Bugünlerde birçok olay yine üzerimize çığ gibi düşüyor. Birinin etkisini ve yarattığı zararı telafi etmeden, daha doğrusu başımızı kaldıramadan üzerimize düşen bu çığların altında kalmış bulunuyoruz.
Bunların hiçbirinin tesadüf olmasına imkan ve ihtimal yok…
Toplumumuz iki kesimden oluşuyor. Büyük bir kesimin aklı ve düşüncesi dumura uğratılmış olduğundan, onlar hiçbir şeyin farkında değil. Küçük bir kesim ise kademeli olarak akıl ve düşünce sağlığını koruduğu için, okuyor, görüyor, itiraz ediyor ve başına gelecekler konusunda tedbir alıyor.
İşte bu ufak ikinci kesim için büyük bir bombardıman var. Bu kesimin varlığı bile memleketimiz üzerinde hesapları olanları ürkütüyor.
Öyle ise denenecek yollardan biri de; bu uyanık kesimi meşgul edecek bir gündem yaratmak, bu insanları kavram kargaşaları içine düşürmek ve şüphe uyandırmak oluyor.
Atatürk’ün ve Turgut Özal’ın ölümlerinin şüpheli olduğuna dair üst üste yapılan açıklamaları görüyorsunuz. Kılıçdaroğlu ve R.T.E’nin el sıkışmasının ardında gelen kürtçenin seçmeli ders oluşunu izlediniz. Başta emekli Genelkurmay Başkanımız İlker Başbuğ olmak üzere yüzlerce subay ve kamu görevlisini içeri tıktıktan sonra, Emre Uslu’nun PKK terörüne karşı mücadele eden asker ve polislerin savaş suçlusu olarak yargılanacaklarına dair iddiasına karşı büyük bir sessizlik var. En son haber de Leyla Zana’nın Türkiye’de yaşanan sözde kürt meselesini R.T. Erdoğan’ın çözeceğine dair düşüncesini açığa vuruşu. Bütün bunlara karşı TBMM’de görüşülen yasa tasarısı ile bor, uranyum, toryum gibi ekonomik ve stratejik değerleri yüksek madenlerin üçüncü kişilere ve yabancılara satılması ile işlenmesinin devri gibi hususlar bizim olduğu kadar dünyada muz cumhuriyetleri dışında her memleket için kırk yılda bir başlarına gelebilecek olaylar. Biz böyle hadiseleri ne gariptir ki; birkaç gün içinde yaşıyoruz.
Size göre de bir tuhaflık yok mu?
Ekonomik bakımdan daha düne kadar çok güçlü gösterilen Avrupa Birliği’nin; İrlanda, Portekiz, Yunanistan gibi ülkelerinin çöküşüne İspanya’da eklendi ve İtalya’nın da sırada olduğu söyleniyor.
Peki toplam borcunun 800 milyar doları, cari açığının da 100 milyar doları aştığı bilinen Türkiye nasıl olur da bir krize girmeyip ekonomik istikrarını sürdürüyor?
Malumu birkez daha ilan edelim: Sessiz işgal tamamlanıp, aklını ve düşüncesini muhafaza eden kitle pes ettirilince, küresel güçler ve onların hamisi olan ABD yardımı ile ayakta tutulan Türkiye’nin ve Türk Milletinin önüne acı fatura getirilecektir. Bu fatura, bölünme ve yokoluştan ibaret olacaktır. Kimse bana “bin yıldır bu topraklarda devletiz” diye anlatmasın. Ben eşeğimi sağlam kazığa bağlayayım da, gerisini sonra konuşuruz.
Olaylara bakınca sadece Türkiye’nin değiştiğini ve dönüştüğünü kabul etmek, yanlış olur. Türkiye’yi değiştirdiğini ve dönüştürdüğünü zannedenler, tam bir teslimiyetçilikle, kendi iktidarlarını korumak ve Türk devleti ile olan binlerce yıllık hesaplarını görmek için bizi satmaktadırlar. Bu satış dönüşümle izah edilemez.
Onun için rahmetli Nihal Atsız “Fazilet temelleri üzerine kurulan devletimizin birkaç kara gün geçirmesi onu asla sarsıp deviremez. En güzel şiirlerdeki birkaç vezin veya kafiye aksaması nasıl o şiirin güzelliğine engel değilse, bir iki çelme de bu devleti mazideki ve ilerdeki ululuğundan alıkoyamaz. Bu devlet ve vatan büyüyecektir. Çünkü uğrunda ölmeye hazır olanlar var.” diyerek içimizi ferahlatmaktadır.
Geviş getiren hayvan misali yaşayanlar tarih boyunca bizi bugüne kadar yönetenlerin üretimidir. Ancak henüz akıl ve düşünce sağlığını koruyanları başta medya olmak üzere her türlü psikolojik operasyondan, kargaşadan ve etraflarına şüphe ile bakmaktan koruyabilmeliyiz.
Sıkıldığınızı biliyorum ama pes etmek yok. Ülke bizim, devlet bizim, Türk Milleti bizim… Çocuklarımıza sorunları minimize edilmiş bir gelecek bırakmak istiyorsak, vazgeçme hakkımız yok. Zaten onlar da bunu istiyor… Size tavsiyem; gerçeklerin ayrıntıda saklı olduğunu unutmayın.