Ermeni Açılımı: Bir İnceleme ve İrdeleme (3)

69

“Ermeni açılımı” yazı dizimizin üçüncüsüyle devam ediyoruz.

Ermeni açılımında kim ne kazandı, ne kaybetti?

Şunu kabul etmek gerekir ki, ilkyazımızda tam metnini yayınladığımız bu mutabakat metni ki 10 Ekim günü İsviçre’de imzalanan protokol, incelendiğinde, insan ister istemez şu kanıyı yüksek sesle ifade etme gereğini duyuyor; “bu kadar diplomatik ustalıkla kaleme alınan metinlerle kim ne kazanabilir ki?”

Öyle ya, gerçekten kim ne kazandı ya da kazanacak veya ne kaybetti ne kaybedecek, sorusuna yanıt aramak için olayı farklı boyutlarda irdelemek gerekir, bunu yapmaya çalışalım.

Önce şu soruyu öne alalım; eğer her iki ülkede altı hafta sonra kamuoyundan öngörülen gerekli siyasi uzlaşma çıkmazsa, iki ülkenin meclislerinde onaylanmazsa ne olacak?

Bize göre hiç bir şey olmayacak. “Eski tas eski hamam” örneği devam edecek. Ya da siyasi uzlaşma ve ardından da parlamentolardan onay çıkarsa, o zaman ilişkilerde neler yaşanacak? O da meçhul…

Resmen açıklanan protokol metinlerinde, aslında ne Türkiye, ne de Ermenistan birbirlerine açık bir taahhütte bulunuyor. Bunu anlamak için mutlaka diplomat olmak gerekmiyor. Ancak, dışişlerinde ömür tüketmiş deneyimli diplomatlar, konuya daha farklı yaklaşıyorlar. Satır aralarına yerleştirilmiş diplomatik şifrelerin olduğu ve taraflara yükümlülükler getirdiği, bunu da hassas ifadelerle formülüze edildiğini söylemektedirler.

Metni hazırlayan diplomatların son derece deneyimli oldukları kesin. Bu protokol metinlerine göre, yapılması gereken işlerin kısa ve orta vadeye yayıldığı anlaşılmaktadır.

Protokollerde Türkiye-Ermenistan arasındaki esas sorun zikredilmiyor. “Gölge sorun” niteliğinde bir yansıma var. “Gölgesiyle kavga eden” insanlar gibi protokolde de “gölgesiyle barışanlar” izlenimi ediniliyor. Özetle, sorunun adı konulmadan “gölge sorunu” çözmek için varılan bir mutabakat metni olarak da ifade edilebilir.

Bu mutabakat metnine nasıl ulaşıldı?

Normalde gizli yürütülen görüşmelerin sonucu nasıl oldu da kamuoyuna duyuruldu? Ağababayı memnun etmek ve direktiflerini yerine getirmede öncü olmak için Türkiye-Ermenistan yetkilileri adeta yarıştılar. Türkiye ve Ermenistan arasında “İlişkilerin geliştirilmesi ve diplomatik ilişkilerin kurulması” konusunda vardıkları dört sayfadan oluşan mutabakat metinlerinin, Ermenistan tarafından basına sızdırılması üzerine, Türk Dışişleri Bakanlığı protokol metinlerini kamuoyuna açıklamak mecburiyetinde kaldı. Konu böylece deşifre edilmiş oldu. O günden beri tartışılan protokoller, 10 Ekim 2009 tarihinde yani dün, iki ülkenin dış işleri bakanları tarafından, ağababaların gözetiminde, resmen imzalandı.

Beklentinin anatomisi…

Protokollerin ortaya koyduğu ana fakir şu beklentileri ortaya koyuyor;

1- Ermenilerin isteği doğrultusunda sınır açılacak (mümkündür…???),

2- Sözde Ermeni soykırımı iddialarını araştırmak için tarihçilerden yoksun siyasi bir ortak komisyon kurulacak (ipe un serme komisyonu olacak!!!),

3- Azeri topraklarını işgal eden Ermenistan, uzlaşmaya yanaşacak (nasıl ve ne kadar zaman sonra???),

4- Ermenistan Türkiye’nin milli sınırlarını tanıyacak (hayal ürünü;???!!!),

5- Bağımsızlık bildirisindeki toprak taleplerini değiştirecek (hayal ürünü;???!!!),

6- Bütün ilişkiler her iki ülkenin Dışişleri Bakanları tarafından yürütülüp denetleyecek (sorun olmaz…),

7- Diplomatik temsilcilik veya konsolosluk açılacak (olabilir…).

Peki, ala, ya her şey yolunda gitmezse, tüm bunlar gerçekleşmezse ne olacak?

O zaman “yandı keten helvam, getirin gazoooozzzz…” şarkısını çığırtacaklar ve “açılım aktörleri” kendilerine uygun konum arayacaklardır.

meni çeteleri tarafından katledilen yüz binlerce vatan evladının devam eden soylarının temsilcileri şimdi şu soruyu soruyorlar; hem Türkiye hem de Ermenistan’ın hassas olduğu “sözde soykırım”, “sınırların tanınması”, “Kars Anlaşması”, “Karabağ işgali” gibi temel sorunlar ifade edilmeden, protokolün anlamı var mı?

Bu neyin açılımıdır?

Ermenileri fukaralıktan kurtarma operasyonu mu?

Vatandaş bir şeyi daha merak ediyor; Türkiye ve Ermenistan arasında, gizli üst düzey telefon trafiği” yaşandı mı yaşanmadı mı?

Örneğin Abdullah Gül, bir kaç kez Sarkisyan ile görüştü mü görüşmedi mi?

Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozi bile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü bu cesaretinden dolayı “tebrik” ettiğine göre!?

Bu sorulara ve sorunlardan hiç birine dokunmadan genel bir şemsiye altında oluşturulan “nostaljik” yaklaşım herkesin dikkatini çekmektedir.

Haydi, İyimser Olalım!

“Protokolün yürürlüğe girmesinden 2 ay içinde ortak sınırın açılması” ifadesi şunu işaret ediyor; Türkiye – Ermenistan sınırı en geç yılbaşına dek açılmış olacaktır. Ticaret başlayacak, geliş-gidişler olacakmış, Ermeniler hayallerinde yaşatıp da dönmeyi düşledikleri “Batı Ermenistan” topraklarına akın akın gelip gezeceklerdir. Belki de farklı isimlerle, örneğin 1915 kriptoları adına, mülk de satın alabileceklerdir.

“İki halk arasında güven tesisi, mevcut sorunların tanımlanması ve tavsiyelerde bulunulması için tarihsel kaynak ve arşivlerin tarafsız bilimsel incelemesini içerecek diyalogun uygulamaya konulması” ifadesi ile ortak tarih komisyonun (yoruma bağlı, kimine göre de siyasi komisyon) “devletlerarası değil, hükümetler arası” kuruluyor olması yanlış temelli atılıyor demektir. Bu komisyonun en büyük eksikliği tarihçilerden değil politikacılardan oluşmasıdır.

“Mevcut ulaştırma, iletişim, enerji altyapısından en iyi şekilde istifade edilmesi, tedbirler alınması” ile nüfus hareketlerine imkân sağlayacaktır.

Acaba bir zamanlar nüfusun %95 Türk olan Erivan’da (İrevan), bugün tek Türk’ün dahi yaşayamadığına göre orada bir Türk kolonisi oluşturabilecek miyiz? Karşılıklı kara ve hava yollarının seferlere başlaması bu göç olayını güçlendirecekmiş!.

“İlgili kurumlar arası ilişkilerin desteklenmesi, uzman ve öğrenci değişimini teşvik etmek yoluyla bilim ve eğitim alanlarında işbirliği ve taraflara ait kültürel mirasın korunması, ortak kültürel projelerin başlatılması” ifadesi ile üniversiteler ve devlet kurumları arasında uzman ve öğrenci değişimine başlanacak, ortak bilim ve kültür komiteleri oluşturulabilecekmiş…

Burada hemen şunu hatırlatalım; Van İsyanı sırasında birçok masum insana mezar olan Van Gölü ve Akdamar Adası üzerindeki Kilise AKP hükümeti tarafından acele olarak onarıldı. Anadolu’daki diğer Ermeni tarihi eserleri de korunacakmış (sanki hiç korunmuyormuş). Karşılığında da Ermenistan’daki Türk tarihi eserleri (sanki Türk eseri kalmış da) özenle korunacakmış!

Türkiye ve Ermenistan arasında diplomatik temsilcilikler açılacak ve karşılıklı vize verilecekmiş.

Serbest ticaret anlaşmaları yapılacakmış.

Hükümetler arası Komisyon ve alt komisyonlar oluşturulacakmış.

Türkiye neler kazanır?

Eğer bu protokoller hayata geçerse ve Ermenistan taahhütlerine sadık ve bağlı kalırsa, bu ülke rijitlikten belli bir noktaya çekildi gibi algılanabilir, milli sınırlarına saygı gösterme taahhüdünde bulunacağı gibi görünüyor.

Uluslar arası antlaşmalardan eğer kast edilen Birleşmiş Milletler Şartı, Helsinki Nihai Senedi, Yeni Avrupa İçin Paris Şartı ise bunların yükümlülüklerine uyacağını belirtilmekte…

Mevcut sınırın uluslararası hukukun ilgili antlaşmalarında tarif edildiği şekliyle kabul ettiği varsayımı var…

Erivan, 1920 Kars Anlaşmasını da tanıyacağını kabul ediyor mu, belli değil…

Ermenistan PKK’yı terörist olarak kabul edecekmiş!?

Ortak bir tarih komisyonu kurulmasını kabul ediyor gibi görüyor, fakat aslında bu tarih komisyonu değil, siyasi bir komisyon… Tarih, tarihçilere bırakılıyormuş gibi gösterilmiş fakat işin aslı öyle değil, bırakılmıyor…

Ermenistan da arşivlerini tarafsız bilimsel incelemelere açacağı taahhüdünde bulunuyor. Bu husus çok anlamlı değil zaten. Göçün vuku bulduğu, olayların olduğu topraklar Anadolu, Osmanlı Devletinin toprakları…

Ermenistan kendi arşivlerinde ne kadar Türk-Kürt Müslüman katlettiklerini mi yazılı olarak korudular?

Yaşadıkları devlete nasıl isyan ve ihanet ettiklerini mi yazdılar?

Dolayısıyla, Ermenistan arşivlerini açmış açmamış, çok anlamlı değil…

Erivan, soykırım iddialarını bırakacakmış.

Buna akıllılar değil, “divaneler” bile gülmez!

Ermenistan ne kazanır?

Ermenistan için hayat damarı demek olan Türk kara sınırı açılacak.

Karşılıklı işbirliği ile uluslararası veto karşılıklı olarak kaldırılacak.

Türkiye, Kars-Tiflis-Bakû demiryolu projesine Ermenistan’ı da alacak.

Türkiye, Ermenistan’ın doğalgaz, petrol ve su gibi dev projelere katılmasını engellemeyecekmiş. Ermenistan’a enerji aktaracak.

Tüm bunlara rağmen Ermenistan, gelinen sonuçtan memnun değildir. Onlara göre tüm bu olanların arkasında Türkiye’nin samimi olmadığı yönünde kanaat vardır. Ermenistan tarafı, Türkiye tarafından “oyunda tutulmak” ithamıyla itham edilerek hedeflerinden sapıldığını iddia etmektedirler.

İşte Ermenistan Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamanın dayandığı tema şöyle; Türkiye ile başlatılan yeni ilişkiler sürecinin amacı, sınırın en geç aralık ayında açılmasıdır. Ancak, bunun pek kolay olmayacağını da dile getirmektedir. Çünkü milliyetçi Taşnak Partisi‘nin konuya bakışı farklı ve Türkiye’ye kuşku ile bakıyor. Örneğin “Armenia Today” ajansına demeç veren Taşnak sözcülerinden Kiro Manoyan şunları söylemiş: “Türkiye şimdiden uzatmaları oynatmaya başladı. 6 haftalık müzakere sürecinin ucunda somut hiçbir söz yok. Türkiye oyunbozan taraf olarak görünmemek için, zaman kazanmak için diplomatik istişare sürecinin başlamasına evet demiştir. Türkler topun ellerinde kalmasını istemiyorlar. 6 hafta sonunda anlaşmaya varılsa bile, protokollerin meclislerin onayına sunulması gerekiyor. Yapılacak oylamanın sonucunun ne olacağını şimdiden tahmin etmek çok zor. Kısaca bizi oyunda tutmaya çalışıyorlar.

Sonuç ve yorum

İmzalanan söz konusu iki protokolde, Kars ve Moskova Antlaşmalarına atıf yapılmaksızın sadece uluslararası anlaşmalara dikkat çekilerek, ülkeler arasındaki sorunların çözüm yolunun “silah değil, diplomatik yollardan, bölgedeki üçüncü ülkelerin içişlerine karışmama, toprak bütünlüğü ve sınırların dokunulmazlığı ilkelerine saygılı olunması” ifadeleri dikkat çekicidir. Bu ifadelerin hedefi Türkiye-Ermenistan ve Azerbaycan-Ermenistan arasındaki sorunlara yönelik olduğu gizlenmiyor. Özellikle Ermenistan tarafından işgal edilen Dağlık Karabağ problemin çözümünde silah yerine diploması öneriliyor ve üçüncü ülke olarak Türkiye’nin evreye girmesini ret ediyor. Peki, R.T.Erdoğan’ın Azerbaycan’a verdiği taahhüt sözü nerede kaldı? Protokoldeki, “Bölgesel ve uluslararası uyuşmazlık ve çatışmaların uluslararası hukuku ve normlar temelinde barışçı şekilde çözümlenmesi” hususundaki taahhütlere dikkat çekildiğinden, Ermenistan’ın Karabağ’dan çekilmesi, işgale son vermesini gündeme getiriyormuş gibi algılanıyor.

İmzalanan diğer protokolde, yani diplomatik ilişkiler protokolünde, “Tarafların toprak bütünlüğü ve sınırların dokunulmazlığı ilkelerine saygılı olacakları ve bu ilkelere saygı gösterilmesini sağlayacakları taahhüdü” ayrıca dikkate değer sayılmalıdır. Bu konudaki kararlılık diplomasi diliyle metinlere çok iyi aktarılmış gibi görünüyor, her türlü şüphe ve müpheme rağmen…

Sonuç olarak, iki ülke arasında imzalanan, bize göre sadece taahhütlerde mutabakat niteliğinde olan, hiçbir uygulama garantisi olmayan protokollerin hayata geçirilmesi çok kolay görünmüyor.

İki tarafı keskin pala gibi duran konularda, Türkiye ne kadar fedakârlık yapmak isterse istesin, karşı tarafın “yeterli” göreceği çok şüpheli. Protokollerin “anlam kazanması” için ancak, Ermenistan’ın milli hedefleri olan 4T’den (tanıma, tazminat, toprak, taahhüt) vazgeçmesi gerekir ki, bunu zaten peşin olarak “ret” ediyor. Aksi, kendini inkâr etmiş demek olacaktır.

O zaman koparılan bu yaygaranın anlamı nedir?

Cevabı vardır tabii ki…

Onu da, bu işe başta soyunan cumhurbaşkanları Gül ve Sarkisyan vermelidir.