlerdir. Bu parseller bugün 3. tur ihâle ile yabancı petrol arama şirketlerine verilme yoluna gidilmiştir. Anavatanımız üzerinde kötü emeller peşinde olanlar boş durmayıp her fırsatı değerlendirmeye çalışmaktadırlar. Tıpkı garantisiz bir Kıbrıs istedikleri gibi… Bunun mânâsı şudur ki Anavatan Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğünün kısaca Kıbrıs’taki varlığının Doğu Akdeniz’de bitirme gayesi söz konusudur. Bu yolla deniz yetki alanlarını daha da genişletme yoluna giderek hâkimiyet alanlarını genişletme çabası içerisindedirler. İnanıyoruz ki Türkiye Cumhuriyeti güçlü ve büyük bir devlettir. Bu hâdiselerin elbet bilincindedir. Lakin boğuştuğu yedi düvele karşı mücâdele verdiği şu dönemden dahi çok daha güçlü bir şekilde art niyetlere müsaade etmeyeceğine inancımız tamdır.
Çetinoğlu: Röportajımıza başladığımız konuya; Rumların Pontus’u ihya etmek hayallerine, Karadeniz ve Akdeniz’le alakalı Yunanistan’ın rüyalarına dönelim. Neler söylemek istersiniz?
Gözügüzelli: Bizler biliyoruz ki Devletimiz üzerinde Fetocu terör örgütleri dâhil PYD/PKK yapılanmalarının kötü emelleri nasıl ki 15 Temmuz sonrası tarümar edildi, bundan sonraki süreçte, Karadeniz ve Kıbrıs üzerinde var olan hücre yapılanmalarının da bir an önce temizlenmesi gerektiğidir.
EMETE GÖZÜGÜZELLİ: Lefkoşe Türk Lisesi Edebiyat Bölümünden, Kıbrıs’ta Yakın Doğu Üniersitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden diploma, Tarih Öğretmenliği bölümünden pedagoji sertifikası aldı. Hukuk Fakültesi’ndeki öğrenimi devam ediyor. Doktorasını Girne Amerikan Üniversitesi Deniz Hukuku Uyuşmazlıkları ve Enerji Güvenliği alanında, Yüksek Lisansını Lefkoşa Yakın Doğu Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladı. Çalışma hayatına Tarih öğretmeni ve idarî müdür olarak başladı. Üstlendiği diğer görevlerden bâzıları: Yakın Doğu Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde asistan, KKTC Dışişleri Bakanlığı’nda raportörlük ve idâri işler, Ankara’da TBMM’de danışmanlık ve raportörlük, Akdeniz Karpaz Üniversitesi’nde öğretim görevlisi, Öğrenci İşleri Dekanı, Siyasî Tarih, Türk Tarihi ve Hukuk’a Giriş Dersleri hocalığı. Vurun ‘Kahpe’ Kıbrıs’a isimli kitabı 2008 yılında yayınlandı. 2023 ve Töre dergilerinde, sosyal medyada çok sayıda makalesi yayınlandı. Türkiye’de, pek çok üniversitede, sivil toplum kuruluşlarında, Azerbaycan’da 50’ye yakın konferans verdi. 20 adet takdirnâme ve başarı bilgesi ile taltif edildi. İyi derecede İngilizce bilmektedir