Şark Meselesi / Doğu Sorununda gelinen
vahim, endişe verici nokta:
Bir süre (…)
şehrinde (…) dershanesine devam eden ve Anadolu Lisesini bitirmek üzere olan
oğlumun, bizzat şahit olduğu, kulaklarıyla duyduğu ve üzülerek, biraz da
hayretler içinde kalıp bir anlam veremediği müşahedesi / gözlemi:
1993 yılları:
(…) şehrinde işlek bir cadde üstünde bir Fen Bilimleri Dershanesi.
Teneffüs zili
çalmış. Herkes pencerelere üşüşmüş. Caddeden gelip geçenleri seyrediyor.
O sırada sokakta
çarşı iznine çıkmış birkaç asker; sağa sola bakınarak, kendi hallerinde,
birbirleriyle konuşarak yürüyorlar.
Pencereden
bakanlar arasındaki bir öğrencinin; onları görünce yüzü asılır! Onlara düşmanca
bakar. Ağzından kin ve nefret kokan bir söyleyişle şu sözler dökülür:
“Hıhhh! İşgal
altındayız!”
Güler misiniz
ağlar mısınız hâl-i pür melâlimize?
Bakın lise çağında
bir öğrencinin, Türk Askeri’ne bakışına!
Ki kendisi de
yarın o ordunun bir neferi olacak. Orada vatan savunmasını öğrenecek.
İşte Millî
Eğitim’de gelinen acı nokta!
O nispette çok
ibret alınacak, insanı kahreden bir durum!
Nerede kaldı
eğitimde Millîlik?
Nerede kaldı
çocuklarımıza vermemiz gereken birlik rûhu?
Nerede kaldı
dirlik ruhu?
O ordu ki, bu
milletin indinde, bu milletin yanında “Peygamber Ocağıdır. Muhammedçik anlamına
gelen Mehmetçiğin otağıdır o mekân.
Şehit Mehmetlerin
yatağıdır.
Gaziler yurdudur.
Hani nerede?
Nerede bu büyük
ruh?
Nerede bu asîl
çehre?
Nerede bu Hilâli
yükseltecek omuzlar?
O çocuğa neler
söylendi?
Nasıl girildi
beynine?
Nasıl bozuldu
dimağı?
Hem de Devlet
Okulu’nda?
Devletin oluk oluk
para akıttığı mekânlarda, saf zihinlere ekilen tohumlar; nasıl imkân buldu?
Zakkum çiçeklerini
yetiştirdi! Ortaya saçtı!
Elbette bunda
suçlu bazı öğretmenler!
Elbette bunda
sorumlu kimi idareler!
Bu nasıl vicdandır
ki, devletten aldığı parayla, devlete karşı insanlar yetiştiriyor?
Bu nasıl vicdandır
ki, devletin verdiği imkânlarla; sınıfları Türk Ordusu’na düşman kafalarla
dolduruyor!
Evet “Millîlik”
lâfta kalmamalı. Gereği yapılmalı.
Çocuklarımızın
kafalarına; bu vatan, bu millet, bu devlet, bu bayrak, bu ordu, bu ezan, bu
din, bu câmi; kısaca bu topraklardaki kıymet ve değerler; bir bir, yok
olmayacak şekilde işlenmeli.
Çocuklarımız vatanı
canlarından çok sevmeli.
Ezanı can
kulağıyla dinlemeli.
Askeri göz bebeği
bilmeli.
Milleti aziz
saymalı.
Her çocuk:
Türkiye’nin Türk Vatanı olduğunu -hangi menşeden gelirse gelsin- bilmelidir.
Her çocuk: Ordunun
Türk Ordusu olduğunu yani kendi ordusu olduğunu anlamalıdır.
Her çocuk:
Türkiye’de yaşayan herkesin Türk Milletini oluşturduğunu -hangi alt kimlikten
olursa olsun- öğrenmesi lâzım.
Unutmayalım ki,
bir devletin:
Tek bir müşterek /
ortak ismi olur.
Tek bir bayrağı
bulunur.
Tek bir vatanı
vardır.
Tek bir dili
mevcuttur. Ayrıca hangi mahallî dili bilirse bilsin.
Tek bir başkenti
söz sahibidir.
Tıpkı bedenin
çeşitli âzâ ve organlara sahip olması gibi.
O birlik artık
insandır.
Bacağı vardır ama
bacağıyla çağrılmaz.
Kolu vardır ama,
koluyla ona seslenilmez.
Gözü vardır ama,
ona gözüyle hitap edilmez.
Çünkü o artık bir
insandır. Bir bütündür. Bir sentez, bir terkiptir.
Parçalardan
meydana gelmiştir.
Ama o hiçbir
parçasıyla temsil edilmez.
O insandır artık.
Millet de öyledir.
Doğuş değil,
oluştur daha çok.
Bir bütündür.
Yeni bir
oluşumdur.
Yeni bir isim
taşımaktadır.
Artık o ismiyle
bilinmesi, o ismiyle anılması gerekir.
Yoksa millet-terkip değil, karışım sayılır.
Hiçlik derelerinde kaybolur gider.
Millet; kavimlerin
ba’sü ba’de’l-mevtidir. / Yeni bir hüviyetle diriliş, meydana çıkış ve varoluş
keyfiyetidir.
Bu husus gençlere
iyice anlatılmalı. İyice belletilmeli.
Ayrılık gayrılık
değil; birlik ve beraberlik peşinde koşmak lâzım geldiği, iyice öğretilmeli
çocuklarımıza.
Bunun da
mükellefiyet ve sorumluluğu öncelikle öğretmene aittir. Sonuç ondan bilinmeli.
Öğretmen Millî bir
sorumlulukla yükümlü tutulmalı.
Adem-i mes’ûliyet
/ mes’ûliyetsizlik / sorumsuzluk artık bir kenara itilmeli.
Herkes yaptığı iş
ve meslekten, kendi çapında sorumlu tutulmalıdır vesselâm.