Türk devletlerinin ve Türk Milletinin yaşadığı her coğrafyada belirli kesimlerin bitmez tükenmez bir iktidarı ele geçirme hırsı ve arzusu vardır.
Bu kesimlerin; ya dışarıdan aldığı destekler veya iktidar olmak için destek elde etme çabaları olur.
Yani iktidar olmak için her yolu mubah gören ve bu sebeple her türlü tavizi vermeye hazır toplulukları Türk coğrafyasında görmek şaşırtıcı değildir .
Benim ısrarla Osmanlı – Türk Devleti olarak tanımladığım Osmanlı İmparatorluğu’nda da durum böyleydi.
Osmanlı İmparatorluğunda dini bir sınıf mevcuttu. Ulema diye tabir edilen din adamları, medreseler ve müderrisler, dergah ve tarikat mensupları, şeyhler, şıhlar, hocalar bu ayrıcalıklı sınıfı oluşturuyordu.
Herkesin olduğu gibi bunlarında var olma ve iktidar savaşı vardı. Sahip oldukları hak ve menfaatleri korumak ve kaybetmemek istiyorlardı.
Cumhuriyet’in kuruluşu bu sınıfı menfaatlerinden etti. Atatürk’ün; o günleri anlatırken, ülkeye hakim olan din anlayışının İslam’la uzaktan yakından ilgisinin kalmadığını ve mutlaka gerçek İslam’ın halkımıza öğretilmesi ve yaşanmasının gerekliliğini her zaman vurgulaması bu durum açısından dikkat çekicidir.
Ancak menfaatlerini kaybeden bu topluluk; içten içe mücadelesini sürdürmüş ve yaşadığımız bu günlere gelinmiştir.
Cumhuriyetin ilanı ile hak ve menfaat kaybına uğrayan bu kesimlerin; İmam hatip, başörtüsü gibi dinle alakalı meseleleri kullanmak suretiyle ve mağdur edebiyatı yaparak iktidara ulaştığını hep birlikte gördük.
RTE’yi, haşâ peygamber gibi gören, Tayyib’i üzmenin Allah’ı üzmek olacağını söyleyen, yetmedi halkı Erdoğan için şükür namazı kılmaya davet eden din tacirlerinin esas amacı uzunca bir zamandır yeniden kazandıkları bu hak ve menfaatleri koruyabilmektir.
Bunun için kullanılacak her yol mubahtır ve en elverişli yolda halkın gönlünde ve aklında perçinleşmiş olan İslam dinidir.
Bu sebeple mübarek dinimizin; iktidar sahipleri ile bu siyasetçiler üzerinden rant temin eden insanlar tarafından acımasızca kullanıldığını görmekteyiz.
Siyasal İslamcılar; Ülke adına bir şey üretemedikleri için sınırsız bir hazine olarak gördükleri dini ve milli değerleri kullanarak, Türk halkının kafasını karıştırmaya çalışmaktadır. Başbakanın Osmaniye’de yaptığı konuşmada, bu konulardaki keskin dönüşlerin nedeni budur.
Seçim yaklaştığı için Türk Milletine vaat edecek bir şeyi kalmamış olan AKP iktidarı; yine başörtüsü kozuna sarılarak mağdur edebiyatı yapmaya başlamış ve “Türk” sözcüğünü ağzına almayan Başbakan ise Mevlüt Çavuşoğlu’nun Avrupa’daki başarısını bir “Türk” ün başarısı olarak satmaya kalkmıştır. Çünkü artık sıkışmıştır onun için “Türk”e sarılmak zamanı gelmişte geçmektedir bile.
Geçenlerde kulağıma takılan “Haburcu AKP” sözcüğü aslında çok şey anlatmaktadır.
Peki bu din istismarcılarının politika kazanına nerelerden malzeme taşınmakta ve politika yemeğinin aşçılığını kimler yapmaktadır?
Yeniçağ Gazetesinden Selcan Taşçı “Devletin onurunu, milletin namusunu lekeleyen çuvalcı Amerikalı Odierno, elini kolunu sallaya sallaya aramızda dolanıyor, Emine Hanım’ın başörtüsü için kavga edenlerin umurunda değil” diye yazıyor.
Soruyorum size; Devletin ve milletin, namus ve onuru iktidara emanet değil mi? Bu namus; çuvalcı Amerikalı el üstünde tutularak mı korunuyor?
Türkiye’nin Batı ile ilişkilerini sanki bozukmuş gibi tekrardan rayına oturtmak için 2008’in sonu 2009’un başında ABD, AB ve Türkiye’nin benimseyebileceği ve hepimizin üzüntü ile izlediği adımlar kimler tarafından iktidara dikte edilmiştir?
Yani 29 Mart 2009 Yerel seçimlerinden sonra yeni bir şeymiş gibi kamuoyuna ilan edilen ve Türkiye’yi düzlüğe çıkaracağı iddia edilen politikalar nerede pişirilmiştir?
Bunların içinde yer alan, Türkiye ve Kürtler arasında bir “Büyük Pazarlık” ın teşvik edilmesi önümüze “Kürt Açılımı” olarak sunulmuştur. Şimdi Batının Türk milletine karşı AKP eliyle yürüttüğü bu anlamlı proje; Ajda Pekkan, Ferhat Göçer, Sezen Aksu, Mahsun Kırmızıgül ve Yılmaz Erdoğan gibilerle magazinleştirilerek Türk halkına yeniden yedirilmeye başlanacaktır. Bunun için önce; MHP kalesi başka açılardan sarsılmaya çalışılmaktadır.
Türkiye’de liberalizmin ve demokrasinin, Milli Görüş temelli AKP eliyle desteklenmesini isteyen politika pişiricileri; “İslami yönelimli bir hükümet laik Türklere dini bir gündemi dayatmaya teşebbüs etmediği müddetçe ve bilhassa güçlü bir Batı yanlısı (buraya dikkat!) ve demokratik yönelimleri sürdürüyorsa, Birleşik Devletler ve Avrupa’nın bu hükümeti desteklemekten kaçınmak için hiç bir nedeni yoktur” diye hükümetin politika kazanına malzeme koymuştur.
Birileri, çoktan gaye olmaktan çıkmış ve ete kemiğe bürünen bir gerçeğe dönüşmüş olan “AB üyeliği hayali” nin yeniden bir taahhüt olarak Türk Milletine sunulması gerekliliğini vurgulamaktadır. Bu süreçten şüphe duyan Türklere; somut biçimde, zorunlu bir katılım sürecinin, sonu olmayan bir süreç anlamına gelmediğini göstermek gerektiğinin söylenmesini istiyorlar. Kimden? Din figürleri ile ayakta tutulmaya çalışılan AKP iktidarından.
Ya Ermenistan ve Ermenilerle tarihi uzlaşmanın desteklenmesine ne demeli? Eğer Ermeniler böyle yapmaya devam ederlerse Türk Milliyetçiliği azacakmış! Bunu önlemek için Ermenistan ve Türkiye yakınlaşmalıymış. Tarihsel olaylara ışık tutmak için kendi harekete geçen ve özgür tartışmaya izin veren Türkiye; Batı’da hoş karşılanacak ve AB’ye girme şansımız artacakmış.
Söyleyin bakalım; size bunları kim söyledi?
Nihayet bir bakla daha hükümetin politika kazanına daha ekleniyor: Kıbrıs’ta siyasi çözüm… Kıbrıs; malum çevrelere göre, Türkiye’nin Batı ile yabancılaşmasına katkı sağlamıştır. Bu tez Batı’nın iddiasıdır. Hrıstiyan Batının; bu tezine sahiplenen din motifli iktidar hemen söylenileni yaparak Türk tezlerine aykırı biçimde Batılı ortakları ile Kıbrıs’ta siyasal bir çözüme doğru koşmaya başlamıştır .
Hangi birini anlatalım; başlangıçta profilini çizdiğimiz din tacirleri tarafından sokak sokak desteklenen bu iktidar; halkının uygulanan politikalarla ilgili gerçekleri öğrenmesini istemediği için yine halkını üstü örtülü psikolojik operasyonlara maruz bırakmıştır. Bu bir istihbarat stratejisidir. Ama kimin?
Araştırmacı – Yazar Aytunç Altındal her yerde bas bas bağırıyor; Türkiye’nin istihbarat zafiyeti var istihbarat kalmadı diye…
Türkiye’de gelişen olaylara ve iktidar tarafından uygulanan politikalara bakınca bunların dış güçler tarafından reçete yazılmak sureti ile Türk halkına verilen ilaçlar olduğunu görüyoruz.
Dini argümanları kullanarak halkın gözünü boyayan öte yandan Hrıstiyan Batı ile işbirliğine giderek Batı’yı temsilen İslam Dünyasının liderliğine soyunma garabetini yaşayan bu iktidar; bu kez de MHP’nin güçlenmesi karşısında paniğe düşerek, yandaş basını kullanarak Devlet Bahçeli ve MHP’yi kendisine alternatif gördüğü için hedef almaya başlamıştır.
Din tacirlerinin aslında kendi hak ve menfaatlerini korumak için ayakta tutmaya çalıştıkları bu iktidarın; politika yemeğini hazırlayanların kimler olduğu artık apaçıktır. Bu nedenle kömür ve erzak yetmedi buzdolabı dağıtmak, emekliye, işçiye, köylüye, esnafa sadaka mahiyetinde bir parmak bal çalmak, Yüce dinimiz İslam’ı kullanmak; bu iktidarın oylarını korumaya yetmeyecektir. Bu sebeple kafaları karıştırmak, gönülleri bulandırmak için her yol denenmelidir. Hedef, hakkında TBMM’de tek bir dosya dahi bulunmayan Devlet Bahçeli ve onun partisi MHP’dir.
Ancak hepimiz biliriz ki; korkunun ecele faydası yoktur! Her şeyin başlangıcı olduğu gibi bir de sonu vardır. Adama bir gün “AK” landa gel deyiverirler…