Emekli Din Görevlisi Ayhan Derinkuyu ile İslâmî Kavramlar Hakkında Konuştuk.

138

Oğuz Çetinoğlu: ‘Âhiret’ kelimesiyle başlayabilir miyiz Hocam?

Ayhan Derinkuyu: Sözlükte ‘sonra olan ve son gün’ mânâsına gelen âhiret kavramıyla hem bu dünyânın sonu, hem de ölümle başlayan dünyâ hayatından farklı ve ebedî olan hayat kastedilmektedir.

Din literatüründe âhiret, İsrafil’in Allah’ın emriyle kıyametin kopması için Sûr’a ilk defa üflemesinden ikinci defa üflemesine, daha sonra cennetliklerin cennete, cehennemliklerin cehenneme girmelerine kadar olan zaman veya Sûr’a ikinci kez üfürülüşten başlayıp, ebedî olarak devam edecek olan zaman anlamında kullanılmıştır.

Âhirete îmân, İslâm inanç esaslarından biridir. Genellikle Kur’ân’da, Allah’a îmân ve âhiret gününe îmân birlikte zikredilmiştir. Âhireti inkâr eden kimse kâfir olur.

Ahiret ve ona ait olaylar, duyular ötesi konuları olduğu için, gözlem ve deneye dayanan pozitif ilimler ve akıl yürütmeyle açıklanamaz. Bu konuda bilgi edinilecek tek kaynak vahiydir. Bunları, Kur’ân-ı Kerîm ve sahih hadislerde haber verildiği şekliyle kabul etmek en uygun olanıdır. Bunun ötesinde aklî yorumlara gitmek doğru değildir. 

Çetinoğlu: Kurân-ı Kerîm’de yer alan Ahsen-i Takvim kavramı hakkında bilgi verir misiniz?  

Derinkuyu: Ahsen-i Takvim, en güzel biçimde yaratılmış anlamına gelir. İnsan vücuduna ve zihnine baktığımızda Allah’ın her şeyi en mükemmel hâliyle yarattığını görürüz. Bu mükemmellik ‘Ahsen-i Takvim’ şeklinde ifade edilir.

Çetinoğlu: Duâ nedir ve nasıl yapılmalıdır?

Derinkuyu: Sözlük anlamı ile duâ ‘çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etnek’ demektir. Dinî bir terim olarak ise, insanın bütün benliğiyle Allah’a yönelerek maddî ve mânevî isteklerini O’na arz etmesidir. Temeli, insanın Allah’a hâlini arz etmesi ve O’na niyazda bulunması olduğuna göre duâ, Allah ile kul arasında bir irtibattır.

Duâda dâima tâzim (Allah’ı yüceltme) ve bu tâzimle birlikte istekte bulunma mânâsı vardır. Duâ aynı zamanda zikir ve ibâdettir. Böylece duâda biri zikir ve saygı, diğeri de dilek olmak üzere iki unsur hep yan yana bulunur. Bu sebeple Hz. Peygamber ‘Duâ, ibâdetin özüdür’ buyurmuştur. Aynı sebeple en önemli ibâdet olan namaz, duâ (salât) kelimesiyle ifâde edilir. Diğer bir âyette de; ‘De ki; duânız (kulluğunuz) olmasa Rabbim size ne diye değer versin’ buyurulmak suretiyle insanın ancak Allah’a olan bu yönelişiyle değer kazanabileceği belirtilmiştir. Duânın sâdece Allah’a yöneltilmesi; Allah’tan başkasına, putlara veya kendilerine üstün nitelikler atfedilen başka yaratıklara duâ ve ibâdet edilmemesi Kur’an’da ısrarla vurgulanmıştır.

Çetinoğlu: Fidye ne demektir?

Derinkuyu: Sözlükte ‘bir kimseyi bulunduğu sıkıntılı durumdan kurtarmak için ödenen bedel’ şeklinde açıklanır. Fıkıh terimi olarak, esâretten kurtulmak için ödenen bedeli veya bazı ibâdetlerin edâ edilmemesi veya edâsı sırasında birtakım kusurların işlenmesi hâlinde ödenen dinî-malî yükümlülüğü ifâde eder.

Fidye kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de, iki âyette terim mânâsında ve bir âyette de sözlük anlamında geçmektedir.

Esâretten kurtulmak için ödenen fidyeye ‘kurtuluş fidyesi’ denir. Savaş esnasında ele geçirilen esirler, düşmanın Müslüman esirlere yaptığı muameleye, hal ve şartlara göre, fidye karşılığı serbest bırakılabilir. Hz. Peygamber, Bedir Savaşı’nda esir almış olduğu müşrikleri* fidye karşılığı serbest bırakmış, parası olmayanların da, on Müslüman’a okuma-yazma öğretmesi mukabilinde serbest bırakılacağını ilân etmiştir.

İbâdetlerle ilgili fidye ise, oruç ve hacda söz konusu olmaktadır. İhtiyarlık ve şifa ümidi olmayan bir hastalık sebebiyle oruç tutamayan kimse, daha sonra kaza etmesi mümkün olmadığından her gününe karşılık bir fidye öder. Bu durumdaki bir kimsenin fidye ödemesi vâciptir. Kur’ân-ı Kerîm’de, ‘oruç tutmaya güç yetiremeyenler, bir fakir doyumu kadar fidye verir’ buyurulmaktadır. Bu âyetten hareketle fidye miktarının, bir kişiyi bir gün için doyuracak yiyecek olarak anlaşılmıştır.

Hac ve umre için ihrama giren kişilere bazı hususlar yasaklanmıştır. Bu fiillerden birini işleyen kimsenin keffâret ödemesi gerekir. Bu Kur’ân-ı Kerim’de fidye olarak isimlendirilmektedir.

Hastalık veya başka bir sebeple ihram yasaklarından birini çiğnemek mecbûriyetinde kalan kimse, fidye olarak üç gün oruç tutma veya altı fakiri doyurma ya da kurban kesme hususunda tercihini kullanır. Bu yasakları kasten çiğneyen kimse ise, işlediği cinâyetin türü ve şiddetine göre, kurban keser veya sadaka verir. Fidye olarak kesilen kurbanların Harem bölgesinde kesilmesi gerekir. Oruç tutma ve fakir doyurma ise, her yerde olabilir. Bütün fakihlere göre, kasten çiğnenen bir ihram yasağı için fidye ödemenin yanında ayrıca işlediği günahtan dolayı tövbe etmesi gerekir.

Çetinoğlu: ‘Laiklik’ kavramı Türkiye’mizde çok tartışılıyor.  Nedir, ne değildir? Açıklar mısınız?

Derinkuyu: Laiklik kelimesi de kavramı da Türkiye’ye batıdan gelmiştir. Ortaçağ Avrupa’sında iki grup devlet memuru vardı. Klerisi: Bunlar okullarda, ibâdet yerlerinde ve ordu karargâhlarında dînî bilgiler vermekle vazifeli idiler. Laisi: Bu gruptaki memurlar din dışında kalan her türlü bilgileri öğretmekle meşgul olurlardı. Laisi’ler, din dışındaki bilgileri veriyor olmalarına rağmen dinsiz değildi. Kilise ve havra gibi dînî toplanma mahalline gidiyorlar, ibâdetlerini yapıyorlardı.

Laiklik düşüncesi Fransa’da doğdu ve gelişti. Dinin; devlet, ilim, sanat ve kültür üzerinde baskı kurduğu devirler Rönesans ile geride kalınca, yeni anlayışa laiklik adı verildi. Rönesans’tan önce din ve ilim çatışma hâlinde idi. Dünyânın yuvarlak olduğunu, kendi ekseni etrafında döndüğünü söylemek bile din adamlarınca yasaklanmıştı. Özellikle Katolik Kilisesi’nin merkezî ve baskıcı yapısı ile kilise ve ruhban sınıfının katı disiplini ve kendi anlayışlarının oluşturduğu ahlâk kaideleri, ister âlim sınıfından olsun, ister halk tabakasından… fertler üzerinde serbestlik tanımaz bir otorite kurmuştu. Devlet adamları da kilisenin emrinde idiler. Zaman içerisinde, ilim adamları da devlet adamları da kilisenin bu haksız baskısına karşı ayaklandılar. Laiklik prensibine yöneliş böyle oldu.

Bu dönemde, laiklik; devletin, belli bir dini temsil etmediği, belli bir dinin baskısı altında olmadığı ve belli bir dinden yana ağırlık koyamayacağı prensibini ihtiva ediyordu. Din ve devlet işleri ayrılacak, devlet; her türlü dînî inançlar karşısında tarafsız kalacaktır. Yine devlet, idâresi altındaki insanlara, inançlarının gereğini yapabilmeleri için eşit hak ve imkân sağlayacaktır. Bu, devletin; belli bir din veya mezhebe bağlı olmaması, herhangi bir din veya mezhebin korumasını ve yayılmasını üstlenmemesi demektir. Devlet herhangi bir din veya mezhebin teşkilâtlanmasına yardımcı olmayacak, bir başka din veya mezhebin de teşkilâtlanmasını engellemeyecektir. Aynı zamanda devlet, dînî inançlarının gereğini yerine getirmek için insanlara baskı yapmayacak, dînî inançlarının gereklerini yapmak isteyenlere de mâni olmayacaktır.

Başta Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) olmak üzere, laik devlet sistemleri; kamu kurum ve kuruluşlarının din ve mezheplere, bunlara bağlı kurum ve kuruluşlara malî yardımda bulunmalarını yasaklamıştır. ABD hükümeti din ve mezheplere ait ibâdet yerlerine ve buralarda görevli olanlara mâlî yardımda bulunamaz. Senatonun dînî kuruluşlarla ilgili kanun çıkartması, Anayasalarına aykırıdır.

Devlet nasıl dînî konulara karışmıyor ise, dînî kuruluşlar da dünyevî ve siyasî işlere karışamazlar.

Laik devlet; din ve ibâdet, inanma ve inanmama hürriyetlerini sağlar. Şahıslar, inanacakları dini seçmekte, herhangi bir mezhebe, dînî cemaate intisap etmekte tamamen serbesttirler. Şahıslar, seçtikleri dinin gereklerini tek başlarına veya toplu olarak yerine getirirlerken, karşı görüştekilerin müdâhale ve baskılarına karşı devletin koruması ve teminatı altındadırlar.

Günümüzde İngiltere, Norveç, Danimarka, Hollanda gibi laik olmayan devletler de vardır:  İngiltere, devletin Anglikan Kilisesine bağlı olduğunu kabul etmiştir. Avam Kamarasının kabul ettiği kanunlar, başpapazın imzasından sonra yürürlüğe girer. Bütün okullarda her gün derslere, papazların yönetiminde yapılan dînî merâsimden sonra başlanır. Norveç anayasasının 2. maddesinde ‘Norveç’in resmî dini Avenjelikal Lüteryan’dır’ denilmektedir. Danimarka anayasasında Hıristiyanlığın, temel inanç kaynağı olduğu yazılıdır.

Din ile devlet işlerini birbirinden resmen ayıran ilk ülke ABD olmuştur. ABD anayasasında, din hürriyeti ve kanunlar karşısında bütün dinlerin eşitliğini kabul etmiştir. Bu anayasa, devletin bir dine bağlanmasını, herhangi bir dinin yasaklanmasını ve ABD vatandaşlarının siyâsî ve medenî haklarını kullanırken dinleri sebebiyle farklı bir muameleye tabi tutulmalarını suç kabul eder.

İkinci olarak Fransa 1905 yılında din ile devlet işlerini birbirinden ayırdı.

Türklerde, hiçbir zaman din adamı ilim adamı çatışması olmamıştır. Çünkü İslâmiyet ve ilim iç-içedir. Biri diğerinin desteğidir. Hattâ ilimde üst noktalara çıkanlar daha fazla İslâmiyet’e yönelmişlerdir. Fâzıl ve kâmil din adamları, pek çok ilim dalında; âlim mertebesine yükselmişlerdir. Bu sebeple laiklik, hiçbir zaman ihtiyaç olarak hissedilmemiştir. Türkler, hâkim oldukları ülkelerde din ve vicdan hürriyetlerine tam mânâsıyla saygı göstermişlerdir. Hattâ büyük çoğunluğu Müslüman olan Osmanlı Devleti’nde, gayri Müslimler devletin en üst kademelerinde görev alabilmişlerdir.

1924 Anayasasında, devletin İslâm dinine bağlı olduğu belirtiliyordu. Hilâfetin kaldırılması ile başlayan laik prensipler uygulaması, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabulü, Şer’iyye Vekâletinin ilgası, tekke ve zâviyelerin kapatılması, Türk Medenî Kanunu’nun yürürlüğe konulması ile devam etti ve 1937 yılında yapılan bir değişiklikle, devletin laik olduğu hükmü Anayasamızda yer aldı. Bu prensip daha sonra yapılan 1961 ve 1982 anayasalarında da muhafaza edildi.

Çetinoğlu: Sehiv secdesi nedir, nasıl yapılır?

Derinkuyu: Sehiv secdesi, namazda yanılma, unutma veya dalgınlık gibi durumlar yüzünden namazın sonunda yapılan secdedir. Namazda, unutarak bir rüknüngeciktirilmesi, tekrarlanması, öne alınması veya bir vacibin terk edilmesi, geciktirilmesi veya değiştirilmesi hâlinde noksanlığın telafi edilmesi için sehiv secdesi yapılması vaciptir

Sehiv secdesi şöyle yapılır: Namazın son oturuşunda tahiyât okunarak sağ tarafa selâm verilir ve hiç ara vermeksizin, tekbir getirilerek secdeye varılır. Burada üç kere ‘Sübhâne rabbiye’l-â’lâ’ denilir. Sora tekbir getirilerek oturulur, tekrar ‘Allahü ekber’ denilerek ikinci defa secdeye varılır ve üç kere ‘Sübhâne rabbiye’l-â’lâ’ denilir ve ‘Allahü ekber’ denilerek oturulur. Bu oturuşta, ‘Ettehiyyâtü, Allahümme salli, Allahüme bârik ve Rabbenâ âtinâ…’ zikir ve duâları okunarak önce sağa, sonra sola selâm verilir. Sehiv secdesine gitmeden önceki oturuşta da salli-bârik  ve diğer duâları okumak caizdir. Sehiv secdesinin, her iki tarafa selâm verdikten sonra yapılabileceği görüşünde olanlar bulunmakla beraber; ekseriyet sâdece sağ tarafa selâm verdikten sonra yapılmasını tercih etmektedir.

Cemaatle kılman namazlarda cemaatin yanlışlıkla dağılmaması için yalnız sağ tarafa selâm verdikten sonra sehiv secdesi yapılması daha faziletlidir ve ihtiyata uygundur.

Çetinoğlu: Vahdet-i Vücut ve Vahdet-i Şuhud Ne Demek?

Derinkuyu: Vahdet-i Vücut, her şeyin kaynağının ve özünün Allah olduğuna inanmaktır. Bu inancı benimseyen dervişlere göre yalnızca Allah’ın varlığı hakîkattir. Diğer her şey, fânidir. Tevhit inancından yola çıkarak oluşturulan Vahdet-i Vücut’un temelinde ‘Allah Birdir ve Her Şey O’dur’ görüşü yatar.

Vahdet-i Şuhud ise Her Şey O’dur inancını reddeder. Bu inanca göre, tıpkı güneşin ışınlarını bütün dünyâya ulaştırması gibi Her Şey Ondan Gelir.

Önceki İçerikDaima Düşün!
Sonraki İçerikÇalışmak ve icat bizi bozar
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.