“Etnik Milliyetçilik” Nerede?

100

Türk kimliği her şeyden evvel kültürel bir kimliktir. Türk Milletine mensup herkesi kapsar. Türk kimliği, Türk Milletine mensup olanların kimliğidir. Bunların bir kısmı vatandaşlık bağı ile Türkiye’ye bağlıdır. Diğerleri vatandaşımız değildir; ama kültürel kimlikleri Türk’tür.

Öncelikle Türk kimliği, etnik özelliği ne olursa olsun, Müslüman ve gayrimüslim vatandaşlarımızı kapsayan bir kimliktir. Etnik veya bölgesel sıfatlara ve özelliklere sahip insanlarımız, Türk Milletine mensubiyet şuurunu hissettikleri ve bunu eylem olarak ortaya koydukları sürece; kendileri Türk olarak kabul edilir. Milli kimliğini Türk olarak hisseden bir kimseyi dışlama hakkımız da yoktur. Türk, bir etnik grubun adı değildir.

Türk tarihi, kimliğe kültürel bakışın tarihidir. Biz insanları biyolojik ve genetik özelliklerine göre ayırma ihtiyacı duymadık. Yaşadığımız coğrafyalarda farklılıkları koruduk, kolladık; yaşadık ve yaşattık. Hâkim kültür bize göre budur. Osmanlı döneminde de ayırımı Müslim, gayrimüslim olarak yaptık. Bu bakımdan, günümüzdeki etnik çatıştırmalar bize yabancı, zorla ithal edilmek istenen, küreselleşmeye ve post-modern yaklaşımlara uygun araçlardır. İdeolojik çatıştırma döneminin zayıflaması ile etnik ve mezhep çatıştırmaları yoluyla milli devletleri içeriden çökertmek artık gündemdedir.

Hiçbir dönem etnik milliyetçiliğe, daha doğrusu etnik ırkçılığa dayalı bir politika uygulamadığımız için; dini azınlıklar bizde imtiyazlı vatandaş oldu. Azınlıklara da etnik sıfatı takmadık; dini azınlık dedik. Lozan Antlaşması’nda da bu böyle geçti. Bugün de dini azınlıklara etnik azınlık demiyoruz. Çünkü; onların yaşama tarzı Türk kültürüne göre biçimlendi. Çoğu kere Türk Yahudisi, Türk Rumu ve Türk Ermenisi diye dışarıda dışlandılar ve farklı muamele gördüler. Türk kültürünü o ölçüde paylaştılar ki; mimariden musikiye kadar birçok sanat dalında Türk’e özgü eserler verdiler. Aralarından dün Osmanlıya, bugün de Cumhuriyete ihanet edenler çıkmamıştır denemez. Ama tarihi süreç içinde ihanet örnekleri sadece dini azınlıklardan da gelmemiştir. Basit ve kolay genellemelerden kaçınmalıyız.

Son dönemde kavramlar yeterince bilinmediği ve maksatlı saptırıldığı için kafalar çok karıştı. Meselâ; bazıları kültüre dayalı kimlik ile vatandaşlığa dayalı kimliği ayırma ihtiyacı duydular. Bu, yapay ve bize yabancı bir ayırımdır. Kültüre dayalı kimlik, faklılıkları ve gayrimüslimleri dışlayan bir çerçeve değildir. Şu halde; kültüre dayalı olanı bir tarafa atarak sadece vatandaşlığa dayalı kimliğe sarılarak durumu kurtarmaya çalışmak yanlıştır. Konulara dar ve mesleki sınırları aşmadan baktığımız için; 1924 ve 1982 Anayasalarında Türk’ü sadece vatandaşlığa dayalı olarak tarif etme eksikliğine düştük. Türkiye’nin geleneğinde böyle bir ayırım söz konusu değildir. Ben Türklüğümü sadece hukuki bir bağ olan vatandaşlığa borçlu değilim. Benim gibi milyonlarla ifade edilecek büyük çoğunluk için de bu böyledir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. Yüzyılın sonlarındaki çoğu Zaza ayaklanması olan ama Kürt ayaklanmaları olarak ifade edilen isyanların temelinde de etniklikten çok; dış tahrik ve etkilerle dini bir takım endişeler yer almıştır. Cumhuriyet döneminde de bazılarının ağızlarına sakız yaptığı “etnik milliyetçilik” uygulanmamıştır. Ancak, milli kimlikle rekabet de kabul edilmemiştir. Hem etnik milliyetçiliğe karşıyız diyeceksiniz; hem de konuları etnik çerçeveyle değerlendireceksiniz; bu Sayın Başbakanın çelişkisidir. Milli Mücadeleyi yapan, izinle değil; kanla, canla, bedel ödeyerek bağımsızlığı kazanan ve onu Cumhuriyetle taçlandıran milli irade; iki veya üç devlet kurmak için Milli Mücadeleye kalkışmamış; kimseden izin ve onay da almamıştır. Herkesin bölgesel değerlerini yaşayacağı, yaşatılacağı ve kendi kendini idare edeceği demek; özerklik tanımak değildir. Bunun anlamı; muhtarı, belediye başkanını ve diğer mahalli yöneticileri Ankara seçmeyecek demektir. Bu zaten Ankara’nın görevi de değildir.

Osmanlı’nın son dönemlerinde bir çimento zannedilen Osmanlılık bilinciyle toprak kaybetmemeye ve bütünlüğü sağlamaya çalıştık. Bu yürümeyince; din kardeşliğine, İslâmcılığa sarıldık. Emperyalizm, Çanakkale’ye “Osmanlı kâfir oluyor” diye bizimle savaşmak üzere Müslüman askerler getirdi ve bizi birçok cephede arkadan vurdurdu. En sonunda Türkçülük hareketi doğdu ve Milli Mücadeleyi tetikledi. Türkçülük hareketi de bir etnik üstünlük arama ve “etnik milliyetçilik” değil; İmparatorluk bünyesinde zamanla dışlanan ve kaybedilen asla dönüştü. Bir özgüven kazanma ve mensubiyet şuuru olarak bu gelişti. İstisnalar kaideyi bozmaz. Türkçülük diğer iki akımı tetiklemedi. Tam tersine, Osmanlıcılık ve İslâmcılık yürütülemediği için ortaya çıktı.

Önceki İçerik“Kürt Açılımı” Tartışmaları Faydalı mı?
Sonraki İçerikFederasyon mu Dediniz?
Avatar photo
1944 İstanbul doğumludur. Orta Öğrenimini Maarif Kolejinde, yüksek öğrenimini İktisadî ve İdari Bilimler Yüksek Okul'unda tamamlamıştır. 1967'de İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ne asistan olarak girmiştir. Ord. Prof. Dr. Z.F. Fındıkoğlu'na asistanlık yapmıştır. 1972'de "Bölgelerarası Dengesizlik" teziyle doktor, 1977'de "Orta Teknik Eğitim-Sanayi İlişkileri" teziyle doçent, 1988'de de profesör olmuştur. 1976 Haziranında yurt dışına araştırma ve inceleme için giden Erkal 6 ay Londra ve Oxford'ta inceleme ve araştırmalar yapmış, Doçentlik hazırlıklarını ikmal etmiştir. 1977 yılında hazırladığı "Orta Teknik Eğitim-Sanayi İlişkileri" isimli Eğitim Sosyolojisi ve Eğitim Ekonomisi ağırlıklı tezle Doçent olmuştur. 1988'de Paris'de, 1989'da Yugoslavya Bled'de yapılan milletlerarası UNESCO toplantılarında ülkemizi birer tebliğle temsil etmiştir. 1992 Yılında Hollanda'da yapılan Avrupa Konseyi'nin "Avrupa'da Etnik ve Cemaat İlişkileri" konulu toplantısına tebliğle katılmıştır. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi dışında dönem dönem Harp Akademilerinde, Gazi Üniversitesi'nde, Karadeniz Teknik (İktisadi ve İdari Bilimler Yüksek Okulu) ve Marmara Üniversitelerinde de derslere girmiştir ve konferansçı olarak bulunmuştur. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İktisat Bölümü ve İktisat Sosyolojisi Anabilim Dalı Başkanı, Metodoloji ve Sosyoloji Araştırmaları Merkezi Müdürü, İstanbul Üniversitesi Senato Üyesi, Aydınlar Ocağı Genel Başkanı ve İstanbul Türk Ocağı üyesi olan Prof. Dr. Erkal'ın yayımlanmış ve bir çok baskı yapmış 15 kitabı ve 700 civarında makalesi vardır. Halen Yeniçağ Gazetesi'nde Pazar günleri makaleleri yayımlanmaktadır. Prof. Dr. Erkal evli ve üç çocukludur. Dikkat Çeken Bazı Kitapları : Sosyoloji (Toplumbilimi) (İlaveli 14. Baskı), İst. 2009 Orta Teknik Eğitim-Sanayi İlişkileri, İst. 1978 Bölgelerarası Dengesizlik ve Doğu Kalkınması,(2. Baskı), İst. 1978 Sosyal Meselelerimiz ve Sosyal Değişme, Ankara 1984 Bölge Açısından Az Gelişmişlik, İst. 1990 Etnik Tuzak, (5. Baskı), İst. 1997 Sosyolojik Açıdan Spor, (3. Baskı), İst. 1998 İktisadi Kalkınmanın Kültür Temelleri, (5. Baskı), İst. 2000 Türk Kültüründe Hoşgörü, İst. 2000 Merkez Binanın Penceresinden, İst. 2003 Küreselleşme, Etniklik, Çokkültürlülük, İst. 2005 Türkiye'de Yolsuzluğun Sosyo-Ekonomik Nedenleri, Etkileri ve Çözüm Önerileri (Ortak Eser), İst. 2001 Ansiklopedik Sosyoloji Sözlüğü (Ortak Eser), İst. 1997 Economy and Society, An Introduction, İst. 1997 Yol Ayrımındaki Ülke, İst. 2007 Yükseköğretim Kurumlarının Bölgelerarası Gelişme Farklılıkları Açısından Önemi ve İşlevleri, İTO, İst. 1998 (Ortak Araştırma)