İnsan bazı zorlukları yaşadıkça, bazı saçmalıkları gördükçe anlıyor. Son zamanlarda bazı iş adamlarının intiharları, medyada yer almaya başladı. Bu insanların kimilerini bizzat, kimilerini de gıyaben tanıyorum. İntiharın, inancıma göre hiçbir haklı sebebi yok; ancak intiharı bir kurtuluş yolu olarak seçenleri de anlamaya çalışıyorum.
“Bu ülkede insan olmak, zor.” cümlesini hep söylerim. Hele istihdam oluşturmak arzusuyla yasalara uygun bir iş kurmak daha da zor. Destek olması gereken yasalar, girişimciyi kösteklemek düşüncesiyle yazılmış. İşin içinden çıkamayan müteşebbis bazen, bu nedenle intiharı bir yol olarak seçebiliyor.
Biri vergi denetmeni, diğeri mali müşavir iki arkadaşla sohbet ediyoruz. Sorum şu: “Bir iş adamının hiç vergi kaçırmadan ayakta durması mümkün mü?” Denetmen arkadaşıma göre bu mümkün. Müşavir arkadaşıma göre bu mümkün değil. Müşavir arkadaşım izah etmeye başlayınca, denetmen susmak zorunda kaldı. Benim gözlemim de o ki, yasalara uygun biçimde iş kurmak ve kurduğun işi yaşatmak mümkün değil. Yasalar tam bir Deli Dumrul. Bunu gören, yaşayan insanlar; ya girişimcilikten vazgeçiyor ya işi yarı yolda bırakıyor ya da istenmeyen sonuca başvuruyor.
Eğitim sektöründe iş yapan bir arkadaşla konuşuyorum. Önce şirket kurmuş, şirketi kurmak için notere, Ticaret Odası’na vb yerlere epey para harcamış. Bina kirası, stopaj, yayınlar, reklam vb nedenlerle bir hayli borçlanmış. Hiç beklemediği anda bir de belediye memurları gelmiş, binanın dışına takılan tabelayı santimine kadar ölçüp yüksek bir ücret çıkarınca arkadaşımız, artık çıldırmış. Her gittiği yerde yaşadıklarını anlatıp tabela vergisinin mantığını anlamaya çalışıyormuş ve “Belediyeler bize destek mi köstek mi?” diye soruyormuş.
Tabela, bir iş yerinin adıdır. Kişinin isminden vergi alınmadığı gibi, bir tüzel kişilik olan işyerlerinden de tabela vergisi alınmasının bir mantığı yoktur. İşin reklam boyutu düşünülebilir; ancak reklam da kişinin kendisini tanıtması için gerekli değil midir? İsmi görünmeyen bir iş yerine kaç kişi gider, orayı kaç kişi bulabilir? Tabela, sadece hizmet üretenler için değil, bilhassa hizmet alanlar için gereklidir. Yüksek vergi almakla, belediyeler bir bakıma hizmet alanları cezalandırmış oluyor. Alıcı ile satıcının buluşamadığı yerde de pazar olmaz, pazar yoksa ticaret olmaz. Kazanan yok, kaybeden çok.
Garip milletiz, bir acayip ülkeyiz. Yabancıya gösterdiğimiz müsamahayı kendi insanıma göstermiyoruz. Fesatlık, kıskançlık; iliklerimize kadar sinmiş. “Çok laf yalansız, çok para haramsız olmaz.” diye bir laf uydurmuşuz; iş üreterek para kazananlara haram yiyici gözüyle bakıyoruz. Kişiler, kurumlar, kuruluşlar birbirine güvenmediği gibi, birbirinin sırtından geçinmeye çalışıyor. Devlet ve diğer kamu kuruluşları, müteşebbisin önünü açması, onları desteklemesi gerekirken yolunacak kaz gibi saldırıyor, sinekten yağ çıkarmaya çalışıyor. Doğmadan öldürülen çocuk, kimi sevindirecektir? Buna sevinen sadist ruhlar da mutlaka vardır.
Girişimciliği baltaladığına inandığım bazı kuruluşların, sosyal belediyecilik adına yaptığı yardımlarla tembelliği teşvik ettiğini de düşünmüyor değilim. Zamansız, yersiz, popülizm adına yardımların yapıldığı, maalesef, kamuoyunu meşgul etmekte. Belediyeler garsondur, gardiyan değildir; hizmet üretmelidir, hizmete engel olmamalıdır. Kendisi istihdam yaratmak zorunda değildir; ama istihdam yaratanların önünü açmalıdır. İstihdam yaratan bir devlet veya belediye Demirperde ülkelerin kokuşmuş sistemlerinin demode anlayışıdır. Nerede hür düşünce, nerede hür teşebbüs? “İstediğin teşebbüsü yapabilirsin; ama çıkardığım yasalarla ve denetim memurlarımla seni boğarım.” uygulaması, tam bir samimiyetsizlik!..
Kazanç, ticaretin dinamosudur. Kazanmayan ticaret, yapılmaz. Kazanç da emek sahibinin hakkıdır. Emek sahibinin kazancına el koymak, zulümdür, kul hakkıdır.
Ben görüp yaşadıklarımdan sonra düşündüklerimi yazdım. Gerisini sorumlular veya sorumsuzlar düşünsün.