Ekonomideki Son Gelişmeler

66

Küreselleşmenin Etkisiyle Türkiye’de Devletin Ekonomideki Değişen Rolü ve Ekonomideki Son Gelişmelerin Verisel Analizi

1980’ li yılların başlarında dünyada yaşanan en temel olgu olan
küreselleşme; ABD, Japonya ve diğer gelişmiş ülkeler tarafından
başlatılan, dünyanın tek bir coğrafi mekân olarak algılanabilecek
ölçüde küçüldüğü, içinde sosyal, siyasal, çevresel, teknolojik,
güvenliksel, ekonomik ve kültürel değerlere, düşüncelere ve bilgilere
uluslararası bir boyut kazandırdığı oldukça geniş ve tartışmalı bir
kavramdır. Bu süreç sonucunda malların ve sermayenin dünya ekonomisinde
serbest dolaşımı başlamış ve tüm piyasalar uluslararası sermayeye
açılmıştır.

1980 yıllarının başında piyasa ekonomisine geçen Türkiye, fiyatların
ve faiz oranlarının serbestçe belirlenmesini, ithalatın serbest
bırakılmasını ve KİT’lerin özelleştirilmesini gerçekleştirmiş ancak
kamu kesiminin sağlıklı bir dengeye kavuşturulması için öncelikli
olarak vergi gelirlerinin arttırılmasını ve faiz ödemelerinin bütçe
harcamaları içindeki payının aşağıya çekilmesini yapamayarak piyasaya
işlerlik kazandıracak kurumsal düzenlemeler gerçekleştirememiştir.

Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’ nın verilerine göre 1984 yılından
sonra yapılan yasal düzenlemeler ile birlikte toplam özelleştirme
gelirleri Tüpraş, İgsaş, Petrol Ofisi ve benzeri karlı kamu
kuruluşlarının da içinde bulunduğu 193 kuruluşta hisse senedi veya
varlık satış/devir işlemi yapılmış ve bu kuruluşlardan 184’ünde hiç
kamu payı kalmamış ve toplam gelir ise 25 milyar dolar düzeyinde
gerçekleşmiştir. Özelleştirmeden elde edilen bu kazancın 15,5 milyar
dolarlık büyük bir kısmı ise 2005 ve 2006 yıllarında elde edilmiştir.

Küreselleşme sürecinde, Türkiye ekonomisi de diğer gelişmekte olan
ülke ekonomileriyle paralel olarak Avrupa Birliği’ nin de etkisiyle
finansal serbestleşme yolunda önemli adımlar atmıştır. Yatırımları
arttırıp uzun dönemde sürdürülebilir bir büyüme sağlayacağı öngörülen
bu serbestleşme süreci, giderek yoğunlaşan kısa dönemli sermaye
hareketlerinin spekülatif atakları sonucunda istikrarsız bir finansal
yapıya neden olmuş ve finansal piyasalardaki bu gelişmeler ekonominin
temel dinamiklerini oluşturan ürün ve işgücü piyasalarını olumsuz
etkilemiştir. Türkiye ekonomisi bu sürecin sonunda aşırı borçlu, büyüme
hızı, verimliliği ve üretkenliği düşük kırılgan bir ekonomi durumuna
düşmüş, dış borçlar önemli ölçüde artmış, kamu finansman açıkları
büyümüştür. Temel işlevi, topladığı tasarrufları özel sektöre kredi
açarak yatırımları desteklemek olan bankacılık sektörü, bu işlevini
bırakıp kamu kesimine yüksek faizle borç veren konumuna yerleşmiştir.
Kamu harcamaları, kamu gelirlerinden daha hızlı arttığından, kamu
harcamalarıyla kamu gelirleri arasındaki dengesizlik 1990 yıllarında
çökmüş ve giderek büyümüştür. Kamu harcamalarının son yıllardaki
gelişimi, devlet bütçesinin yatırımlara, üretime ve temel kamu
hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin işlevlerini yitirdiğini
göstermektedir. Kamu harcamalarının olağanüstü artışına karşılık kamu
gelirlerindeki düşüş, özelleştirmenin yolunu açmış ve vergi toplamak
yerine özelleştirmelerle kamu harcamaları finanse edilmeye çalışılmış
ve piyasadaki tekelci yapı güçlenmiştir.

Türkiye tüm bu olumsuzlukları gidermek amacıyla 1990 yılı
başlarından itibaren uyguladığı istikrar programları kapsamında
izlediği düşük kur politikasıyla girdi fiyatlarını denetleyerek
enflasyonun yavaşlatılması hedeflenmiş fakat 1994 yılında finansal kriz
gerçekleşmiştir. Daha sonra 2000 yılında oluşturulan enflasyonu düşürme
hedefi çerçevesinde aynı istikrar programı benimsenmiş, ayrıca maliye
politikaları ve sosyal güvenlik sisteminde yapısal dönüşümler
hedeflenmiştir. Fakat bu istikrar programı da, bilindiği gibi ilk
olarak Kasım 2000’de bir ekonomik krizi beraberinde getirmiş, sonra da
Şubat 2001’de cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik krizine yol
açmıştır. Yine bu süreçte, programdaki enflasyon hedefine göre
ayarlanan ücret artışları, programın hedeflerinden sapmasıyla reel
ücretlerde yeni bir düşmeye neden olmuştur, büyüme hızı önceki
dönemlerin ortalamasının altına düşmüş, gelir dağılımı daha da
bozulmuş, işsizlik artmış, çarpık kentleşme hızlanmış ve yolsuzluklar
artmıştır.

Kazgan’ a göre (Yeni Ekonomik Düzende Türkiye’nin Yeri, 1995) bunun
sebepleri; finansal serbestleşme enstrümanlarının çoğunluğunun kamu
kesiminin açıklarını karşılamak için kullanılması, yabancı paranın Türk
Lirası ile ikame edilmesi, spekülatif sermaye hareketlerinin yarattığı
finansal ve reel istikrarsızlıktır. Ayrıca ekonominin serbestleşmesiyle
büyüyen dış açıkların 1990’lı yıllardan itibaren gittikçe artan dış
borçlarla ve kısa vadeli sermaye hareketleriyle finanse edilmesiyle
oluşan dış borç yükü dış ödemeler dengesi sorununu ağırlaştırmıştır.
Şubat 2001 krizinden sonra ortaya çıkan tabloda en önemli problemler
kamu borç stoku ve bu borç stokunun döndürülmesi için en aza indirilen
devlet harcamalarının yarattığı sosyal dengesizlik olarak göze
çarpmaktadır.

Türkiye’ nin küreselleşmeye ayak uydurması ve tüm bu olumsuzlukları
kendi lehine çevirmesi için öncelikle, milli bir strateji izleyerek
Orta Asya’ daki Türk Cumhuriyetleriyle olan ticari ilişkilerini
geliştirmeli, devletin ekonomideki rolünü yeniden ve doğru tanımlamalı,
kendine öz politikalar, kanunlar ve yönetmelikler oluşturmalı,
ekonominin kaynakları yatırımlar ile üretime yönlendirmeli, istihdamı
arttırmalı ve kültürel yozlaşmaya izin vermemelidir.

Türkiye’ nin ekonomik analizini yaparsak eğer; faizlerin yüzde 4
binlere kadar çıktığı, büyümenin 2001 yılında yüzde 9,5 küçüldüğü,
Türkiye’ nin GSMH’ si 200 milyar dolardan 150 milyar dolara gerilediği,
kişi başına düşen gelirin 3 bin dolardan 2 bin 200 dolara düştüğü, yıl
sonu enflasyon oranının TEFE’de yüzde 88,6, TÜFE’de yüzde 68,5 gibi
yüksek oranlara çıktığı, kamu kesimi toplam borç yükü yüzde 53’ten
yüzde 98’e yükseldiği dönemler düşünüldüğünde son yıllarda izlenen
ekonomik politikalar uzun dönemli siyasi istikrarında etkisiyle 2001
finansal krizinin ekonomide açtığı yaraları büyük ölçüde gidermiştir.

Büyüme oranı 2003 yılında yüzde 5,9, 2004 yılında yüzde 9,9, 2005
yılında yüzde 7,6 olarak gerçekleşmiştir. Ekonomideki büyüme 2006’ nın
son çeyreğinde yüzde 5,2 yılın tamamında ise yüzde 6,1 olarak
gerçekleşerek sürdürülebilir bir ekonomik büyüme yakalanmaya
başlanmıştır. 2007 yılının ilk çeyreğinde büyüme hızı yüzde 6,7 olarak
açıklanırken, son verilerde yüzde 6,8 olarak revize edilmiştir. 2006’
da yıllık enflasyon TEFE’ de yüzde 11,58, TÜFE’ de ise yüzde 9,65’ dir.
Genel seçimlerin olması ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşanılan sürecin
ekonomiyi olumsuz etkilemesine rağmen 2007 yılı eylül ayı itibariyle
yıllık TEFE oranı yüzde 4,41, TÜFE ise 7,70 olarak gerçekleşmiştir.
Özel Tüketim Vergisi oranında ki artış ve konut fiyatlarında ki
yükseliş nedeniyle kasım ayı enflasyonu ise beklentilerin üzerinde
çıkmıştır. TEFE aylık yüzde 0,89 yıllık 5,65, TÜFE ise aylık yüzde 1,95
yıllık yüzde 8,4 olarak gerçekleşmiştir. Aralık ayında ise TEFE aylık
yüzde 0,15 yıllık 5,94, TÜFE ise aylık yüzde 0,22 artarak yıllık yüzde
8,39 olarak gerçekleşmiş ve yıllık bazda enflasyon oranları geçen yıla
oranla bir düşüş seyri sergilemiştir.