Ekonomik Tablo

63

Ülkenin içinde bulunduğu durum vahimdir. Mevcut iktisadi sıkıntılara küresel krizin tetiklediği ağır koşullar ile kurumlar arası kavgadan kaynaklanan siyasi gerilim da eklenince; büyüme ve yatırımlar durmuş, üretim-istihdam ve ihracat daralmış, iç ve dış borç yükü artmış, bütçe boşalmış, cari işlemler ve dış ticaret açıkları ödemeler dengesini bozmuş, birçok küçük-orta ve büyük ölçekli milli işletme batmış, tarım ve hayvancılıkta kendi kendine yeterli olan ülkemiz et ve buğday ithaline başlamış, sıcak para cenneti haline gelen vatanımız ciddi ve büyük ölçekli riskleri içinde barındırır hale gelmiş, ithal ikameye bel bağlayarak başta yanlış yapan yerli sermayenin bir kısmı sıkışınca üretimi bırakarak ranta yönelmiş veya yurt dışına kaçmış, karlı işletmelerimiz yabancılar tarafından çok ucuza satın alınmış ve zaten tam olgunlaşamayan milli sermaye el değiştirerek emperyalist güçlerin eline geçmeye başlamıştır. Türk Milleti dünyanın en güzel ve verimli coğrafyasında zor olana, yani terör ve sefalete mahkûm edilmiştir.

Üretim ve istihdam için değil, sadece risksiz yüksek faiz kazancı için Türkiye’ye gelen ve GSMH’yı spekülatif olarak artıran sıcak para sadece yabancıları zengin etmiş, ülkemizden ciddi kaynakların yurt dışına çıkmasına neden olmuş, çekilmesi halinde meydana gelecek sıkıntılar nedeniyle ekonomiyi riskli hale getirmiş ve Türk Halkını fakirleştirmiştir. Hükümet tercihini rantiyecilerden yana kullanmış, dar ve sabit gelirli vatandaşlarımız ise kaderine terk edilmiştir.

Enflasyon düşürülürken halkın satın alma gücü yükseltilmemiş, temel ihtiyaç maddelerin fiyatları sürekli artmış, dolayısıyla insanların satın alma gücü her geçen gün düşmüştür. Uygulanan düşük kur-yüksek faiz politikası TL’nın değerlenmesine, kurların düşük kalmasına ve ithalatın patlamasına neden olmuş, ihracatın ise katma değeri düşmüş ve cari açık kritik eşiği aşmıştır.

AKP İktidarı döneminde; cebimizdeki 50 TL altı sıfır atılıp YTL’ye geçişte 100 TL olmuş, tekrar TL’ye geçilirken de 200 TL yapılmış, yani paramız iki sefer devalüasyona uğrayarak alım gücümüz 4 misli azalmıştır. Zaten elektrik-su-doğal gaz-yakıt dahil her şey 4 misli artmıştır. Ancak halk kandırılmış, enflasyon pinpon topu gibi temel ihtiyaç maddesi olmayan kalemlerle az gösterilmiş ve ücretler çok düşük oranlarda artırılmıştır.

Milli gelir ise rakamlarla oynanarak bir gecede yükseltilmiş ve ekonomi iyiye gidiyor diye vergiler artırılmıştır. Artı vergi kazanandan alınmamış, KDV ve Özel Tüketim gibi dolaylı vergilerle halkın sırtına yüklenmiştir. Halk dünyanın en yüksek oranlarından vergi veren ve en pahalı yakıtını kullanan bir hale getirilmiştir.

Sadece hükümetin yol verdiği yandaş kesim birden zenginlemiş ve üst gelir gurubuna çıkarak bu kesimin milli hasıladan aldığı payı yükseltmiş, fakat orta direk çökmüş ve toplumun büyük çoğunluğu yoksulluk sınırı altında bırakılmış, işsizliğin çoğalmasıyla açlık sınırı altındaki nüfus da hızla artmıştır. Vahşi kapitalizmin acımasızca uygulanması ve büyük süper marketlerin yarattığı haksız rekabet ortamı nedeniyle küçük esnaf perişan hale gelmiş ve siftah yapmadan dükkânını kapatmaya başlamıştır.

Dar ve sabit gelirli olan işçi, memur ve emekliler geçinemeyecek durumdadır. İşçiler taşeronlaştırma, memurlar ise sözleşmeli çalıştırma nedeniyle mağdur olmuştur. Taban fiyatları düşürülüp, mazot-gübre-tohum gibi girdilerin fiyatları artırıldığından, köylü kan ağlamaktadır.

Halkın büyük bir bölümü; artan vergi ve banka kredisi borçları nedeniyle nefes alamaz hale gelmiştir. Bazı kişiler borçlarını ödemek için ev, işyeri ve tarlalarını hatta böbreklerini satmaya başlamıştır. İcra daireleri insanların gayrimenkullerine, hatta ev eşyalarına el koymakta, hapishaneler dolup taşmaktadır. Devlette, Millette gırtlağına kadar borçludur. İç ve dış borç yükü 500 milyar doları aşmış ve milli gelirden kişi başına düşen borç 1000 doları bulmuştur.

İşsizlikte özellikle gençlerin belini bükmüş ve geçim sıkıntısı yüzünden boşanma oranları artmıştır. ILO rakamlarına göre dünyada işsizlik oranı ortalama % 5.9 iken, Türkiye’de Şubat 2009 itibariyle % 16.1’dir. Türkiye Kamu Sen’in ekonomik kriz araştırmasına göre; Türkiye’de günde; 2 bin 602 ev ve işyerine haciz amacıyla icra memurları gitmekte, 123 araç haczedilmekte, ortalama 273 fabrika ve işyeri kapanmakta, 26 bin 260 çek karşılıksız çıktığı için işlem görmekte ve 4 bin 312 senet protesto edilmektedir.

Sosyal ve kültürel boyut ihmal edilerek yürütülen yanlış iktisadi politikalar ve babalar gibi satarım mantığıyla yapılan özelleştirmeler sadece birilerini zengin etmiş ve yabancı sermayeyi güçlendirmiş, ancak işsizlik ve yoksulluğu hat safhaya getirmiş, pahalılığa neden olmuş, gelir dağılımını bozmuş, dini-ahlaki ve insani erozyona yol açmış, bölgeler arası gelişmişlik farkını artırmış, iç göçü tırmandırmış ve Türk Milleti’ni çaresizliğin pençesine itmiştir. Mevcut tabloya hortumlamalarda eklenince; Türk Milleti neredeyse tüm moral değerlerini kaybetmiş, geleceğe dair umutlarını yitirmiş ve sosyal patlamanın eşiğine gelmiştir.

Elbette çok geç değildir. İş başına gelen hükümetler; siyasi-ekonomik istikrarın sağlaması, milli ve tam bağımsız bir ekonomiye sahip olunması, ülkenin altın-petrol-uranyum-toryum-bor gibi yer altı ve üstü kaynaklarının iyi değerlendirilmesi ve milletin menfaatleri için kullanılması, enerji üretiminde dışa bağımlılıktan kurtulunması, tasarruf teşvik edilerek mali disiplinin sağlanması, iç ve dış borç yükünün azaltılması, cari açığının kapatılması, yerli sanayinin güçlendirilmesi, milli sermayenin büyütülmesi, KOBİ’lerin desteklenmesi, tarım ve hayvancılığın teşvik edilmesi, damızlık-tohumculuk ve fideciliğin geliştirilmesi, gıda bankası kurulması, teşebbüs gücünün önündeki engellerin kaldırılması, gençlerin iş hayatının ihtiyaçlarına göre eğitilmesi, mevzuatın piyasaların taleplerine göre düzenlemesi, vergi reformu ile verginin tabana yayılması ve kayıt dışılığın kontrol edilmesi, elektrik-su-doğalgaz-yakıt-vergi-sigorta gibi maliyeti artıran kalemler aşağıya çekilerek rekabet gücünün artırılması, yurt dışına kaçan yerli sermayenin ülkemize döndürülmesi, üretim-istihdam-ihracat ve yatırımların artırılarak kalkınma hamlesinin başlatılması ve GSMH’nın büyütülmesi” için çalışmalıdır.

Özelleştirmeler daha dikkatli ve şeffaf bir şekilde, özel sektör tekeli yaratmadan ve yabancılaşmaya yol açmadan, üretim ve istihdamı artıracak bir zihniyetle ve yerli sermayeye öncelik vererek yapılmalıdır. Stratejik önemi olan kamu işletmeleri ve madenler korunmalıdır. Ülkenin kalkınması için gerekli olduğu söylenilen yabancı sermayeye ise daha ihtiyatlı yaklaşılmalı ve sadece üretim ve istihdamı artıracak reel sektörde “bizi sömürge yapmayacak ve iç piyasayı tamamen öldürmeyecek tedbirleri aldıktan sonra” belirli bir oranı geçmeden izin verilmelidir. Ayrıca gerek yatırım yaparken ve gerekse ihalelere girerken; Türk Ortak bulma ve hisse oranının % 50’yi geçmemesi gibi şartlar da getirilmeli ve milli ekonomi müstemleke olmadan büyütülmelidir.

Kısa vadede alınacak bu tedbirlere ilaveten orta ve uzun vadede; küresel rekabete dayanıklı, tekelciliği önleyen, üretim faktörlerinin verimliliğini artıran, sermayeyi tabana yayarak sermaye piyasalarını güçlendiren ve rekabet ortamı yaratarak kalkınmayı dinamitleyen akılcı bir üretim ekonomisi izlenmelidir. Vahşi kapitalizm değil, sosyal devlet hedeflenmelidir. Toplum sosyal güvenlik şemsiyesi ile sağlık sigortası kapsamına alınmalı ve gelir dağılımı düzeltilerek hakça bölüşüm sağlanmalıdır.

Tüketen değil, üreten bir toplum öngörülmelidir. Eğitime önem verilerek genç ve dinamik nüfusun önünü açılmalı, beyin göçü tersine çevrilerek yetişmiş insan gücümüzden azami faydalanılmalı ve ülkemiz dünyanın ilk on ekonomisi içine sokulmalıdır.