Doğru İslâmiyeti Göstersek

60

     Avukata ve Hâkime
bakarak hukuk öğrenilmez. Hukuk fakültesine giderek, hukuk kitaplarını okuyarak
öğrenilir. Elbette hukukçuların mesleklerine lâyık olmaya çalışmaları beklenir.
Avukat veya Hâkimlerin yanlış kararlarından dolayı da hukuka cephe alınmaz,
karşı çıkılmaz. Hukuk aleyhinde olunmaz.

     Doktorlara bakarak
da Tıp öğrenilmez. Ancak Tıp Fakültesine giderek, Tıp kitapları okuyarak doktor
olunur. Şüphesiz doktorların da mesleklerine lâyık şekilde çalışmaları
beklenir, umulur.

Keza doktorların hata ve yanlışlarına bakarak Tıp ilmine
karşı çıkılmaz.

     Aynı şekilde din
adamlarına, imama, müezzine, müftüye bakarak da din öğrenilmez. İlâhiyat
Fakültesine giderek, din kitaplarını okuyarak din hakkıyla öğrenilir. Tabii ki
din adamlarından dine lâyık, dine yaraşır örnek bir hayat yaşamaları beklenir.
Bunun içindir ki, insanlara örnek olmaları gereken eğitimcilere ve din
adamlarına büyük mes’uliyet ve sorumluluklar düşüyor.

     İslâm ahlâkıyla
yaşayan, İslâmı da yaşatmış olur. Ona uygun bir yaşayış sergilemeyenleri
görenler; yanlış gördüklerinin bağlı oldukları dinin; öyle olduğunu sanarak;
dinden soğur, dinden uzaklaşırlar! Şüphesiz böyle bir sonuçtan; o yanlış
örnekleri sergileyenler; öncelikle mes’ul ve sorumludur.

     İşte bütün
bunlardan ötürü, İslâma girenler; umumiyetle müslümanları görerek değil;
kaynaklara yönelerek, gerçeği bizzat kaynağından öğrenerek İslâmla müşerref
olup şerefleniyorlar. Bunun misal ve örnekleri sayısızdır. Nitekim:

     “Edyân-ı saire
(diğer dinler) müntesipleri (mensupları) mutlaka fevc fevc (akın akın),
muhakeme-i akliye (aklını kullanma) ve burhan-ı kat’î (kesin delil) ile daire-i
İslâmiyet’e (İslâma) dahil olmuşlar ve olmaktadırlar. Eğer biz doğru
İslâmiyet’i ve İslâmiyet’e lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek, bundan
sonra onlardan fevc fevc (dalga dalga) dahil olacak (İslâma girecek)lerdir.”

Nitekim:   

 “Niçin çok daha önce Müslüman olmadığıma
hayıflanırım, hem de kıyasıya karşı olduğum İslâm’ı nasıl böyle bütün benliğimle
benimsediğime hâlâ hayret eder, dururum.

     “İyi bir Hristiyan
disiplini ardından, ‘Âkil’ (aklım başımda) olduğum çağda, eski dinimin kendi
içinde çeliştiğini, akıl ve bilim ile hemen hiç ilgisi olmadığını görerek
koptum. Böylece dinsizliğe, Tanrısızlığa mecbur kalmıştım. Kâfirliğin ‘Denize
düşen yılana sarılır.’ örneği felsefeleri olan Maddecilik (Materyalizm)
varoluşçuluk (Egzistansiyalizm) gibi inançlarla felsefe boşluğumu doldurmaya
çalışıyordum. Materyalizmin, bilim dışı gerici kaldığını, yeni bir köleci
toplumu amaçladığını, madde ötesini bütün gerçekliğiyle hissetmemize rağmen,
göz göre göre inkâr ettiğimizi sezdim. Önceden doyumsuz kaldığım ‘Hristiyanlık’
gibi, o da gerçeğe ters düşüyordu.

     “Daha sonra
‘Nemelâzımcılık, kozmopolitizm, şövencilik, spirtüalizm’ gibi ne varsa, arayışa
girdim. Sonuçta aynı boşluğu hep hissettim. Bu kez dünya dinlerini, (Özellikle,
Uzakdoğu ve Güneydoğu Asya dinlerini) incelemeye aldım. Bunlar, tamamen kapalı,
‘Açıklığı’ olmayan, törenleştirilmiş bir oyun, bir sır gibiydi. Üstelik
şeytansı bir şeyler vardı ardlarında…

     “İslâmiyetin
kitabı ‘Kur’anı’ ise hiç mi hiç düşünmüyordum…(Fakat) Kitabı (Kur’anı) elime
aldığımda, kolayca anlayıp, hayretle okudum. Bu mübarek kitap âdeta beni teslim
almıştı. Önceleri, müslümanların, Hz. İsa ve Hz. Meryem’e kıyasıya düşman olup,
küfrettiklerini ve diğer peygamberlerle, dinleri, kitapları reddettiklerini
sanıyordum. Ne var ki, elime ilk kez aldığım Kur’an, tam tersine surelere
Meryem, Âl-i İmran ismini bile vererek, İlâhî ana-oğulu methediyordu. Hz.
İsa’nın ‘Allahtan bir Kutsal Ruh’ ve Allah kelâmı (Kelimesi) olduğunu ve
Hristiyan olarak inandığımız gibi, gelecekte yeniden ‘GERİ DÖNECEĞİNİ’
yazıyordu. Daha sonra, Teslis (üçleme, Allahı Üç Unsur’dur diye vehmetmek /
sanmak) gibi yanlışlarımızı biz Hristiyanlara yüklüyor, evren bilime ve
yaratılış bilimlerine yönelmiş olan aklıma ‘TAM HİTAP’ ediyordu. Bu Kur’an,
diğer kitaplar gibi çelişik, diğer dinler gibi kapalı değildi. Tam tersine,
aradığım NETLİK, AÇIKLIK ve çağrı mesajı, İlahî davet vardı…Beni ikna eden
KUR’AN’ın ta kendisiydi. Kur’an’ın aynı zamanda bir bilim kitabı olduğunu ve
doğrudan AKLIMA hitap ettiğini kavradığım için (Elhamdülillah) Müslüman oldum.”
(Prof. Dr. Hans von Aiberg)

Önceki İçerikKesin İnançlılar & Fanatizmin Doğası – 2
Sonraki İçerikÖnemli Bir Çevre Sorunu Çöplerimiz ve Atıklarımız
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.