Eğitim, zor iş; işin içinde, insan gerçeği var, geleneksel yapı
var, çağın gerekleri var, kurucu aklın dayattığı formel insan tipi var. Hangi
amaca göre nasıl insan yetiştirilmesi gerektiği tartışması, bu ülkenin
değişmeyen gerçeği. Bu durumda, Türk eğitim sistemi, Yedi Kocalı Hürmüz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, İbn Haldun Üniversitesinde yaptığı
konuşmanın bir yerinde şunları söylemiş: “… Her okul seviyesinde öğretime
ağırlık verilirken eğitim kısmı ihmal edilmiştir. Özellikle medyanın etkisiyle
geleneksel eğitim öğretimin gücü azalırken yerine daha iyisi konulamamıştır.
Evlatlarımızın zihinleri Batı’nın popüler kültür ve sapkın hezeyanlarıyla
doldurulmuştur. Önümüzdeki dönemde önceliğimiz, aileden başlayarak çocuklarımızı
hakkıyla yetiştirmektir. Bu değişim, sıradan müfredat tadilatından ziyade topyekûn
eğitim-öğretim reformunu gerektirir. Tek ihtiyacımız, değerlerini iyi bilen,
kültürüne, tarihine sahip çıkan insanlar yetiştirmektir. Diğer hususlar için
endişe etmeye gerek yoktur. Onlara sahip olabilmeleri için yeterli
eğitim-öğretim hayatı vardır. Ortaokul dönemini çocuklarımızın zihni ve fiziki
kabiliyetlerini keşfetmeye, onları, geleceğe, doğru alanlarda hazırlamaya yönelik
anlayışla şekillendirmeliyiz…”
Bu cümlelere günah çıkarma, acziyetin ifadesi, samimi itiraf veya
başarısızlığın ilanı diyebilirsiniz. Ancak genel eğitim konusunda ne yaparsanız
yapın, yapılanlar, eksik ve yanlış görülecek, sürekli tartışılacaktır. Eğitim,
yapanı da muhatap olunanı da memnun etmeyen bir uğraş alanıdır: Yedi Başlı
Ejderha. Durduğunuz mekânlar, baktığınız yönler farklıysa gördükleriniz de
doğal olarak farklı olacaktır.
İngiliz
Büyükelçisi Jane Marriot, İngiliz Avam Kamarasına sunduğu “Arap Dünyasında
Eğitim” konulu raporunda şunları yazar: “En zeki öğrenciler tıp ve mühendisliğe
gidiyorlar. İkinci derece mezunlar ise iş idaresi ve iktisat gibi bölümlere
giderek birinci derecede mezunların yöneticisi oluyorlar. Üçüncü derece
mezunlar ise siyasete yöneliyorlar ve ülkenin siyasetçileri olarak birinci ve
ikinci derece mezunlara hükmediyorlar. Fakat eğitimde tamamen başarısız olanlar
ise ordu ve emniyete katılarak siyaset ve iktisada tahakküm ederek onları
mevkilerinden indirip isterlerse öldürüyorlar Gerçekten dehşet verici olansa
asla hiçbir okula gitmeyenler, din adamı oluyorlar ve herkesin kendilerine
itaat etmelerini sağlıyorlar.”
Cumhurbaşkanı’nın tespit ve teklif cümlelerine her vatansever eğitimci
gibi ben de şapka çıkarıyorum. İngiliz elçisinin tespitleri karşısında hem
hayıflanıyor hem kendisini tebrik ediyorum.
Müfredatta sıradan tadilat yerine eğitim-öğretimde topyekûn
reformdan söz edilmesi, konuşmanın ana maddesi. Arap ülkelerindeki eğitim
sistemiyle ilgili yapılan tespitlerin de bizimkiyle benzerlik göstermesi trajik
bir durum. Bu, başların ayak, ayakların baş olduğu bir sistem.
Başka ülkeleri, yazıma konu yapacak değilim. Kendi ülkeme
baktığımda eğitimin ve eğitim sisteminin zihnen ve fiilen hala karmakarışık
olduğunu söylemek zorundayım. Bu ülke “Çocuk, hiçbir şey olamazsa bari öğretmen
olsun.” beklentisinin egemen olduğu bir dönem yaşadı; annenin, vali olan
evladına “Biraz daha okusaydın da ormancı olsaydın ya!” talebine tanık oldu. Bu
ülkenin yöneticileri, yurt dışında bilim insanı olarak başarı gösterenlerin
Türkiye doğumlu olmalarıyla övünürken niye Türkiye’de doymadıklarını sormadı. Amacım,
kimseyi hakir görmek değil, kırk yıllık öğretmenlik hayatımda zekâ düzeyi
yüksek öğrencilerin sayısal, zekâ düzeyi normal veya biraz daha düşük öğrencilerin
sözel alanda okutulmasının yanlışlığını hep dillendirdim. Neydi, sistemin böyle
tanzim edilmesinin, tercihlerin böyle yapılmasının nedeni?
Eğitim, sadece öğrenciler üzerinde yapılacak uygulama değildir,
toplumun tamamını ilgilendirir. Aile büyüklerinin beklentileri, öğretmenlerin
ve siyasilerin direktifleri, reel hayatın gerekleri öğrencilerin alan ve meslek
tercihinde belirleyici olmaktadır. Faydacı bir toplum olduğumuzu inkâr etmeyelim.
Çocuğun kazanacağı para, ulaşacağı mevki, üstleneceği imaj; alan ve meslek
seçiminde oldukça etkili olmaktadır. Bu gayeler, aile büyükleri ve okul
öğretmenleri tarafından, maalesef, öğrencilere telkin edilmektedir. Masayı,
kasayı, nisayı rota edinen bir toplumdan ve o toplumun nesillerinden yüksek
değerler üretecek, insanlığa ufuk açacak, çağlara iz bırakacak insanlar
çıkarmak, beyhude bir bekleyiştir.
Toplumdaki hayat algılarını ve anlayışlarını, nesillerin
gelecekleriyle ilgili tercih kıstaslarını değiştirmemiz lazım. Şüphesiz, bu
kolay değil. Acil eğitim reformundan bahseden Cumhurbaşkanının, bu gerçekler
görmezden gelinirse, kanserleşmiş bu beyin hücreleri tedavi edilmezse,
söyledikleri havanda su dövmek olacaktır.
Sosyal bilimlerin önemi, hükümetler tarafından son yıllarda anlaşılmış
görünüyor ancak, bu alandaki uygulamalar yeterli değil. Sosyal bilimler temelli
mesleklerde başarı kazanmış insanlar, öğrencilere model olarak tanıtılmalı; öğrenciler,
iş bulma imkânları konusunda ikna edilmeli, insanlığa sunacakları katkı için
heveslendirilmelidir. Zeki öğrencilerin, dini konulardaki kafa karışıklığının
giderilmesi, dinin hurafelerden temizlenmesi için ilahiyat alanına; ulusal ve
uluslararası siyasetteki başarımız, huzurlu ve ahlaklı bir toplum inşa etmemiz
için tarih, sosyoloji, hukuk, kamu, siyasal gibi alanlara; yetenekli
öğrencilerimizin güzel sanatlara erken yaşlarda yönlendirilmesine acilen
ihtiyaç var. Yönlendirmelerde yetenek, imkân, beklenti temel referans
olmalıdır. Popülizm, temel değerleri, doğal ölçüleri altüst eden virüstür. Bu
virüsten derhal kurtulmak lazım.
Ülkemizin her alanında, özellikle eğitimde, yanlışlıklarla ilgili
yapılmayan tespit, yapılması gerekenlerle ilgili söylenmedik söz, rota için
çizilmedik harita kalmadı. Artık icraat zamanı. Gün, bugündür, yarın geçtir. Hayat
yolculuğumuzun dünya durağındaki bekleme süresi, bir içimlik sudur.
At, binenin; kılıç, kuşananındır. İşte meydan, haydi pehlivan!