Avrupa Kültür Başkenti İstanbul 2010 kapsamında IV. Türk Dünyası Sinema Günleri’nin açılışı dolayısıyla yapılan güzel faaliyetler dolayısıyla İ.Ü. Avrasya Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Hayati Tüfekçioğlu’nu ve bu faaliyetlere destek veren kuruluşları kutluyoruz.
Önümüzdeki hafta 27 Şubat 2010 Cumartesi günü saat 14:00’de Aydınlar Ocağı’nın “Dinlerarası Diyalog” konulu açık oturumunu şimdiden sizlere duyuruyoruz.
Türkiye’nin çözüm bekleyen birçok sorunu vardır. Bunlara zaman zaman temas ediyoruz. Ama asıl sorun; Türkiye’ye makas değiştirtici, devletin yapısını yeniden şekillendirici, milli mücadeleyi yapan ve Türk devletini, Cumhuriyeti kuran milli irade ile çelişen gayretlerdir. Türkiye Türkiye olmaktan çıkması halinde, diğer sorunların çözülüp çözülmediği de fazla bir anlam taşımaz.
Küreselleştirmenin inanç dünyaları üzerinde oynadığı oyun; diyalog adı altında toplumları ve kurumları yozlaştırma ve eşgüdüm, kontrol altına alabilmektir. Devlet kurumlarının içerden ele geçirilmesi, geçirilemediği takdirde; alternatif kurum ve egemenlik alanlarının yaratılması esastır. Farklı sermaye grupları üzerinde egemenlik kurma, iktisadi ambargolar yolu ile toplumu sindirme ve hedeflenen yöne çekmek dikkat çeker hale gelmiştir. Diyalog; dini olmaktan ziyade; siyasi amaçlı ve Vatikan patentli, küresel güce hizmet eden ve onunla uzlaşmış bir siyasi harekettir. Sivil toplum kuruluşlarından partilere kadar bir çok kuruluş ele geçirilmeye çalışılmaktadır.
Farklı dinlere mensup bilim adamlarının ve aydınların zaman zaman bir araya gelerek inananların sorunlarını, Dünyamızın değişik meselelerini konuşmalarından ve temaslarından endişe edilecek bir şey yoktur. Ancak, amaç bu değildir. “Biz onlara yaklaşalım ki onları etkileyelim” şeklindeki ütopik ve aşırı iyimser yaklaşım yolu ile belirli bir cemaate mensup bazılarının Hıristiyanlaştığını veya üç dinli, üç peygamberli hale geldiğini maalesef görüyoruz. Bu da diyalogun bir devşirme ve dönüştürme hareketi olduğunu ortaya koyuyor. En son ve en mütekâmil din olan İslâm’ın diğer dinlerden takviyeye ihtiyacı var mı? Diyalog birbirini kabul eden taraflar arasında olur.
* * *
Bazıları “Efendim adam sadece Müslüman’ım dedi; başka bir şeye ihtiyaç duymadı. Ne mutlu..” deme yanlışını gösteriyor. Bu ifade; Arap, İran ve Pakistan gibi ülkelerle ilişkilerimizde belki söylenebilir. Ortak birliktelik ortaya konulabilir. Ülkemizde, maksatlı bir şekilde belirli bir din dairesine yani ümmete mensup olmakla, belirli bir kültüre, milliyete ve milli kimliğe sahip olmak sürekli karıştırılıyor. Bunlar birbirine rakip değil; birbirini tamamlar. Milliyetini, milli kimliğini, Türklüğünü inkâr eden; milli egemenlik ve bağımsızlığından da rahatlıkla vazgeçebilir. Milli çıkarlarını koruyamaz ve meşruiyeti de dışarıda aramaktan rahatsız olmaz.
Dış ticarette Müslüman Müslüman’a malını bedava mı veriyor? Milletleşmenin önüne farklılıklar engelini koyanlar, aynı din dairesi içindeki farklılıkları neden göremezler? Farklı milletlerin İslâm’ı yaşama üslubu bile farklıdır. Bu anormal bir şey midir? Milliyeti ve milletleşmeyi ve millet gerçeğini inkâr; dün de bugün de emperyalizmin arayıp da bulamayacağı bir bakış tarzıdır. Bugün Avrupa’da yabancı kaynaklı nüfusa milli kimliği yerine, Avrupa kimliği dayatılıyor. Dayatanlar ise; kendi milli kimliklerinden asla vazgeçmiyor. Hatta o milli kimlik içinde yabancı kaynaklı nüfusu eritmeye çalışıyor. Belçikalı, Hollandalı veya Alman Müslüman ol telkinleri var. Fransız vatandaşlığı konusunda yabancılara iyi Fransızca konuşmak ve Fransa’ya uyum sağlayabilme mecburiyeti getiriliyor. Bunlar başkadır veya farklıdır denmiyor.
Bir dönem iki süper güç de Türk yerine Orta Asya Müslümanlarından bahsediyordu. AB üyesi Yunanistan’da, Batı Trakya’da Türk ismi yasaklanmıştır. Türklüğü ret, Türk Milletine mensubiyeti ve vatandaşlığı reddir. Balkanlar’da, Kafkaslar’da ve Avrasya’da Türkiye’nin önünü kesmede vasıta olmaktır. Anlaşılan bazılarını fena kullanıyorlar.