Zamân zamân Basın’da, Eğitim ve Öğretim’le ilgili şok açıklamalar çıkıyor. Yıllardır yaz-boz tahtasına dönen sisteme ikide bir, bir yenisi daha ekleniyor. İşte dile getirilen son istek:
“Çocuklarımızı ezbercilikten kurtarmalıyız!”
Hâlbuki her ilim temelde, kısmen ezbere dayanır. Fizikçi, kimyacı, matematikçi veya tarihçi bazı formülleri ve tarihleri ezberden bilmek zorunda. Her seferinde onları düşünerek çıkarmaya kalkacak olursa, başarılı olamaz. Ders işliyemez.
Düşünmek için kafamızda bir şeyler bulunması lâzım. Hâfızasını bilgiyle doldurmayan kimse düşünemediği gibi, yeni fikirler de üretemez. Nasıl ki, sermaye çokluğu nispetinde ticaret hacmi genişler, o nispette kâr artarsa, ihtisâs sâhasında ne kadar çok şey bilirse, o kişinin üretkenliği tasavvur ve tahayyül gücü de o derece yüksek olur.
İkide bir sözlüğe bakılarak tercüme yapılamaz. Üstelik mücerret / soyut şeyler için ezber ne kadar gerekli ise, müşahhas / somut şeylerin de ezber tarafı vardır. O da meşk yâni tekrârdır.
Bir hattât, yüzlerce defa meşk etmeden; bir usta sayısız kere keser sallamadan; bir piyanist yılda birkaç saatlik konseri için, günde üç beş saat çalışmadan, yâni maddî-manevî meşki / tekrârı / ezberi olmadan; san’atını icrâ edemez.
Sanki gizli, hâin bir el bu neslin yetişmesini engellemek istiyor! Sûret-i haktan görünerek çok sinsice, menfi yönde sistemleştirmelere girişiyor. Doğru gibi görünen yanlışları nazara vererek, gençliğin kaliteli şekilde yetişmesine mâni ve engel olmak istiyor.
Oysa, eğitimde kısmen ezberin önemini gösteren sayısız örnekler, o kadar çok ki: Meselâ Mehmet Âkif’in hâfızasında on bin Arapça beyit vardı. Fahreddin Râzi, Kelâm ilmi hakkında dört bin sahîfelik bir ezbere sâhipti.
Âkifler, Râziler, Yûnuslar bu denli dolmasaydılar; taşarlar, önceyi bu kadar iyi bilmeseler, yeni şeyler ortaya koyabilirler miydi? Gerçekten kendisinden öncekilerin yazdıkları, yaptıkları ve söyledikleri hakkında yüzlerce hattâ binlercesini bilip görmiyen, yeni şeyler vücûda getiremez.
Getirse de kalınan yeri bilmediğinden; yapılmış, bitmiş ve halledilmiş şeylerle uğraşacağından, vaktini boşa harcamış olur. Demek ki, tâm mânâsiyle dolmayınca taşmak mümkün olmuyor.
Nitekim, eskide medrese talebeleri Ahter-i Kebîr adlı Arapça sözlüğü ezber ederlerdi. Bundan ötürü mêzûnlar; Mekke, Medine gibi yerlerde kolaylıkla kadılık yapabiliyorlardı.
Ezberin hayâtî önemini, yine somut örneklerle pekiştirmek istiyorum: Pilot kabininde yüzlerce işâret ve komütatör / düğme vardır. Pilot, hepsinin işlevini, neye yaradığını önceden bilmek zorundadır. Yâni onların yerini ve fonksiyonlarını daha evvel ezberlemiş olması gerekir. Uçak inişe geçtiğinde, sür’atle kullanmak zorunda kaldığı düğmelerin yer ve işlevleri, ezberinde yoksa, yâni düşünerek kullanmaya kalkarsa veya kılavuz kitapçığına başvurarak indirmeye çalışırsa, uçağın yere çakılacağı mâlûmdur.
Aynı şekilde bir kaptan ve şoförün hâfızasında / ezberinde, aracı nasıl kullanacağı yoksa onu süremez. Çünkü yerinde ve zamânında gereken hareket kabiliyetini ve ustalığını gösteremiyeceğinden, fecî sonuçlarla karşılaşacağı muhakkaktır.
Yıllardır yabancı dil dersi gören çocuklarımız, iki kelimeyi bir araya getirerek konuşamıyorlarsa; bunu düşünerek yapmak istemelerindendir. Hangi kelimeyi kullanayım,
442
nasıl bir sıra gözeteyim derken, konuşması gereken zamân kaçmış, dolayısiyle konuşamamış,
merâmını anlatamamıştır.
Oysa kafasında, yeri geldiğinde kullanabileceği cümle kalıpları hâzır olsa, yâni ezberinde bulunsa, ihtiyâç ânında hemen onu sarfederek merâmını söyleyebilecek.
Bu yüzden yabancı dil öğretimi, küçük yaşlarda başlatılıyor. Her türlü ihtiyâca cevâp verecek cümle kalıpları ezberlettiriliyor. Gramer / Dilbilgisi ise sonraya bırakılıyor.
Nitekim ilkokullarda çocuklar artık bu uygulamayla okuma-yazmaya geçiyor.
443