Önce şunu belirtelim ki; Filistin Başkanı Abbas Efendi’nin gerek
Yunanistan ziyaretinde ve son olarak da Çin’de Uygur Türklerini teröristlikle
suçlama küstahlığını hayretle izledik. Soydaşlarımıza ve dindaşlarımıza yapılan
ve Türkleri yaralayan sözleri açık bir saygısızlık, diplomatik nezaketsizlik ve
Türkiye’ye karşı affedilmeyecek bir vefasızlıktır. Uygur Türkleri vatanlarında
yıllardır Çin zulmüne uğramış, insan hakları ayaklar altına alınmış, bunların
evlerini bile Çinli milisler işgal etmiştir. Bu densizliği ve alçaklığı nefretle kınarız.
Açık ve kapalı Çin hapishanelerinde ve kamplarda ölümü bekleyen bu
insanlarımıza karşı bu çirkinlik sergilenmemeli idi. Kaldı ki Türkiye maddi ve
manevi fedakarlıkları Filistin’e yapmış bir ülkedir. Ne diyelim; insanda biraz
utanma olur.
Gerek anayasayla ilgili yazı ve konuşmalarımızda, gerek terörle ilgili
değerlendirmelerimizde zaman zaman teröre verilen tavizler karşısında hep
endişe duymuştuk. Endişemiz demokrasinin teröre yenik düşürülmesiydi.
Maalesef terörlü ve karmaşa yıllarında yargı ile yönetmenin birbirlerini rakip
konumuna soktuklarını yaşamıştık. Rahmetli Demirel’in iktidarda ve Başbakan
olduğu bir dönemde rejimi devirmek için aşırı sol guruplarca organize bir miting
ve yürüyüş düzenlenmişti. Hükümet rejime örtülü bir saldırı olan bu toplantıya
izin vermemişti. Bir cumartesi günü yapılacak olan bu toplantı için aşırı sol
ittifak cumartesi mesaisinin bitimine yakın Danıştay’a başvurmuş ve yürütmeyi
durdurmuştu. Toplantı da böylece yapılmıştı. Bu örnekler çoktur.
Türkiye’nin Anayasa sistemini yıkmak, rejimi değiştirmek, milli birlik ve
bütünlüğünü dinamitlemek, ülkeyi bölüp parçalara ayırmak, etnik çatıştırmaları
darbe sürecinde kullanmak isteyen zaman zaman siyasetçiden tavizler alan aşırı
sol ve bölücü ittifakı hem fikirleri, hem de eylemleri ile ortaya çıkmışlardır.
Bunların anayasa suçu işledikleri Türk milletini kalabalıklaştırarak milli birliği
bozma peşinde oldukları çok açık ve nettir. Bu durumda cezasız bırakılmayacak
suçlar işlenmiştir. Hukukun ufku sadece kalın hukuk kitaplarının içine
hapsedilemez. Bölücü ve ırkçı terör örgütleriyle iç içe olan demokrasimizin
defosu olan partiler de görülmüştür. Bunlar sırtlarını açıkça örgüte dayadıklarını
söylemişler ve birbirleriyle karşılaştıkları durumlarda birbirlerine sarılmayı ve
öpüşmeyi ihmal de etmemiştirler. Bunlardan devamlı parti doğumları olmuş
seçime girmemiş malum bir partiye para yardımı yapıldığı görülmüştür.
Hazinemiz bir çiftlik olmadığına göre, bu yardım neyin karşılığıdır? Son kırk
seneden bugüne rejimi devirmek için dağa çıkan veya kaçırılıp çıkarılan
militanlaştırılan insanlarımız devletin güvenlik güçleriyle çatışmıştır ve
çatışmaktadır. HDP’nin kapatılmasının geciktirilmesi hangi gerekçelere
dayanmaktadır? Alınan bazı kararlarda dış siyasi baskı var mıdır? Her ülke
teröre karşı kendini korumakla yükümlüdür. Bu haklı mücadele hukukun
bağımsızlığı ve tarafsızlığını ortadan mı kaldırıyor? Sözde dost ve
müttefiklerimiz neden iç işlerimize bu kadar fazla karıştırılmaktadır? Anayasa
Mahkemesi’nin hakimleri TC vatandaşlarıdır ve terörün hangi tehlikeli noktalara
uzandığını takdir edecek yaştadırlar. Terörle mücadelede asker, polis, kamu
görevlisi, korucu şehitlerimiz vardır. Böyle bir ortamda terörle iç içe olan bir
siyasi partiyi teşvik edici bir karar kabul edilebilir mi? Teröre harcanan maddi
kaynak ortadadır. Eğer anayasa mahkemesinin partiyi kapatma kararı
geciktiriliyor ise, o zaman İspanya’da Batasuna Partisini kapatan iç hukuk ve bu
kapatmayı uygun bulan AİHM’nin kapatma kararları yanlış mı olmuştur? Bu
özgürlükçü bir bakış tarzı mıdır?
Yasaların toplumda fonksiyonel sosyal değerleri göz önüne alınmalı
sadece çıplak yasa maddelerine teslim olunmamalıdır. Ayrıca ülkemize göre
itibari değerlendirmeler yapılabilmelidir. Toplumu işleten fonksiyonel bir değer
taşıyan hukuk kurumunun toplumla yabancılaşması doğru kararların çıkmasını
engelleyebilir. Yazılı hukuk kararlarıyla yazısız hukuk çelişmemelidir. Hukuku
bizzat hukukçular yıpratmamalıdır. İktisatçı gibi hukukçu da gerektiği
durumlarda bir sosyolog gibi konulara yaklaşabilmelidir. Toplum hekimliğine
soyunabilmelidir. İktisatta “iktisadi insan” fikri nasıl ki iktisadın sosyal arka
planını ihmal etmemeyi gerektirirse; hukuki adamın (homo juridicus) da aynı
şekilde hareket edip içtihada ve toplum gerçeğine kapalı olmamalıdır. Meslek
ve branş asabiyetini aşabilme uygun olabilir. Türkiye’de ihanet odaklarına
kaliteli gübre atılması kabul edilebilecek bir şey değildir. Yakın tarihimiz yargı ve
yürütme çekişmelerinin doğurduğu faturaları ödemekle geçmiştir.