Yıllarca “özel danışmanlığını” yaptığı “proje”yi anlattı.
ÖZAL KÜRDİSTAN’I KURACAKTI
(Özal’ın) kafasında 5-6 ya da 8-10 eyalete dayalı bir idarî sisteme geçecek bir Türkiye vardı. (…) Diyarbakır bir eyaletin merkezi olacaktı kesinlikle. Ama o eyalet, nüfusu Kürt çoğunluklu olmayan bazı illeri de içerecekti. Örneğin, Maraş, Kayseri gibi. Sırf Kürdistan gibi gözükmesin diye…Ama adı Kürdistan konmadan, Kürdistan coğrafyasının önemli bir bölümü, bir ya da iki vilayette biraraya gelebilecekti sonuç olarak. Yani bir şekilde Kürdistan olmuş olacaktı. (Cengiz Çandar -Mine Şenocaklı röportajı, Vatan-‘dan Yeniçağ, 9 Ocak 2013 s.5)
X
Bu alıntıyı okuyunca, Bediüzzaman’ın Prens Sabahaddin’e hitabını hatırladım:
“Teşebbüs-ü şahsî (özel girişim) ve adem-i merkeziyet (muhtariyet, özerklik, yerinden yönetim)” fikrini ortaya atmak suretiyle fikrî ve siyasî bir dalgalanma meydana getiren Sultan Abdülhamid’in yeğeni Prens Mehmed Sabahaddin Bey, İttihad Terakkî mensupları tarafından çok ağır hücumlara uğradı. Bediüzzaman “Nutuk” isimli eserinin 17. Sahifesinde ona hitaben neşrettiği açık mektupta, hem İmparatorluğun meselelerine ve dertlerine temas etmiş, hem de her şeyin güzel taraflarını görmesini ve teşhis kadar hâl şekillerini de gösterebilme kabiliyetini, ilim, fen ve terakki ( yani ilerleme)ye tarafdarlığını, kavmiyetçiliğe (ırkçılığa) cephe alışını ve hepsinin üzerinde İmparatorluğu (bugün Türkiye Cumhuriyeti’ni) parçalanmaktan kurtarmak, memleket bütünlüğünü korumak endişesiyle hareket ettiğini isbat etmiştir.
“Prens M. Sabahaddin Bey’in Güzel Fikrine Cevap” başlığını taşıyan açık mektubun, Cemal Kutay tarafından sadeleştirilerek Tarih Sohbetleri’nde neşredilen bazı kısımlarını naklediyoruz:
Bu topraklar üzerinde bütün yaşayanları, aynı kültür ve düşünce seviyesine eriştirmeden adem-i merkeziyet (merkeze bağlı olmamak) fikri veya kardeşioğlu olan her unsura (her etnik gruba) mahsus kulübler (dernek ve partiler) kurdurursak, zaten merkezden nefret eden diğer unsurlar (etnik gruplar) ve milliyetler büsbütün alevlenecek, ayrılık fikirlerini tatbike dökme imkânı bulacaklardır. O zamanlar dehşetle göreceğiz ki, sizin adem-i merkeziyet (merkezden bağını kesmek) ve tevsi-i mezuniyet (geniş yetkiler vermek) fikriniz kendi kabına sığmayacak, dört yanı tazyik edecek (zorlayacak) ve Osmanlılığın ümid bağladığı meşrutiyet (bugün demokrasi) perdesi üzerine öylesine baskı yapacaktır ki, bu perde tazyike (baskıya) dayanmayacak, yırtılacaktır. Hattâ feveran ile patlayacaktır. Muhtelif ırk, din ve milliyetler önce muhtariyet (özerklik), daha sonra istiklâl (bağımsızlık) isteyeceklerdir.
Tarihte tavaif-i mülûk (beylikler veya şehir devletçikleri) denen ve büyük bir devletin varlığından çıkmış o sayısız küçük devletçiklerin etrafımızı kuşattığını görürüz. Bu rekabet hissinin dizginlenmemesinden doğan netice, öylesine vahşet yolunu açar ki, müsavi (eşit) olmayan kuvvetlerin yıkıntıları arasında içeride birbirimizi yerken, dış istilâlarla (işgallerle) memleket mâazallah çöker gider. O zaman hasretini çektiğimiz hürriyetin kazançlarıyla, kaybımızı teraziye koyarsak hangisi ağır basar? Biz istibdadın zehirlerini hürriyet panzehiri ile tedaviyi düşündük. Bu akıl yolunda muvaffakıyetimiz, bünyemizi hazırlamamızla mümkündür.
Eğer hürriyetlerimiz millî camiayı (birlik ve beraberliğimizi) zedeleyecek, ayrılık fesadını yeşertecekse; adem-i merkeziyetle (özerklik ve eyaletleştirmekle) bu ihanet yolunda,
3590
bilmeden kapı açmaz mıyız?
Bugün mahiyeti bilinmeyen siyasî kulüpler (dernek veya partiler) bile, ayrılığı destekleyen
menfezler (gedikler) oluyor. Aman dikkat!…
Milletin hürriyetini ve birliğini korumak, akıl ve irfan yolunu zedeleyecek hareketlerden uzak kalmak, halâsın (kurtuluşun) tek çaresi iken, nereden gelirse gelsin ve mahiyeti ne olursa olsun, bu gibi aksi netice verecek teşebbüs (ve girişim)lere mani (ve engel) olmak şarttır. Asya’nın yarınki seması altında, cennet yapabileceğimiz varlığımızı cehenneme çevirecek bir tehlike yolu üzerinde olmayı, sizin hamiyet ve vatanseverliğinize yakıştıramıyorum. Bu fikriniz aslında çok güzeldir ve aklın tasdikindedir. Fakat neylersiniz ki, bizim bugünkü aklî ve fikrî kudretimizle onu tatbik edemeyiz. Daha çok zaman ve himmet lâzım bize. (Tarih Sohbetleri, C. 4, s. 212’den: Bilinmeyen Taraflariyle Bediüzzaman SAİD NURSÎ, Necmeddin Şahiner, Şubat 1979 – İSTANBUL, s. 114-115)