Eğitimsiz Bir Öğretim

166

Ziya Gökalp(1876-1924), talimi (öğretimi) ve terbiyeyi(eğitimi) bir birinden tefrik ederek ayrı ayrı tarif ediyordu. Yaşadığı yıllarda başta İsmail Hakkı (Baltacıoğlu) Bey’in benimsediği ‘terbiyenin gayelerinden birinin de, “müstahsil yetiştirmek” şeklindeki yaklaşıma karşı çıkıyor ve bunun öğretimin bir hedefi olabileceğini ifade ediyordu. Bu yaklaşımı, “babalara, öğretmenlere ve çocuklara terbiyenin gayesi ‘çok para kazanmak’ suretinde gösteriliyor” sözleriyle eleştiriyordu. O, “terbiye başka, öğretim başka”, diyerek, öğretimin gayesinin çocuklara ilk bilgileri vermek, gençlere ise meslek ve ihtisas bilgilerini sunmak; terbiyenin gayesinin de özellikle idareci sınıfı teşkil edecek olan fertlerde fayda gütmezlik, karşılık gütmezlik, fedakârlık duygularını artırmak olduğunu, dile getiriyordu. Bilhassa milleti idare edecek olan hukukçu, tabip, yazar, memur, öğretmen gibi seçkinlerin, fayda gütmezlik, vatanseverlik, fedakâr bir karakter ile yetiştirilmemelerinin, memleketi felaket içersinde bırakacağını savunuyordu (Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri, s. 44-45).  

Gökalp, “memleketimizde maarif yayıldıkça ahlak bozuluyor, maneviyat yıkılıyor; ruh hastalıkları, zihin buhranları artıyor… Bizde en büyük ahlaksızlar en çok malumat sahibi olanlar arasında ortaya çıktığı halde, sağlam milletlerde en büyük âlimler, ahlakça da en faziletli insanlardır”, (Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri, s.324) şeklindeki çarpıcı ifadeleriyle de zamanının eğitim sistemine ve felsefesine eleştiriler getirmiştir. Derinlemesine düşünüldüğünde onun bu eleştirel tespit ve değerlendirmelerinin, günümüzün eğitim sistemiyle ve insan yetiştirme anlayışıyla ilgili ortaya konulacak yaklaşımlarla paralellik arz ettiği de görülmektedir.

Gökalp’ten yaklaşık bir asır sonra, tanınmış sosyal-psikolog Doğan Cüceloğlu’nun neler söylediğine bir bakalım, “Ben Amerika’da yirmi beş yıl kalmış bir insan olarak şöyle bir gözlem yapıyorum. Amerika’da hiç eğitim görmemiş insanla aynı odada kalmaktan korkarım. Beş dolar için gırtlağını kesebilir. Eğitim orada gerçekten bir fark yaratıyor. Eğitim düzeyi yükseldikçe, uygar, olgun, sorumluluk sahibi, verdiği sözü tutan, kişisel bütünlüğü olan bir insan olma yolunda ilerliyor. İstisnalar olabilir ama genellikle böyle.

Türkiye’ye gelip baktığımda iki faktör görüyorum. Şehirleşme ve eğitim. Türkiye’de şehirleşmiş ve eğitim görmüş insandan korkuyorum. Kesinlikle insafsız, kendinden ve kendi yakınlarının çıkarından başka bir şey düşünmüyor… İliğini sömürür bitirir, hiç acıma duygusu da yoktur. Ama şehirleşmemiş, okumamış, saf köylü olarak kalmışsa onda değerler bilinci çok yüksektir. Sanki eğitilmiş Amerikalı.

Benim analığım yörüktü. Annem öldükten sonra babam yeniden evlendi. Biz ona anne demedik, Ayşe teyze dedik. Ben daha on yaşındayım, sapanla vicik dediğimiz küçücük kuşu vurmaya çalışıyorum. ‘Vurma oğlum’ dedi. Ben, sen ne bilirsin Yörük karısı tavrı içinde, ‘Ne var parmak gibi küçücük kuş’ dedim. Analığımın cevabı: “Yavrum! Canın küçüğü büyüğü olur mu? Allah her birine bir can vermiş. Vurma yavrum günah” dedi. Şu derinliğe bakın. Okuma yazması yok bu kadının. Yıllar sonra bunun anlamını anladım. Anladığımda ağlamaya başladım… Biz bütün insanlar kardeştir deyince sanki çok şey söylüyoruz. Kadın bunları aşmış. Canlardan oluşan bir aile, büyük küçük yok. Hepsi birbirine eşit. Onur eşitliliği var. Canın büyüğü küçüğü olur mu? Allah hepsine can vermiş… (Altınoluk Dergisi, Aralık 2002).

Psikiyatrist Kemal Sayar da, bir başkasının duygularını anlamayan, bir başkasına hizmet etmeyi kendisi için bir yük sayan, ‘ben kültürü’ yüksek, ötekini tehlike olarak gören bir nesil yetiştiğini belirtiyor. Ayrıca Sayar, ‘Tanrı yoksa her şey mubahtır!’ düşüncesiyle hareket eden, ahlaki değerlerden ve insani duygulardan yoksun, anne babaların narsist anlayışları ile dayatılmış ve tasarlanmış hayatların ürünü olan ‘hormonlu çocuklar’ ve gençler yetiştirildiğini ifade etmektedir.

Sayar ayrıca, “eğitim sistemini yarışmacı esaslar üzerine kurduğunuz zaman, özellikle gençler, hayatı zalim bir yarış olarak algılıyorlar. Bu da başkalarına dirsek atmalarını, çelme takmalarını mubahlaştırıyor” şeklindeki sözleriyle de eğitim sistemimizin nasıl bir insan yetiştirdiği noktasında önemli tespitlerde bulunuyor(Zaman Pazar, 3 Ağustos 08, s. 7).

Ziya Gökalp, Kemal Sayar ve Doğan Cüceloğlu’un yaptığı tespitler ile verdiği örnekler, öğretim görüp de eğitimden yoksun olmanın ya da yaygın bir şekilde kullanılan ‘okuyup da adam olamama’ deyiminin mana muhtevasını çok iyi yansıtmaktadır.

Marifet ve fazileti veya bilgi ve değeri ya da ta’lim ve terbiyeyi ahenkli bir biçimde sağlayan ve olabildiğince güçlü bir eğitim sistemine ve bu sistemin ürünü olan fertlere ihtiyaç vardır. Bilginin yanında vicdan da gereklidir. Ehli ilim ve ehli dil (gönül) birlikteliği sağlanmalıdır.

Eğitimli olma ile öğretimli olmanın farklı şeyler olduğu, diploma sahibi olmakla eğitimli olmak aynı şeyler olmadığı anlaşılmaktadır. Öğretim sahibi olma salt bilgi sahibi olmayı ifade ederken, eğitim sahibi olmak hem bilgili hem de ahlaklı olmayı ifade eder.