Oda Tv haber sitesinde 5 Kasım’da yayınlanan ve Milliyet’ten Ayşegül Kahvecioğlu’nun yaptığı ifade edilen habere göre; Diyanet Hukuk Müşavirliği 9-12 Ekim’de Ankara Kızılcahamam’da hukuk müşavirleri, avukatlar, Diyanet İşleri uzmanları ve müşavirlik çalışanlarının katılımı ile bir Hukuk Çalıştayı düzenledi. Çalıştayda siyaset yasağının da aralarında bulunduğu teşkilat yasasındaki disiplin hükümlerinin gündeme geldiği belirtildi. Çalıştayda; kanundaki siyaset yasağı kavramının “yeniden tanımlanması” kararının alındığı ifade edildi.
Diyanet İşleri Başkanlığı, ülkenin en tartışmalı kurumlarından biri. On yıllardır kaldırılmalı mı, kaldırılmamalı mı tartışmalarının gölgesinde vazife yapıyor. Şahsen, Diyanet’i varlığı gerekli bir kurum olarak görüyorum. Diyanet kurumu olmasaydı, ülkede her mahallede birbirinden farklı ve pek çoğu sapkın eğilimli binlerce tarikatın / cemaatin türediğini görürdük. Din hizmetlerinin belli bir standartta verilmesi konusunda Diyanet çok önemli bir vazife görüyor. Ancak bu durum Diyanet’in son derece büyük kusurları ve eksikleri olduğu ve ciddi yapısal reformlara tabi tutulması gerektiği gerçeğini değiştirmiyor.
Şüphesiz ki Diyanet’in en büyük kusuru, fazlasıyla siyasetin güdümüne girmiş olması. Kurum siyasetten arınmak bir yana, gün geçtikçe daha çok siyasete bulanıyor. İşin acı tarafı, bu siyasete bulanma meselesi siyasetçilerin zoruyla değil bilakis Diyanet görevlileri tarafından gönüllü olarak gerçekleştiriliyor. Zaten yazının başında bahsettiğim haberde anlatılan da, kurumun daha fazla siyasette yer alma isteğinden başka bir şey değil.
Halbuki din, siyasetten çok daha üstün ve çok daha kıymetli bir kavram. Diyanet, siyasete bulaştıkça asli misyonu olan dine hizmet etme vazifesine aykırı hareket ediyor. İnsanlar dine karşı daha mesafeli oluyor. Diyanet, siyasete bulaştıkça kendi varlık gayesine ihanet ediyor.
Sünni Müslüman olarak adlandırılan ortalama bir Türk vatandaşı olarak belirteyim ki, Diyanet’in diğer bir büyük eksiği başka inançların ve özellikle de Alevi inancının Diyanet’te temsil edilmemesidir. Bu husus siyasi konjonktürle alakalıdır, ancak Diyanet’in gerek yönetiminin gerekse personelinin kahir ekseriyetinin bu durumdan rahatsızlık duyduklarını zannetmiyorum.
Diyanet’in bizzat kendisine atfedilebilecek diğer bir büyük kusuru da müezzin, imam, vaiz, hatip, müftü ayırt etmeksizin personelinin donanım eksikliğidir. İçlerinde istisnalar olmakla birlikte, bu saydığım Diyanet personelinin büyük kısmı tefsir, hadis, fıkıh gibi dini ilimlerde son derece eksikler. İlmi donanımı geçtim, müezzinlerin, imamların pek çoğunun kıraatları çok kötü. Ezan veya Kur’an okurken tabiri caizse kafasını gözünü kırarak okuyorlar. Üsküdar meydanda okunan ezanın veya Beyazıd Camii’nde okunan Kur’an’ın verdiği huşu ve huzuru -birkaç istisna hariç- maalesef başka yerlerde bulamıyorsunuz.
Diyanet personelinin bu donanım eksikliğinin doğal sonucudur ki, tek bir kişinin bile Diyanet’in faaliyetleri sonucu Müslüman olduğunu veya daha mütedeyyin bir hayat yaşamaya başladığını şimdiye kadar duymadım. Eğer böyle birileri varsa ve ben duymamışsam Diyanet’ten peşinen özür diliyorum.
Diyanet’in siyasete soyunmaya kalkmadan önce kendi personelinin kalitesini yükseltmesi gerekir. Çünkü personel kalitesi ne kadar yüksek olursa, din hizmetlerinin kalitesinin de aynı oranda yüksek olacağı açıktır.
Diyanet’in, aziz mukaddes bir dini, siyasetçilerin elinde oyuncak yapmaya hakkı yok. Diyanet, siyasete soyunmayı bir kenara bırakıp asli vazifelerine yoğunlaşırsa gerçekten bütün insanlığın hayrına olacak neticeler alabilir. Aksi durum Diyanet’in boynunda vebalden başka bir şey değildir.