Geçtiğimiz günlerde Meclis’te iki tane önemli oturum yapıldı. İlki, kamuoyunda emeklilikte yaşa takılanlar olarak bilinen ve ilk sigorta girişi 1999 Eylülünden önce olan kişilerin yaşı beklemeksizin emekliliğe hak kazanmalarına dairdi. İkincisi ise, Tunceli’de iki askerimizin donarak şehit olmalarıyla alakalı araştırma önergesinin oylanmasıyla ilgiliydi. MHP, her iki oylamada da “çekimser” oy kullandı.
Bir yanda milletin menfaatinin, diğer yanda Ak Parti’nin siyasi geleceğinin söz konusu olduğu her iki oylamada da, MHP çekimser oy kullanarak aslında zımnen Ak Parti’ye destek verdi.
Yarım asra yakın bir mazisi ve hali hazırda Mecliste 50 tane milletvekili bulunan köklü bir partide, bu yanlış karara karşı çıkacak veya en azından bu kararı eleştirecek tek bir kişi bile çıkmadı. Ama hakkını yememek lazım, Türkiye’de siyasi partiler genel başkanlarıyla özdeşleştiği ve parti içi demokrasi dediğimiz kavram söz konusu olmadığı için bu durum sadece MHP’ye has bir durum değil. Türk siyasetinin kronik bir sorunu bu.
Türkiye’de siyaset tamamen parti genel başkanının şahsi rüzgarına göre yönleniyor. İstişare, ortak akıl, beyin fırtınası gibi kavramlar Türk siyasetine oldukça yabancı. Çok ilginçtir lider sultasının en yoğun göründüğü parti olan Ak Parti, bu konuda diğerlerine göre bir kaç adım önde. Kısmen de olsa konuların MKYK’da tartışıldığını, seçim öncesi aday belirleme sürecinde teşkilat içinde bir temayül yoklaması yapıldığını Ak Parti’de görebiliyoruz.
Siyasi partiler ordu-millet olma özelliğimizi son derece yanlış anlayıp Türk Silahlı Kuvvetleri’nde fevkalade kusursuz işleyen ve başarı getiren koşulsuz itaat kavramını sivil kurumlarda da hakim kılıyorlar. Bu koşulsuz itaat meselesi sivil siyasette sorgulanmayan liderler, beyin fırtınası yapılamadan alınan yanlış kararlar, makamlarda yanlış isimler ve ülkenin sorunlarına çözüm üretmeyen bilakis kendisi artık sorun haline gelen siyasetçiler olarak karşımıza çıkıyor.
MHP’ye dönecek olursak, MHP’nin genel olarak pozitif siyaset üretemeyen tamamen protest bir yapısı var. Bu durumun birinci sebebi yukarıda kısaca bahsettiğim Türkiye’deki siyasi partilerin genel mantalitesi. İkinci sebep ise Devlet Bahçeli’nin bizzat kendisi.
Ülkücü gelenekten gelen Sabahattin Önkibar, sonradan yasaklanan “Devlet Bahçeli ve Ülkücüler Hakkinda Her Şey” adlı kitabının 151. sayfasında Bahçeli’yi şöyle anlatıyor; “Devlet Bahçeli’nin bütün hayatı boyunca tek bir yakın arkadaşı olmamıştır. Kendisi gibi bekar olan kız kardeşi yegane sırdaşıdır. Hiçkimse Bahçeli’yi tavla, briç veya konken oynarken görmemiştir. Sinemaya gitmez… Tiyatroya gitmez… Maça gitmez… Konsere gitmez! Fasıla ya da aleme zaten gitmez! Rakı şarap içmez! Vakit namazına gitmez… Teravih namazına gitmez… Mevlide gitmez… Hatim duasına gitmez… Zikir ve dua ayinlerine katılmaz… Protokol dışında düğün ve ölümlere gitmez! Gençliğinden beri zamparalığı ve uçarılığı görülmüş duyulmuş şey değildir! Tek bir kız arkadaşının bile olmadığı yakın çevresinin ifadesi.”
Sabahattin Önkibar’ın bu ifadelerine bakınca Bahçeli’nin herhangi bir yaşam emaresi göstermediğini düşünebilirsiniz. Özel hayatı kendisine kalsın. Fakat Bahçeli’nin özel hayatında son derece çekimser olduğu ve bu çekimserliğinin siyaset hayatına da fena halde yansıdığı ortada.
Bahçeli’nin MHP’yi iktidara taşımak isteyip istememesi, pozitif politika üretip üretmemesi tamamen kendisinin ve MHP’nin sorunu. Ancak, mevcut iktidar tarafından son derece kötü yönetilen bir ülkede, Bahçeli’nin milletin zararına olarak iktidara destek veren bu “çekimser” tavırları ülkeyi daha da kötü hale sokmaktadır. Fakat ne Bahçeli ne de iktidar partisi ülkeye yaptıkları bu kötülüklerin vebalini kendi boyunlarında hissetmemektedirler.
Zamanında Bahçeli için Sayın Cumhurbaşkanı söylemişti, şimdi de ben söyleyeyim; Bahçeli, çocukları olmadığı için ülkenin geleceğini umursamıyor olabilir. Ama bu ülkede milyonlarca çocuk var ve hem Bahçeli hem de omuz verip koşulsuzca desteklediği iktidar, bu ülkenin çocuklarının geleceğini organize bir şekilde heba ediyorlar.