Cem Sultan

114

Târihî Roman
yazarı M. Turhan Tan’ın telif ettiği
13,5 X 21 santim ölçülerinde, 286 sayfalık Cem
Sultan
isimli eser, Osmanlı târihinin en ilgi çekici olaylarından biri olduğu
kadar çok hazin bir yaşanmış hikâyedir.

Fâtih Sultan
Mehmed Han’ın vefatı ile Osmanlı tahtına geçen İkinci Bayezid ve şehzâde
Mustafa’dan sonra Gevherhan Hâtun ve Ayşehan Hatun isimli evlatlarının üçüncüsü
olarak 22 Aralık 1459 yılında Edirne Sarayı’nda, Çiçek Hâtun’dan dünyaya geldi.
Cem Sultan’ın:  Murad, Ayşe Sultan, Abdullah,
Gevher Melek Sultan, Muhammed Sayd isimlerini verdiği 6 evlâdı vardır. Babası
seferde iken Edirne ve İstanbul’da babasına vekâlet ederek Osmanlı tahtında
oturduğu için saltanatta hak iddia ederek Ağabeyi Bayezid ile taht kavgasına
girişti. ‘Ya devlet başa, ya kuzgun leşe!’
kuralının geçerli olduğu bu acımasız mücadeleyi kaybeden taraf Cem Sultan oldu.
‘Hükmü ilahi’, saltanatı ona nasip etmemiştir.

Cumhuriyet
döneminin ilk ve başarılı târihî romancılarından M. Turhan Tan, Anadolu’daki
savaşı kaybeden Cem Sultan’ın hayatını kaleme aldığı romanında Hicaz ve Mısır
yolculuklarına çıkan, akabinde Rodos şövalyelerine sığınan ardından Fransa ve
İtalya sürgünlerini yaşayan Cem Sultan’ın macerâlarını târihî kaynaklara
istinat ederek okurlarına sunuyor. M. Turhan Tan, târihî gerçeklere sıkı sıkıya
bağlı kalarak kurguladığı romanında kendi üslubunu yansıtıyor ve Cem’i şâirliği
yanında pek çok vasfı ile okuyuculara takdim ediyor.

Cem Sultan’ın
şiirlere ve destanlara konu olmuş sürgünü dolayısıyla romanda dönemin sosyal
havasının yanı sıra devrin Avrupası ve Osmanlı ile olan ilişkileri hakkında da
malûmat sâhibi olunabiliyor…

Cem Sultan
isimli eser, sâdece nefis ‘Cem Sultan şiirleri’ için bile okunabilecek harikulade
bir roman…

***

Cem Sultan,
ilk terbiyesini ve eğitimini saray hocalarından aldı. Beş yaşına gelince, bir
hocaya verilerek Kastamonu sancakbeyliğine gönderildi. Eğitim ve öğrenimine
burada da devam etti. Fâtih Sultan Mehmed Han’ın, büyük oğlu Mustafa’nın 1474
yılında vefâtı üzerine Cem Sultan Karaman eyâletine gönderildi. Cem Sultan
Konya’da kaldığı müddet zarfında, tahsilinin yanısıra ata binmek ve her türlü
silâhları kullanmakta büyük bir mahâret kazandı. Sağlam yapılı bir genç hâline
gelen Şehzâde, Karaman eyâletinde halkın muhabbet ve teveccühünü kazandı.
Harâbe hâlindeki Larende’de saray, bedesten ve çarşı yaptırmak sûretiyle geniş
îmâr faâliyetlerinde bulundu.

1481’de Mısır
Seferine çıktığı tahmin edilen Fâtih Sultan Mehmed Gebze’de hastalanarak vefât
edince, babasının yerine tahta çıkan İkinci Bâyezîd’e kardeşi Cem Sultan
muhâlefet etti. Cem, Bâ- yezîd’in aksine, babasının pâdişahlığı zamânında
doğduğunu, bu yüzden Uzun Hasan Seferi sırasında babasına vekâlet ettiğini
belirterek, asıl kendisinin tahta geçmesi îcâb ettiğini ileri sürüyordu. Bu
sebeple harekete geçen Cem Sultan, bir ara Bursa’ya hâkim olduysa da, Gedik
Ahırçed Paşa’nın Sultan İkinci Bâyezîd’le birleşmesi üzerine Konya’ya çekilmek
mecbûriyetinde kaldı. Daha sonra Kâhire’ye giden Cem Sultan burada Sultan
Kayıtbay tarafından merâsimle karşılandı. Cem, 20 Aralık 1481’de hac farîzasını
yerine getirmek üzere Mekke’ye gidip, 12 Mart 1482’de Kâhire’ye geri döndü. Bu
arada eski Karaman beyi olan Kasım Bey, Cem’i tahrik ederek Karaman beyliğini
yeniden kurma düşüncesindeydi. Aynı zamanda Ankara sancakbeyini de yanına
çekmeyi başarmıştı. Bu durum üzerine bir defâ daha şansını denemeye karar veren
Cem Sultan’ın, Konya ile Ankara’ya karşı bizzat giriştiği taarruz
başarısızlıkla neticelendi. Bunun üzerine önce Akşehir’e sonra da Kasım Bey ile
birlikte Taşeli’ne çekildi. Konya Ereğlisi’ne gelen Sultan İkinci Bâyezîd’le yeniden
müzâkerelere girişti. Ancak bu müzâkereler de diğerleri gibi netîcesiz kaldı.
Çünkü onun Kudüs’te oturmasını teklif eden Sultan İkinci Bâyezîd’e karşılık Cem
Sultan, Osmanlı topraklarında hâkim olacağı bir bölgenin kendisine tahsis
edilmesi husûsunda ısrar ediyordu. Bunun üzerine kardeşi ile mücâdele eden
Sultan İkinci Bâyezîd’in kendisine bâzı tâvizlerde bulunacağını ümid eden Kasım
Beyin teşviki ile Cem Sultan, nihâyet Rodos şövalyelerine mürâcaat etmeye karar
verdi. 29 Temmuz 1482 günü, Rodos limanında karaya ayak bastı. Talihsiz şehzâde
için, 12 yıl 7 ay devam edecek ve sonu ölümle noktalanacak olan acı gurbet
hayâtı başlamış oluyordu.

Rodos
şövalyelerinin başı Pierre d’Aubusson daha önce imzâladığı bir senetle Cem
Sultan’a istediği zaman Rodos’tan ayrılabilme hakkını tanımıştı. Ancak bu
sözünü çabuk unuttu. Şehzâdeyi elde tutmakla Sultan Bâyezîd Han’a istedikleri
yolda anlaşma yapmaya ve adalarını Osmanlıların fethinden kurtarmaya, aynı
zamanda para koparmaya muvaffak olabileceğini ümit ediyordu. Ancak Cem Sultan’ın
Türk topraklarına yakın olan bu adada bırakılması tehlikeli olacaktı. Böylece
Cem Sultan, maiyetiyle birlikte bir müddet Nis’de, bir müddet de Şambri ve Puy
kalelerinde ikâmet etti. Öte yandan d’Aubusson ile Sultan İkinci Bâyezîd
arasında bir antlaşma imzâlandı. 7 Aralık 1482 târihli bu antlaşmaya göre Cem
Sultan’ın bakım masrafı olarak, Rodos’a her yıl 45.000 duka altını ödenecekti.

Şövalyeler 6,5
yıl ellerinde tutmaya muvaffak oldukları Cem Sultan’dan âzami derecede istifâdeye
bakıyorlardı. Bu arada Avrupa’da Cem Sultan’ı elde edebilmek için siyâsî
faaliyetler vardı. Fransa, Macaristan, Venedik ve hattâ Memlûk Sultanlığı bu
gâye ile şövalyelere câzip tekliflerde bulunuyorlardı. Nihâyet Cem Sultan’ın
Alman İmparatorluğunun eline düşmesi ihtimâlinin belirmesi üzerine endişeye
düşen Fransa, onun Papanın himâyesine verilmesini kabul etti. Bu faaliyetlerden
şüphelenen Cem Sultan, Bâyezîd’e gönderdiği bir mektupta kendisini küffâr
elinde bırakmamasını istedi. Nihâyet Toulan’dan yola çıkan Cem Sultan ve
maiyeti, Mart 1489’da Roma’ya vardı. Burada büyük bir törenle karşılanarak Vatikan
Sarayına yerleştirildi.

Papa Sekizinci
İnnocent tarafından resmen kabul edilen Cem Sultan, teşrifât memurunun bütün ısrarlarına
rağmen kavuğunu çıkarmaya ve diz üstü çökmeye râzı olmayarak, doğru Papa’nın
yanına gidip ona ve yanındaki kardinallere başıyla selâm verdi. Papa da, onu
kucaklayıp öptü. Papa ile görüşmelerinde Avrupa’ya ne maksatla geldiğini anlatarak,
artık Mısır’a gidip âilesiyle berâber olmaktan başka bir emeli kalmadığını
açıklayan Cem Sultan, Papa’nın aracılığını istedi.

 Ancak Cem Sultan’ın üzüntüsüne iştirâk etmiş
görünüp onunla birlikte gözyaşı döken Papa, hakîkatte onu âlet ederek
Osmanlılar üzerine bir Haçlı seferi açmak emelinde olduğundan, Macaristan’a gitmesini
tavsiye etti. Cem Sultan’ın böyle bir hareketin, İslâm âleminde lânetle
karşılanacağını belirtmesi üzerine de, Papa Lâtince ağır bir cümle kullandı.
Aynı dili bildiği anlaşılan Cem Sultan’ın mukâbelesinde papayı mahçup ettiği
görüldü. Papa İnnocent, Cem Sultan’ı, Hıristiyan yapabilirse, Haçlı seferinin
gerçekleşeceğini ve Osmanlıları Avrupa’dan atmanın mümkün olabileceğini
sanıyordu. Bu sebeple bir gün, kendisiyle görüşürken Hıristiyan olmasını resmen
teklif etti. Ama yanılmıştı. Cem Sultan, kendisine; değil Osmanlı pâdişahlığı,
hattâ bütün dünyânın pâdişahlığı pâyesi verilse, dîninden dönmeyeceğini sertçe
bildirdi.

Papa
İnnocent’in 1492 yılında ölümü üzerine yerine Altıncı Alexandre Burgia seçildi.
1494 yılında İtalya sınırını aşarak Roma’ya giren Fransa Kralı Sekizinci
Charles, papa ile anlaşarak Cem Sultan’ı yanma aldı. Cem Sultan Fransız ordusu
ile Roma’dan ayrılarak Fransızların Napoli seferine iştirâk etti ve birçok
kalelerin zaptına şâhid oldu. Napoli Krallığının mukâvemetinin kırıldığı sıralarda
Cem Sultan’da hastalık belirtileri ortaya çıktı. Bir müddet sonra, hastalık
daha da ilerleyerek, yüzü ve boynu şişti. Artık ata binecek hâli kalmadığından
sedye ile naklediliyordu.

Cem Sultan
böyle bir durumda bile dâimâ, ‘Yâ Rabbî!
Eğer bu kâfirler beni bahâne edip Müslümanlar üzerine yürümeye kalkarlarsa,
beni o günlere eriştirme, canımı al
!’ diye duâ ediyordu. Nihâyet 25 Şubat
1495 Çarşamba sabahı, Kelime-i şehâdet getire getire rûhunu teslim etti. Cem
Sultan o sırada 35 yaşındaydı.

Cem Sultan’ın
hastalık veya zehirlenme netîcesinde öldüğüne dâir muhtelif rivâyetler vardır.
Osmanlı müellifleri genellikle papa tarafından gönderilen bir berberin zehirli
ustura ile Cem Sultan’ı traş ettiğini ve ölümüne sebeb olduğunu bildirmektedir.

Haberin
İstanbul’a ulaşmasından sonra, Sultan Bâyezîd’in emriyle dükkânlar, çarşılar
kapatıldı, fakirlere para dağıtıldı. Ülkedeki bütün câmilerde gıyâbî cenâze
namazı kılındı. Tâbutu ise ancak 1499 yılında ülkeye getirildi. Bursa’ya götürülerek
Fâtih Sultan Mehmed’in büyük oğlu Mustafa’nın yanma gömüldü.

Cem Sultan
şâir ve edip ruhlu bir zât olup, Dîvân’ı vardır. Avrupa’da bulunduğu müddetçe
Fâtih Sultan Mehmed’in oğluna yakışır sûrette hareket edip, herkesin gıpta ve
sevgisini kazanmıştı.

Vatan hasretini dile getiren, Allah’tan niyazda bulunan Cem Sultan’in Dîvân’ından
bir bölüm:

Can dimağına irup buy-i vatan

Dil diler kim görine ruy-i vatan

Çeşmey-i Hayvan’dan iy dil hoş durur

Ben garib üftadeye cuy-i vatan

N’ola can istesem çün yeg durur

Bağ-i cennetden bana kuy-i vatan

Gönlüm eyler da’ima anı taleb

Bend olaldan bana gisuy-i vatan

Hürrem olup Can-i Cem irdi safa

Dil sabadan alalı buy-i vatan

Ötüken Neşriyat’ın eseri sunuş yazısı:

M. Turhan Tan
mâlûmunuz üzere Cumhuriyet döneminin ilk târihî roman örneklerini veren
yazarlardan biridir ve üstelik bu yazarlar arasında belki de en başarılısı
denilebilir. Çünkü M. Turhan Tan’ı farklı kılan iki önemli özelliği vardı.
Bunlardan birincisi, yazdığı târihî romanlarda mutlaka târihî kaynaklara atıfta
bulunması ve böylece bir roman dâiresi içinde kalmakla birlikte, târihî
gerçeklere de aykırılık teşkil etmemeye çalışmasıydı. Öyle ki, sâdece Cem
Sultan’da değil, M. Turhan Tan’ın bütün târihî romanlarında mutlaka târihî
kaynaklar dipnot olarak verilmektedir. M. Turhan Tan’ın ikinci özelliği ise iyi
bir romancı olmasıdır. Yâni, ‘bir târih
tezi işlemek maksadıyla, alanım olmasa da bir roman yazayım
,’ düşüncesi
içerisinde bulunmayan, gerçekten roman sanatını idrak etmiş ve bu mânâda kalem
oynatırken romanın ve romancılığın kendine ait birtakım inceliklerini gayet
başarılı bir şekilde kullanan bir yazardır.

Cem Sultan isimli
eserine baktığımızda Türk ve dünya târihinin en hazin şehzade hikâyelerinden
birisine ship olduğunu görebiliyoruz.

Cem Sultan’ın,
ağabeyine göre üstün vasıfları vardır. Anadolu’daki savaşını kaybeden Cem, uzun
ve hazin bir gurbet yolculuğuna çı-kacaktır. Roman onun Hicaz ve Mısır
yolculuklarının ardından Rodos şövalyelerine sığınmasıyla birlikte Fransa ve
İtalya sürgünlerini de ele alan bir anlatıma sâhiptir.

M. Turhan Tan, târihî
gerçeklere bağlı kalarak kurguladığı romanında hem kendi üslubunu yansıtıyor, –
aşk macerasına yer veriyor, bunu yaparken Cem Sultan’ın bu gönül ilişkilerinin
gerçek olduğunu da bizlere bir kez daha hatırlatıyor.

Cem Sultan pek çok
vasfı haiz olmakla beraber usta bir şâirdir. M. Turhan Tan bir edebiyat
eserinde onun bu şairliğini son derece başarılı bir şekilde yansıtmıştır. Öyle
ki, Cem Sultan’a ait olan birtakım şiirleri romanında kullanmıştır. Bunlar
Cem’in şâirlik yeteneğinin ne kadar üst düzey olduğunu bizlere anlatmaktadır.

M. Turhan Tan târihî
bir karakteri anlatırken esasında, şahsî olarak yaptığı şeyin bir edebiyat işi
olduğunu unutmamış ve bu anlamda çok başarılı bir eser ortaya koymuş. M. Turhan
Tan Kitaplığının belki de en başarılı romanlarından birisi olan Cem Sultan’ı
okuduğunuz zaman hadiseleri kontrol etme ihtiyacı hissedebiliyorsunuz. Bunun
esas sebebi ise romandaki gerçekçi hava ile oluşturduğu merak unsurudur.

Meselâ Cem Sultan’ın
vefat edişine dâir iddiaların odağında yer alan meşhur bir devlet adamından
bahsediliyor. Romanı okuduğunuz vakit, ‘bu
bir kurgu mudur yoksa gerçek midir
?’ diye merak ediyorsunuz ve sonrasında
yaptığınız kısa bir araştırmayla vakanın gerçek olduğunu görebiliyorsunuz. İşte
bunun gibi târihî gerçek karakterlerin yanı sıra kurgu olan karakterlere de yer
veriliyor.

Dönemin sosyal havasının
yanı sıra romanın bir kısmının sürgün sebebiiyle, Avrupa’da geçmesinden ötürü
devrin Avrupa’sı ve Osmanlı ile olan ilişkileri hakkında da mâlûmat sâhibi
olabiliyorsunuz.

Nihayetinde
denilebilir ki, M. Turhan Tan’ın bütün eserlerinde olduğu gibi yine çok iyi bir
târihî roman okurken, aynı zamanda târihî bir şahsiyetin hayatı ile ilgili de
gerçekçi bilgilere sâhip olabilirsiniz.

M. TURHAN TAN

 (7 Mart 1885-25 Aralık 1939) Asıl adı Mehmet
Sâmih Fethi’dir. Babası Ahmet Fethi Bey’in İstinaf Mahkemesi Ceza Reisliği
görevi sırasında Diyarbakır’da doğdu. Aslen Sivaslı tanınmış bir ailenin çocuğu
olarak eğitiminin yanı sıra Arapça ve Farsça özel dersler aldı. Üsküp’te kısa
bir süre edebiyat öğretmenliği görevinde bulundu. Samsun, Amasya tahrirat
müdürlüklerinde, Remadiye, Yalvaç kaymakamlıklarında, Çorum ve Kayseri
mutasarrıflıklarında bulundu. Kurtuluş Savaşı sırasında Sivas milletvekilliğine
seçildi. 1922 yılından sonra kendini basın ve yayın işlerine verdi. 1939
yılında iki ay kadar süren hastalığının ardından vefat etti. Edirnekapı
Şehitliği’ne defnedildi.

M. Turhan Tan,
edebiyat hayatına aruz vezniyle yazdığı şiirleriyle başladı. Tasvir-i Efkâr ve
Tercüman-ı Hakîkat gazetelerinde ‘S.’, Servetifünun Dergisi’nde ‘Bedrettin
Mümtaz’ isimleriyle yazıları yayımladı. Hayat ansiklopedisinde ‘M. S.’ Adıyla
yayımlanan maddeler de M. Turhan Tan’a âiti. Asıl ününü M. Turhan Tan adıyla
yazdığı târihî romanlarıyla yakaladı. Akından Akına ve Cem Sultan Fransızcaya;
Piçler ve Osmanlı Rasputin’i Cinci Hoca Yunancaya; Hürrem Sultan Fransızca, Yunanca
ve Almancaya çevrilmiştir.

Kitap hâlinde yayınlanan romanları: Akından Akına, Alafranga
Bir Hanım, Âli Maceralar, Büyücü Karı, Cehennemden Selâm, Cem Sultan, Cengiz
Han, Devrilen Kazan, Düğün Gecesi Sağır Güveyin Muaşakası, Gönülden Gönüle, Hint
Denizlerinde Türkler, Hürrem Sultan, Kadın Avcısı, Kâfir Hakîkat, Krallar
Avlayan Türk, Kurnaz Kız, Mâruf Aynalı Necibe’nin Kızı, Nedime, Osmanlı
Rasputini Cinci Hoca,  Safiye Sultan, Sevinç
Han, Timurlenk, Üç Ay Yatakta, Viyana Dönüşü

Tefrika
olarak yayınlanan romanları:
Yenge Hanım, Zifaf Gecesi Harem Ağasının Muaşakası, Avareler,
Baht İşi, Benli Mehmet,  Bir Avuç Kül,
Deli, Niçin, Paşalar, Paşazadeler,  Piçler.

 Masal: Alaeddin ve Sihirli Lamba
Hikâyesi.

Biyografi: Atatürk, Mehmet Akif.

Gezi: Avrupa Notları: Balkan’da
Karagöz Neler Görmüş?, Karagöz Edirne’de.

Derleme-
İnceleme:

Târihte Türkler İçin Söylenen Büyük Sözler,  Târihî Musahabeler.   

Makaleler: Köşe Penceresinden /
Dil ve Edebiyat Yazıları.

 

ÖTÜKEN
NEŞRİYAT A. Ş.

 İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu
34433 İstanbul Telefon: 0.212- 251 03 50 

Belgegeçer: 0.212-251 00 12 e-Posta: otuken@otuken.com.tr  www.otuken.com.tr

 

Önceki İçerikMuhalefetin İktidarı Ayakta Tutma Görevi
Sonraki İçerikSeçime Giderken Yanlışlar Ve Ayıplar Dizisi
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.